1979 İran İslam Devrimi öncesinde İran, İslam dünyasında İsrail’i tanıyan, İsrail ile iyi ilişkileri olan, İsrail ile diplomatik ilişkiler sürdüren Türkiye ile birlikte birkaç Müslüman ülkeden biriydi.
Şah dönemi İran'ı (özellikle 1960'lar ve 1970'lerde), İsrail'in petrol ihtiyacının önemli bir kısmını karşılıyordu. Net rakamlar bazı kaynaklarda değişiklik gösterse de, İsrail’in tükettiği petrolün %60 ila %80’inin bu dönemde İran’dan geldiği tahmin edilmektedir.
1979 İran İslam Devrimi'nden sonra İran, İsrail ile tüm ilişkilerini kesti ve İsrail’i devlet olarak tanımadığını söyleyerek, İsrail elçilik binasını Filistin Kurtuluş Örgütüne verdi.
İslam devrimi lideri İmam Humeyni İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasını Filistin ve Kudüs’ün özgürlüğünü temel alan bir ilke üzerinde şekillendirmişti. İslam Devriminden sonra "Siyonizme karşı direniş ve denizden nehire özgür Filistin” şiarı ile bölgedeki direniş örgütlerine ciddi destekler vererek “DİRENİŞ CEPHESİ” oluşturuldu.
1980’lerden itibaren İran, İsrail’e karşı Lübnan’daki Hizbullah ve Filistin’de Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlerle birlikte bir mücadele yürüttü. 7 Ekimle birlikte bu mücadeleye Yemen’deki Ensarullah hükümeti de katıldı.
İsrail ise, İran İslam Cumhuriyetinin varlığını en büyük tehdit olarak görmüş, Netanyahu Fox News ile yaptığı bir röportajda bizim için üç tehlike var: İRAN, İRAN, İRAN demişti.
7 Ekim Aksa tufanından sonra yaşanan gelişmeler, iki ülke arasındaki dolaylı savaşın açık çatışmalara dönüşmesini beraberinde getirdi.
2011 yılı Arap baharı süreci ile birlikte Amerika- İsrail birlikteliği Suriye yıkım projesini hayata geçirdi. Türkiye’de Ak Parti iktidarının ve bölge Arap ülkelerinin de desteği, Esed rejiminin hataları ile birleşince Suriye iç savaşa sürüklendi. İç savaşın sonunda 2024 Aralık ayında, bölgedeki İsrail karşıtı tek Arap devleti olan Esed rejimi yıkıldı. Geldiği günden beri İsrail için bir tehlike olmadığını söyleyen HTŞ rejimi kuruldu.
Siyonist rejimin sözde başbakanı Netanyahu bir konuşmasında şöyle dedi: “Bir yıl önce basit bir şey söyledim. Dedim ki Ortadoğu’yu değiştireceğiz ve gerçekten değiştiriyoruz. Suriye artık eski Suriye değil, Lübnan artık eski Lübnan değil. Gazze artık eski Gazze değil. Ve Şeytanın başı İran eski İran değil. Bu yüzden Suriye ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Biz Suriye ile çatışmaya girmek istemiyoruz. Suriye’ye karşı İsrail’in politikasını sahadaki gerçekliğe göre belirleyeceğiz. Unutmayalım ki onlarca yıl boyunca Suriye İsrail’e karşı aktif bir düşman devleti oldu. Sürekli başkalarının Suriye topraklarından bize saldırmasına izin verdi. İran’ın Hizbullah’ı silahlandırmasına izin verdi. Geçmişte olanların bir daha olmaması için bir dizi yoğun önlem aldık. Birkaç gün içinde Esed rejimin onlarca yıl boyunca inşa ettiği yetenekleri imha ettik. Bunu Suriye üzerinden bize bir tehlike yönelmemesi için yaptık. Suriye’den Hizbullah’a giden silah yollarına darbe vurduk. Hizbullah Suriye üzerinden gelen askeri tedarik yolunu kaybetti. Bu sözler İran eksenine verdiğimiz zararın kanıtıdır. Hizbullah’ın yeniden silahlanmasını önlemeye kararlıyız.”[1] Netanyahu’nun bu sözleri Suriye gerçeğini anlamak isteyenlere her şeyi anlatıyor, anlamak istemeyenler için söyleyecek söz yok ne söylesek ne anlatsak etkisi olmaz.
2012 de başlayan Suriye iç savaş süreci İsrail karşıtı tek Arap devleti olan Esed rejimini güçten düşürmüş Esed rejiminin Aksa Tufanı sürecinde, direniş cephesine destek vermemesine neden olmuştu. Hizbullah’ın Suriye iç savaşına dahil olması gücünü zayıflatmış aynı zamanda mezhepçilik fitnesi ile Hizbullah ve İran’ın yıpranmasına neden olmuştu. Bu durum İsrail’e Gazze ve Lübnan cephelerinde daha rahat hareket imkanı vermişti.
2024 Aralık ayında Esed rejimin yıkılıp HTŞ rejiminin kurulması, soykırımcı İsrail’in Suriye’de Gazze’nin 2-3 katı yer işgal etmesini beraberinde getirmişti. Tüm bu olanlarla birlikte Türkiye dahil adı İslam ülkesi olan halkı Müslüman ülkelerin Aksa tufanı sonrasında Gazze’deki soykırım karşısında İsrail’e karşı kınamak dışında somut hiçbir tepki koymamaları İsrail’i iyice pervasızlaştırdı.
Soykırımcı İsrail istediğim her İslam ülkesine saldırırım bu ülkelerde bana hiçbir şey yapmaz yapamaz havasında. Gazze’deki bu soykırım karşısında soykırımcı İsrail rejimi ile diplomatik ilişkilerini kesmeyen, limanlarını ve hava sahalarını İsrail’i kapatmayan sadece kınayan bir İslam ülkeleri topluluğu var. Halklar İsrail bağlantılı malları boykot çağrısı yaparken devletleri ekonomik boykota bile yanaşmıyor. Azerbaycan petrolü Türkiye’den gitmeye devam ediyor. İsrail’e karşı Aksa tufanının başladığı günden beri İsrail’e devlet olarak, somut tepki koyan, İran İslam Cumhuriyeti ve Yemen Ensarullah hükümetinden başka bir İslam ülkesi yok.
Aksa Tufanı sonrasında yaşanan olaylar İran ve İsrail’i birçok kez doğrudan savaşın eşiğine getirdi. Nihayet 13 Haziran 2025’te İsrail, İran’ın nükleer tesislerini hedef alan hava saldırılarıyla İran- İsrail savaşı resmen başlamış oldu.
İsrail işgal güçlerinin "Yükselen Aslan" operasyonunu başlatmasının ve İran'ın buna karşılık "Gerçek Vaat 3" operasyonunu başlatmasının ardından geçen 12 gün sonunda, 24 Haziran salı günü taraflar arasında bir ateşkes yürürlüğe girdi.
13 Haziran 2025'ten bu yana, İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu, İsrail’e yönelik yoğun füze saldırıları gerçekleştirdi. Bu süre zarfında 40’tan fazla füze barajı ateşlendi ve toplamda 531 füze fırlatıldı. Bunlardan 31’i “doğrudan” hedeflerini vurdu. İsrail genelinde onlarca yerleşimci öldü, yüzlerce, binlerce kişi ise yaralandı.
İran’ın füzeleri, Tel Aviv, Ramat Gan, Hayfa, Bi’ir Seba Herzliya gibi büyük şehirlerin yanı sıra daha küçük yerleşim yerlerine de doğrudan isabet etti. Ayrıca petrol rafinerileri gibi sanayi bölgeleri ve sahil şeridi boyunca yer alan Rishon LeZion, Holon ve Azur gibi yerler de vuruldu.[2]
Soykırımcı İsrail İran İslam Cumhuriyetine saldırıyı başlatırken “rejim değişikliği”, “nükleer programın yok edilmesi” ve “füze kapasitesinin yok edilmesi” gibi hedefler koymuştu. Siyonist rejim bu 12 günlük savaş sonrasında hedeflerin hiç birini gerçekleştiremedi. Elbette İsrail saldırılarında İran birçok vatandaşını, komutanını, nükleer fizikçisini şehit verdi. Ancak İsrail’de ortaya koyduğu hiçbir hedefine ulaşamadı.
İsrail’le İran arasında, 24 Haziran yürürlüğe giren ateşkes, eğer kalıcı olursa Alptekin Dursunoğlu’nun tespiti ile bu ateşkes şu iki gerçeği ispat etmiş olacak:
1- İran, dünyaya karşı savaşı daha fazla sürdüremedi,
2- Dünya da İran’a diz çöktüremedi.
İran’ın İsrail’le savaşırken karşı karşıya geldiği dünyanın içinde sadece savaşa doğrudan katılan Amerika ve Kolektif Batı yok. Pakistan dışındaki tüm İslam ülkeleri ile Çin, Rusya ve bazı Latin Amerika ülkeleri dışındaki ülkelerin neredeyse tamamı var.
İran’ın Katar’daki Amerikan üssünü füzelerle vurmasına Arap ve İslam ülkelerinden yapılan kınama açıklamaları, İran’ın ABD ve İsrail’le savaştaki sorununun yalnızlıktan daha büyük olduğunu gösterdi. Zira Arap ve İslam ülkeleri, İran’ın ABD üslerine yaptığı saldırıyı kendilerine yapılmış bir saldırı gibi algıladı. Böylece İran’a “sadece ABD ile değil bizimle de karşı karşıyasın” mesajı verdi. Halbuki bu ülkeler, Amerika’nın İran’ın nükleer tesislerine yaptığı saldırıya sadece “endişelerini” dile getirerek tepki göstermiş ve Amerika’yı kınamaktan kaçınmıştı.[3]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 51. Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı'nda şöyle dedi: “Çok kutuplu dünyada, 2 milyarlık İslam âleminin tek başına bir kutup hâline gelmesi şarttır. İslam dünyasının çok daha büyük rol oynayacağı ancak aynı zamanda daha fazla sorumluluk üstleneceği bir dönemin arifesindeyiz. Türkiye'nin Dışişleri Bakanları Konseyi Dönem Başkanlığı bölgemizdeki şiddet sarmalının İsrail tarafından yeniden tetiklendiği, istikrar ve barışın tehdit edildiği bir ortamda başlıyor. İsrail'in Filistin'de olduğu gibi Suriye, Lübnan ve İran'daki haydutluklarını durdurmak için daha fazla dayanışma sergilememiz şart."[4] Böyle konuşan bir cumhurbaşkanının kürecik radar üssünü kapatması, Bakü- Ceyhan boru hattından İsrail’e giden petrol akışını durdurması gerekiyor. Bunları yapmadıktan sonra söylediği bu güzel sözlerin bir kıymeti yok.
12 gün süren İran İsrail savaşının sonucunda,"İran'da Siyonist rejimin saldırılarına ilişkin yayımlanan istatistiklere göre, toplam 610 kişi hayatını kaybederken 4 bin 746 kişi de yaralandı. Açıklanan verilerde, hayatını kaybedenler arasında 13 çocuk ve 2'si hamile 49 kadının bulunduğu, ayrıca sağlık altyapısının da hedef alındığı belirtildi.[5]
İsrail Kızılayı Magen David Adom, İran saldırıları sırasında 28 ölüm ve 1.319 yaralanma vakasını ele aldıklarını açıkladı. Bunların 17’si kritik, 29’u orta, 872’si hafif yaralanmalardı. Ayrıca 401 panik kaynaklı vaka da kayda geçti.[6] İsrail’in savaş kayıpları için çok sıkı bir sansür uyguladığını hatırlarsak gerçek kayıplarının açıklananın çok üzerinde olduğu tahmin etmek çok zor olmaz.
Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, hükümete bağlı Tazminat Fonu Merkezi'ne 13 Haziran'dan bu yana toplam 38 bin 700 tazminat talebi başvurusu yapıldı. Söz konusu başvurulardan 30 bin 809’unun bina hasarı, 3 bin 713'ünün araç hasarı ve 4 bin 85’inin ise ekipman zararı nedeniyle yapıldığı kaydedildi. [7] Bu verilere göre İsrail’de İran saldırıları sonucunda en az 30 bin bina hasar almış demektir.
Gazze için hiçbir şey yapmayıp insani yardım ve ekonomik boykotla kendilerini avutanlar, Sünni Gazze için bunca bedel ödeyen İran İslam Cumhuriyeti’ne ve Yemen’deki Ensarullah hükümetine utanmadan hala hakaret edip yapılanları itibarsızlaştırmaya çalışıyorlarsa, İran–İsrail savaşına danışıklı dövüş ya da tiyatro diye biliyorlarsa onlara da söyleyecek bir söz yok. Çünkü bunca yaşanandan sonra söylenecek hiçbir sözün bir kıymeti yok.
24 Haziran itibari ile ateşkes ilan edilmesi ile birlikte İran da İsrail de zafer kazandıklarını iddia ediyor. İsrail için, hedeflerinin hiçbirine ulaşamadığı için ortada bir zafer olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İran İslam Cumhuriyeti ateşkese Gazze’yi dahil edebilseydi kesin bir zafer kazanmış olurdu. Ancak İran İslam Cumhuriyeti’nin İsrail Amerika, Kolektif Batıya ve birçok İslam ülkesine karşı tek başına savaşıp teslim olmadığı ve soykırımcı İsrail’e ciddi zararlar vermeyi başardığı için çok başarılı olduğunu söylemek gerekiyor.
Ne yazık ki İran, belki biraz iç sorunlarından, biraz da İslam ülkelerinin yalınız bırakmakla kalmayıp dolaylı ya da direkt İsrail’e destek olmalarından dolayı bu savaşı daha fazla sürdüremedi. Savaşı sürdürmeyi göze alamadığı için de ateşkese Gazze’yi dahil edemedi. Ancak tüm bu düşman topluluğu karşısında dizde çökmedi teslim de olmadı. İşte bu durumdan dolayı ortada tam bir zafer olmasa da İran başarılı diyorum.
İslam ülkeleri ve Müslüman halklar, ne zaman Siyonizm tehlikesinin farkına varıp, mazlum Filistinlilere karşı sorumluluğunu idrak ederek, gerçekten birlik olacak ve İsrail karşısında onurlu bir duruş ortaya koyarak, direniş cephesine sahip çıkarak, direniş cephesinin bir parçası olarak ve soykırımcı İsrail’e karşı onurlu bir mücadele ortaya koyacak bilemiyorum, umutla bekliyorum.
Rabbim Denizden nehire özgür Filistin’i görmeyi nasip etsin.
[1]https://islamianaliz.com/haber/22823283/uyan-musluman-katil-netanyahu-suriyedeki-siyonist-projeyi-itiraf-etti
[2] https://www.ydh.com.tr/d/28386/rakamlarla-iran-in-quot-gercek-vaat-3-quot-operasyonu
[3] https://ydh.com.tr/makale/660/israil-iran-savasinda-ateskesin-ispat-ettigi-iki-gercek#google_vignette
[4] https://www.aa.com.tr/tr/politika/cumhurbaskani-erdogan-2-milyarlik-islam-aleminin-tek-basina-bir-kutup-haline-gelmesi-sart/3606709
[5] https://ydh.com.tr/d/28398/iran-siyonist-rejimle-savastaki-kayip-bilancosunu-acikladi
[6] https://ydh.com.tr/d/28386/rakamlarla-iran-in-quot-gercek-vaat-3-quot-operasyonu
[7] https://www.haberturk.com/israil-de-hasar-tazminati-icin-39-bine-yakin-basvuru-yapildi-3801967
Kaynak: İslami Analiz