Yusuf YAVUZYILMAZ

Tarih: 01.03.2023 11:55

Hukuk ve Ahlak

Facebook Twitter Linked-in

Bir dinin değerleri, felsefesi, dünya görüşü, insan anlayışı önemlidir. İnsanlar, dünyada nelerle uğraşıyor, biz hala din-ahlak ve deprem ilişkisini tartışıyoruz diyecek kadar sığ düşünmemeli. Peki, böyle düşünen bir insana ne demeli? Mevlana Üstadımız söylemiş: “Cahilin karşısında kitap gibi sessiz ol.” Çünkü bu zihin sosyal hayatla din arasındaki bağı koparmak istiyor. Oysa deprem, insan varlık ilişkisi bakımından din (öncelikle ahlak ve fıkıhla) ile ilgilidir. Bir deprem fıkhımızın olmaması ne acı. Türkiye’de çarpık yapılaşma ve sağlıklı bina stoku üretememe bilgi ile ilgili değil, ahlakla ilgilidir. Bundan dolayı deprem konusunda önceliğimiz ahlak olmalıdır.

Türkiye’deki bilim çevreleri pozitivist bilim anlayışının etkisinde kaldıkları için, bir konunun dinle ilgisinin konuşmasından çok rahatsız olurlar. Önerdikleri şu: Bu konu bilimle ilgilidir dini ilgilendirmez. Yani daha açıkçası yaşadığımız olayların din ile ilgisi yoktur. Bu anlayışın temelleri Aristoteles’in temelini attığı deizme kadar gider. Çünkü Aristoteles’e göre Tanrı evreni şekillendirdi ve kendi işleyişine terk etti; artık onun işleyişine karışmamaktadır.

Pozitivistler, deprem üzerinden dini inançlarınızı eleştiriyor ve yargılıyor. Bu anlayışa karşı son derece duyarlı olmak gerekir. İslam inancında, pozitivist bilim anlayışının aksine, Allah, insan ve varlık iç içedir ve sürekli etkileşim içindedir. Çünkü Allah her an yaratmaya devam eder, insanı denetler ve sorgular.      

Öte yandan, deprem üzerinden bilinçli bir şekilde İslam karşıtlığının meşrulaştırmaya çalışıldığı gözden kaçmıyor. Tartışmanın özü İslam’ı önce bilimin, sonra hayatın dışına taşımak amacıdır. Depremin din ile ilgisini tartışmak bile gereksizdir; çünkü din dışı yoktur. Din dışı varlık tasarımı ateist ve deist çevrelerin zihinsel bir kurgusudur sadece.

Türkiye’nin deprem konusundaki eksikliğin asla bilimsel bilgi, teknik donanım, inşaat bilgisinin yetersizliği olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin bu konuda hiçbir bilgi eksikliği yoktur. Çünkü bu topraklarda üniversitelerde yetişen çok sayıda mühendis, mimar ve müteahhit dünyanın çeşitli yerlerinde çok başarını binalar yapıyorlar.

Deprem, hiç kuşku yok ki, öncelikle ahlakla ilgilidir. Eksik olan ahlaki zaaflardır. Fay kırığı öldürmüyor, ihmal ve önlemsizlik, para kazama hırsı gibi ahlaki zaaflar öldürüyor. Bu nedenle konunun salt bilim üzerinden tartışılması en büyük zaafın üzerini örtüyor.

Siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda hukuk ve ahlak bilincimizin eksikliği en önemli sorunumuzdur. Hukukun yokluğu denetim eksikliğine, ahlakın yokluğu yolsuzluğa ve istismara yol açıyor. Hukukun etkin olmaması ahlaki yozlaşmaya yol açtığı gibi, ahlaki yozlaşma da siyasal yozlaşmaya yol açıyor. Böylece her tür istismara açık bir toplumsal zemin ortaya çıkıyor. Denetlenmeden onay verilen binalar, denetleyiciye rüşvet veren müteahhit, daha fazla para kazanmak için kolon kesen halk, bunların hepsine sesiz kalan ve sürekli imar affı çıkaran yerel ve merkezi siyasal iktidarlar, hukuk ve ahlak yokluğunun sonucudur. Bu sonucu tüm toplum kesimlerinde kök salan duyarsızlık ve çıkarcılık hazırladı. Tüm karşılaştığımız sonuçlar, elbette depremin ahlakla ilgili olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan, ne yapması gerektiğini bilen, ama yapmayan kişinin sorunu bilimsel olmamak değil, ahlaklı olmamaktır. Görünen o ki, sorunumuz genel anlamda bir sistem sorunudur. Sistem hukuksuzluk, yolsuzluk, adaletsizlik yapanı cezalandırmak konusunda yetersizdir. Bu da önemli bir yönetim sorunumuzun olduğunu gösteriyor.

Fay tartışmaları bizi hukuk devleti, denetime acık, şeffaf, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve çoğulculuğa açık siyaset arayışından uzak tutmamalı. Asıl sorunumuz adil ve hukukun üstünlüğünü temel alan devlet arayışının eksikliğidir. Şunu unutmamak gerekir deprem öncesinde ve sonrasında alınacak tedbirler bir sistem sorunudur. Sorumluluk, indirgemeci bir yöntemle, sadece müteahhitlerin üzerine yıkılarak geçiştirilemez.

Hedefimiz adalet, liyakat, dürüstlük, hukuk devleti ve denetime açık çoğulcu yönetim arayışı olmalıdır. Her olayda, bu gerçek reddedilemez bir biçimde kendini göstermektedir. Karşılaşılan her olayda sorumluluğu üstlenecek birey ve kurumların olmaması son derece vahimdir. Sanki kimsenin sorumlu olmadığı olaylar yaşıyoruz. Bu noktada yardımımıza kader, takdiri ilahi ve tevekkül gibi semantik müdahale ile aslından uzaklaştırılıp dönüştürülen kavramlar gelmektedir. Sorumluluğu insanın dışına transfer ettiğimizde, sorumluluğu üzerine alacak ve yargılanacak kişi ve kurum da kalmıyor.

Eğitimli bir toplumun ahlaklı olacağının hiçbir garantisi yoktur. Modern bir yanılgıdır bu.

Haim Ginoit’in ifadeleri bu gerçekliğe işaret etmektedir:

“Bir toplama kampından sağ kurtulmuş bir insanım.

Bilgili mühendisler tarafından yapılan gaz odaları.

İyi eğitim görmüş doktorlar tarafından zehirlenen çocuklar.

Eğitilmiş hemşireler tarafından öldürülen bebekler gördüm.

Sizden tek dileğim şudur:

Öğrencilerinize insan olmayı öğretin.

Okuma-yazma, yazım, tarih ve matematik, ancak öğrencilerimizin insan olmasını sağlarsa önem kazanırlar.”

Öyle görülüyor ki, toplum olarak çok derin ve köklü bir ahlak sorunumuz var. Her şeyi bırakıp ahlak sorununa odaklanmalıyız. Diğer bütün sorunlar tali sorunlardır.

Sosyal olaylarda önemli olanın dış faktörler değil, iç faktörler olduğuna inanıyorum. İslam dünyasının en büyük sorunlarından biri, sorunun kaynağını sürekli dışarıda arayarak kendi sorumluluğunu ihmal etmesidir. Öyle görülüyor ki dış faktör(dış düşman) söylemi, içeride var olan zaafları makul görmekle sonuçlanıyor. Nitekim depremi Amerika’nın tetiklediği söylentisi de, depremin asıl suçluların üzerindeki sorumluluğu ortadan kaldıran bir faktör olarak öne çıktığını söyleyebilirim.

 Sadece deprem konusunda değil, Türkiye’de bütün alanlarda derin bir ahlak sorunu vardır. Bilginin yeterli olduğu yerde olumsuzlukların önlenememesi, öncelikle bilgi değil, ahlak ve hukukun sorunlu olduğunu göstermektedir.

 

Kaynak: :Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —