Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Oktay YILMAZ


İnanç ve Laiklik Üzerine

Oktay Yılmaz'ın yeni yazısı...


İnanç, insanın varoluşsal yolculuğunda yönünü tayin eden en temel pusulalardan biridir. Sadece dinî bir aidiyet değil; aynı zamanda anlam arayışının, değer üretiminin ve ahlaki düzenin merkezinde yer alır. Bu yönüyle inanç, bireyin iç dünyasında derin yankılar bulurken toplumun kültürel ve etik zeminini de şekillendirir. İnançtan yoksun bir toplum, yönünü bulmakta zorlanan bir birey gibi savrulmaya açık hâle gelir.

Bu yazıda inanç kavramı, yalnızca dinî sistemlerle sınırlı olmayan, insanın metafizik ve etik anlam arayışını kapsayan geniş bir çerçevede ele alınmaktadır.

Toplumların kolektif hafızasında inanç, bir ruh kökü olarak varlık gösterir. Ancak bu kök, tarih boyunca kimi zaman siyasi müdahaleler, ideolojik yönlendirmeler veya tek tipleştirici dayatmalarla zedelenmiştir. Bu nedenle hem inancı özgürleştiren hem de istismarını önleyen dengeli bir laiklik anlayışı, çağdaş ve çoğulcu toplumların vazgeçilmez temelidir.

 

İnanç ve İnsan Doğası

İnsanın inanmaya yönelik eğilimi doğuştandır. İnanç, yalnızca tanrısal olana değil; adalete, iyiliğe, merhamete ve umuda yönelme biçimidir. Bu yöneliş, bireyin hayatına anlam, ölümüne umut, acısına sabır kazandırır. Bu bağlamda inanç, sadece bireysel bir hak değil; insan olmanın doğal ve kaçınılmaz bir tezahürü olarak görülmelidir.

İnanç, aynı zamanda ahlakın temel kaynaklarından biridir. İnanç sahibi birey, eylemlerini yalnızca hukukla değil; vicdan, sorumluluk ve ilahi muhasebe terazisinde değerlendirir. Bu içsel denetim, toplumsal ilişkilerde güveni ve ahlaki sürekliliği mümkün kılar.

 

Laiklik: Tarihsel Arka Plan ve Güncel Anlamı

Laiklik, modern devlet anlayışının temel direklerinden biridir; ancak sıklıkla yanlış yorumlanmıştır. Öncelikle laiklik, din karşıtlığı değil; devletin tüm inançlar karşısında tarafsız kalmasını ifade eder. Ne bir inancı yüceltir ne de inançsızlığı empoze eder. Gerçek anlamıyla laiklik, bireyin inancını yaşama özgürlüğünü güvence altına alan bir hukuk düzenidir.

Laikliğin tarihsel gelişimi Batı’da ve İslam dünyasında farklı kökenlere dayanır. Batı’da laiklik, kilise otoritesine karşı verilen bir mücadelenin ürünü olarak ortaya çıkarken; İslam tarihinde din ile devlet arasında görece doğal bir denge kurulmuştur. Ancak modern dönemde bu denge, hem dış müdahaleler hem de otoriter eğilimler nedeniyle bozulmuştur.

Bugün Batı’da, Fransız tipi katı laiklik ile Anglo-Sakson özgürlükçü laiklik arasında belirgin farklar vardır. Katı model, dini kamusal alandan dışlarken; özgürlükçü model, dini hakları bireysel özgürlükler bağlamında korumaya yöneliktir. Bu ayrım, laikliğin uygulama biçimlerinin toplumsal barış üzerindeki etkisini anlamak açısından önemlidir.

 

İnançlara Saygılı, Özgürlükçü ve Ilımlı Laiklik

Benimsediğim laiklik anlayışı, inançlara saygılı, özgürlükçü ve ılımlı bir yapı üzerine kuruludur. Bu yaklaşımda devlet, inancı bastırmadan ama onun araçsallaştırılmasına da izin vermeden bir denge gözetir.

Ilımlı laiklik, inanç özgürlüğünü yalnızca anayasal bir hak değil; toplumsal barışın teminatı olarak görür. İnsanlar, inanç ya da inançsızlık durumları nedeniyle ayrıma tabi tutulmamalıdır. Aksi durumda toplumda kutuplaşma, güvensizlik ve değer erozyonu kaçınılmaz olur.

 

İslam’da İnanç ve Özgürlük

İslam inancı, insan ile Allah arasındaki bağa müdahaleyi reddeder. İman, tercihe dayalı bir teslimiyettir. Zorla inanç olmaz; çünkü samimiyet, özgür iradeyle mümkündür. Kur’an bu ilkeyi açık bir biçimde “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) ayetiyle ifade eder.

Hz. Peygamber’in uygulamaları da bu özgürlükçü anlayışı desteklemiştir. Farklı inanç topluluklarıyla birlikte yaşamış; tebliğini davetle gerçekleştirmiştir. Medine Sözleşmesi, farklı inanç gruplarının birlikte yaşamasına dair tarihî bir model sunar.

“Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin” (Kehf, 29) ve “Sen sadece bir uyarıcısın; onları zorlayacak değilsin” (Gâşiye, 21–22) ayetleri, inanç özgürlüğünün Kur’anî temellerini ortaya koyar. Bu yönüyle özgürlükçü laiklik, İslam’ın özüyle çelişmez; aksine onun daha sağlıklı yaşanmasına zemin oluşturur.

 

Ortadoğu’da Laiklik Anlayışının Eksikliği ve Sonuçları

Ortadoğu coğrafyasındaki birçok yönetim krizinin temelinde, laiklik anlayışının ya hiç gelişmemesi ya da otoriter biçimde saptırılması yer alır. Bu durum, inanç ile siyaset arasındaki dengeyi bozmuş; din kimi zaman devletin ideolojik aracı hâline gelmiş, kimi zaman ise baskı altına alınmıştır.

İran’daki teokratik yapı, dinî baskı rejimine kötü bir örnektir. Irak ve Suriye gibi ülkelerde yaşanan mezhepsel çatışmalar ise laiklikten yoksun yönetim anlayışının bir sonucudur. Türkiye’de de geçmişte laiklik, zaman zaman inanç özgürlüklerini baskılayan bir araç olarak yorumlanmıştır. Ancak demokrasi kültürünün gelişimiyle birlikte bu anlayış, giderek daha özgürlükçü bir çizgiye evrilmiştir.

Bu coğrafyada laikliğin sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için, hem yerel dinî geleneklerle uyumlu hem de evrensel insan haklarını gözeten özgün modellerin tartışılması gerekmektedir.

 

Devletin Rolü: Tarafsızlık, Güvence ve Dengeleyici Mekanizmalar

Sağlıklı bir laiklik anlayışı çerçevesinde devletin rolü üç temel ilkeye dayanmalıdır:
• Tarafsızlık: Devlet, inançlar karşısında eşit mesafede durur.
• Güvence: Bireylerin inançlarının gereğini yaşama ya da yaşamama özgürlüğü güvence altındadır.
• Dengeleyici Mekanizmalar: İnançların siyasal, ekonomik ya da ideolojik çıkarlar için araçsallaştırılmasını engelleyecek yapısal düzenlemeler oluşturulmalıdır.

Bu ilkeler, hem bireysel inanç haklarını korur hem de dinin istismar edilmesine karşı toplumsal bir bilinç inşa eder.

 

Sonuç: İnançta Özgürlük, Toplumda Huzur

İnanç, bireyin varoluşsal bir ihtiyacıdır; toplumun temel ahlaki sütunlarından biridir. Bu nedenle inancı baskılayan sistemler kadar, onu siyasal bir güç aracı hâline getiren yapılar da toplumsal huzura zarar verir.

İnançlara saygılı, özgürlükçü ve ılımlı bir laiklik anlayışı; bireysel özgürlükleri güvence altına alırken, toplumsal barış ve çoğulculuk için sağlıklı bir zemin oluşturur. İnançta özgürlük, toplumda huzurun ön şartıdır. Bu denge kurulduğunda hem birey özgürleşir hem toplumsal istikrar sağlanır.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR