Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


İdris Küçükömer’den Mütevellit CHP Sağcılıktan Solculuğa Evrilirken, AK Parti ise “Solcu İken” Sağcılaştı mı?

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


“Türkiye’de sol sağdır sağ soldur”
(İdris Küçükömer)

Biz, ele aldığımız konu bağlamında, bu serinin ilk yazısı olan “Bizdeki Sağ Partilerin Misyonu ve Handikabı…” başlıklı yazı ile daha sonra yazmaya çalıştığımız ikinci yazıda sağ partilerin “ana” açmazları ile kalkınmacılığa yönelik gayretlerine dair bir değerlendirmede bulunmuştuk.
Serinin ilk yazısında bu partilerin üstlendikleri misyon ile büyük bir ihtimalle –ki öyle olması akla daha yatkın- Kemalist rejimin onlara uygun gördüğü “siyah-beyaz ikilemi içerisinde hareket etme zorluğundan kaynaklanan ve her yönden kısıtlılık haline işaret etmek istemiştik.

Bu serinin ikinci yazısında ise, aşılması gereken handikapla birlikte, o partilerin birazda muhafazakârlık saikiyle, kendileri için ontolojik bir durum olan İslam’dan da vazgeçmeden, ekonomik kulvarda “kapitalizmden de yararlanma” çabalarına istinaden Müslüman kitleyi, Kemalist “ulusalcı-liberal-solcu” laik kaymak tabakanın karşısında bir tık ileri taşımak ve onlarında refahtan pay almalarını sağlamak düşüncesine yer vermiştik.

Bu, yanlışı doğrusuyla refahtan pay alma eylemi, kendisinin selefi olan sağcı partilerin aksine elde bulunan tüm argümanları devreye sokarak almaya çalışan AK Parti’nin çabaları, onun, bazı çevreler nezdinde izlenen politikalar açısından sol ve sosyal demokrat partiler gibi anılmasını öne çıkarmıştı.

Bazı açılardan yanıltıcı olabilirliğini de akılda tutarak söylersek, İdris Küçükömer’in sarsıcı yaklaşımıyla, Türkiye şartlarında sol diye bilinen partilerin uyguladıkları politikalar açısından sağcı; sağcı olarak bilinen partilerinde “solcu” olarak tanımlanmasını akla getirmektedir.

Hakikaten de, öteden beri “dost ve düşman açısından” bir şehir masalı kabilinden solcu olarak tanımlana gelen CHP’nin, “eğer ki kalkınmacılık ve refahtan pay alma düşüncesi sol tandanslı bir düşünce ise, kitleler, bu imkânlara neden sağcı partiler döneminde erdiler de, CHP’nin kendi döneminde eremediler?” sorusunu haklı olarak bizlere sordurmaktadır.

Ki, bırakın onun döneminde ermeyi, onun ta ellilerden bugüne, hatta AK Parti’nin iki binlerin ortalarında “daha sağlam ve halktan yana politikaları” peş peşe uygulamasına karşıtlık olarak, o önemli uygulamaların durdurulmasını temin adına AYM gibi kurumlara kucak dolusu dosya taşıması çok yakın tarihimizin “CHP açısından” bilinen partizan işgüzarlığı olarak belleğimizdeki yerini koruyacaktır.

Gel de İdris Küçükömer’e hak verme!

Ki, sağcı partilerin esasında solcu, solcu partilerin ise esassında sağcı olup, onlara öteden beri uygun görülen tanımlamalardan mütevellit manzaranın ters olarak konumlandığı kabil olacaktır.

Bunlardan hareketle, CBHS’ne geçildikten sonra, her şeyden ziyade ekonomi konusunda uygulanan politikalara bakıldığında AK Parti’yi, halka tepeden bakan, elitist ve Kemalizm’e yanaşık durduğu ve kendi yapısını bir nevi “parti devlet” şeklinde kurguladığından dolayı sağcı bir parti; CHP’yi ise, Kemalizm’le birlikte kuruluşuna katkı sunduğu/etki ettiği bilinen kapitalist sisteme olan yakınlığının aksine solcu bir parti olarak mı değerlendireceğiz?

Gel de, işin içerisinden çık çıkabilirsen!

Yazının başlığına dönersek, Erdoğan’ın iktidarının ilk yıllarında(2005’ler) “Kürt sorunu benim sorunumdur” yaklaşımıyla hareket ettiği ve 2010’larda ise, sonucu ne olursa olsun, nasıl bir fatura kesilirse kesildin var olan bu sonunun çözümüne yönelik adımlar attığı hepimizin malumudur.
Daha sonra, bir tık ileri gidilerek, yedi bölgeyi kapsayacak şekilde “akîl insanlar grubu” oluşturulmuş ve dört bir koldan faaliyetler başlamıştı.

Hani denir ya “niyet hayır, akibet hayır” İşte o minvalde, toplumda, özellikle de bu sorunun mazlum bir öznesi olan Kürtlerin bu işten hayır ve netice beklemeleri an mes’elesi olduğu halde, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nın bileşenlerinin büyük bölümü bu çözüm işini bir türlü içlerine sindirememiş ve AK Parti’yi bölücü politikalar uygulamakla suçlamışlardı. Yani, bu konuda da AK Parti solcu, CHP ve avanesi ise sağcı refleksler sergilemişlerdi.

CHP, yirmi yedi yıllık tek parti iktidarı döneminin bitişi ile birlikte, iktidar dışında elde kalan vesayet kurumları ile ordunun var olan gücüne güvenerek “millet yanlısı” iktidarları köşeye sıkıştırmayı kendine strateji olarak uygun görmüştü.
Bundan dolayı o kurumları sürekli kullanmaya çalışan CHP’nin, iktidara vasıl olma durumu belki de yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemde –birazda AK Parti’nin uygulaya geldiği bazı yanlış politikalar sonucunda- sağ karakterli partinin, birden solcu bir parti hüviyetine bürünmesini de beraberinde getirmişti.

Hem bu, hem de –eğer başarılı olunup Kürt sorunu büyük oranda bir çözüme kavuşturulsaydı- kendini boşluktan hisseden HDP’nin, olası çözüme karşı Kürt halkını kendi vesayeti altında görme düşünesi, birtakım iç ve dış paydaşlar tarafından harekete geçirilince, AK Parti, bu alanda oluşturulan olumsuz algılara binaen neredeyse “Kürtlerin düşmanı” gibi lanse edilmeye çalışıldı.
Konu ile ilgili hakikat bu muydu? Değildi!
AK Parti’nin birçok konuda olduğu üzere bu konuda da iyimser yaklaşımı başta hakimiyeti elden çıkacak diye korkuya kapılan PKK ve HDP’nin, 2013’ten buyana ülke genelinde sergilenen kirli oyunlara teşne olması dikkate alındığında, AK Parti’nin ortaya koymaya çabaladığı iyi niyet politikalarının karşılık bulmadığı söylenebilir.

Buna, devam eden süreçte vukubulan FETÖ darbe girişimi ve başta ABD olmak üzere emperyalist, sömürgeci damarı kabaran Batı’nın, mülevves niyetleri de devreye girince birçok kifayetsiz muhterise, partiye,pırtıya vb. gün doğmuş oldu.
Bu durum aynı zamanda, iktidara etki eden birçok milliyetçi odaklar tarafından beka konusuna hamledilince, ister istemez iktidarın hareket alanı da kendiliğinden daralmış oldu. Ki, bu daralma, beraberinde körelmeyi de getirdi.

14 Mayıs seçimlerinden nasıl br sonuç çıkar, ne anketlere bakarak, ne de meydanlara göz atarak bilinmeye bilir, ama bu seçimin kritik bir seçim olduğu kesin ve kim kazanırsa kazansın, AK Parti’nin muhalefete düşecek olsa da” ihtimal ki kendini yenileyebileceği, CHP’nin ise büyük bir ihtimalle fabrika ayarlarına dönüp tekrardan Kemalistleşip sağcılaşması söz konusu olabilir.

İyi Parti bir tarafa, ama diğer muhafazakâr partilerin ise, bu seçimde CHP saflarında sıralarında seçime girmesi, süreçte AK Parti’ye muhalif olan birçok şahsın, grubun, öbeğin o da aşırı derecede “iy niyet içre” iddia ettikleri üzere bu yüz yılın seçimi sonrasında varlıklarının sorgulanabileceği gözden ırak tutulmamalıdır.

Haydi Saadet Partisi’ni belli bir ideolojik kitleye nispetinden dolayı istisna kılalım, ama taban olarak AK Parti’den gelen DEVA ve Gelecek’in olası geleceği ne kadar öngörülebilir? Onlar belki de küçük partiler olarak varlıklarını sürdürebilirler ancak.

AK Parti, diğer muhafazakâr partilere arız olduğu üzere süreç içerisinde küçülebilir, ya da siyasi varlığı sona erdirir mi şimdiden bilemeyiz, ama kendi kaderini partilere teslim etmeyecek olan biz tüm Müslümanların “muhafazakâr bir kimliğe karşı olmamızla birlikte, o etiketin, “neyi nasıl ve niçin” gizlediğinin farkında olarak ve ondan kapitalizme yol düşürmeden kendi inancımıza uygun bir yol ve yöntem bulmamız gerekir.

Başka bir yol hem görünmüyor hem de sahici değil. O zaman tavır ve tutumlarda ona göre olmalı…

 

Kaynak: farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR