İman, sadece bir inanç değil, ruhun en derin sesi, insanın varoluşuna anlam kazandıran bir hakikattir. O, kuru bir bilgi ya da ezberlenmiş bir dogma değil, insanın kendi benliğinden sıyrılıp hakikate yönelmesidir diyor Şebüsteri. İman, hakka ve adalete bağlılıkla anlam kazanır; bu bağlılık insanı özgürleştirir. Çünkü gerçek özgürlük, yalnızca zincirlerden kurtulmak değil, ruhun boyun eğmemesi, iradenin esareti reddetmesidir.
Bu yüzden iman ve özgürlük birbirinden ayrılmaz birer parçadır.
Toprak, kimlik, iman ve özgürlük koparılamayan bir bağdır. Anne kucağındaki bebekle annenin bağını koparmak mümkün mü?
Toprak, sadece taş ve toprak değildir; o, hatıraların, inancın ve direnişin vücut bulduğu yerdir. Bir halk, toprağıyla bütünleştiğinde, iman ve özgürlüğü teneffüs ettiğinde oradan koparılması imkânsız hale gelir.
İman, yalnızca bir inanç değil, toprağa kök salmış bir iradedir. Bu yüzden diğer tüm mazlum halklar gibi yaşlısı, genci, çocuğu, kadını, o topraklara sımsıkı sarılmıştır. Çünkü onların kimliği, o topraklarla şekillenmiştir. Bir ağacı köklerinden koparmak ne kadar zorsa, imanla yoğrulmuş bir halkı sürgün etmek de o kadar imkânsızdır.
İman, direniş, özgürlük ve anne kucağı korkuya yer bırakmayan güçlerdir.
İman özgürlük demektir. İman korkuya yer bırakmaz. Zulmün en karanlık günlerinde hakikatin ışığını görebilmektir.
Bombaların gölgesinde büyüyen çocuklar, korkuyla değil, umutla büyür.
Her gün ölüme şahit olan bir halk, hâlâ yaşama umuduyla sabır ve metanetle direnişe devam edenler, iman ve özgürlüğü harmanlayanlar olarak er veya geç zalimlere, münafıklara, hainlere galebe çalacaktır.
İman, yalnızca bireysel bir inanç değil, bir toplumsal mücadele biçimidir. O, bir annenin evladını toprağa verirken gösterdiği metanettir. Bir çocuğun, yıkılmış bir evin önünde gülümseyebilme cesaretidir. Bir babanın, her şeyini kaybetmesine rağmen umudunu koruyarak dimdik ayakta kalmasıdır.
İşte iman, işte özgürlük, işte zulmün karşısında eğilmeyen bir irade. İşgalin dayattığı korkuya teslim olmama.
Kandan beslenen modern dünyanın kokusu iman ve özgürlüğün birleşimi.
Bunu kırmaya çalışıyorlar.
Çünkü iman eden ve özgürleşen bir toplum, hiçbir emperyalist gücün boyunduruğu altına giremez. Modern dünya, dini ve etnik kimlikleri birer tehdit olarak görüp halkların direniş ruhunu kırmak için savaşlar, ekonomik ambargolar, sosyal mühendislik projeleri düzenliyor. O gün özgürlük söylemleriyle gelenler, bugün en büyük esaretleri dayatıyor.
Ama tarihin gösterdiği bir gerçek var: Zulümle abad olanın sonu berbat olur.
İster Roma’nın zalim imparatorları, ister Firavun ’un orduları, ister modern dünyanın sömürgeci düzenleri olsun…
Zulmün çarkı döner, ama sonunda mutlaka kırılır.
Bugün Gazze, bütün mazlumların ortak sesi haline gelmiştir. Mazlum halklar için birer örnektir, yalnızca bir şehir değil, tüm dünya mazlumlarının aynasıdır. Gazze yanarken, insanlık da yanmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki, toprağa düşen her tohum, yeni bir hayatın müjdecisidir.
Orada yaşananlar, yalnızca bugünün değil, tarihin ve geleceğin meselesidir. O, bir halkın toprağa ve kimliğine olan bağlılığın, işgale karşı direnişinin bir simgesidir. Bugün her şey yıkılmış gibi görünebilir, ama iman ve özgürlük ayakta oldukça hiçbir şey kaybolmaz. Çünkü iman ve özgürlük, yalnızca bu dünyada bir varoluş biçimi değil, ebediyete açılan bir kapıdır.
Ve iman, özgürlükle harmanlandığında, onu ne bombalar yok edebilir ne de sürgünler söküp atabilir.
Tarih bir kez daha şahit olacak: Zulüm ne kadar büyük olursa olsun, iman ve özgürlükle birleşen irade, onu yenecek. Çünkü hiçbir zulüm, ebedî değildir.
Her şey ve herkes yok olup gidecektir.
Kalıcı olan; iman, özgürlük, iyilikler, sıcak ve sımsıcak anne kucakları olacaktır.