Yaşadığımız dünyada, yüzyıllardır birçok bölge güç mücadelesinin merkezinde yer almıştır. Bu bölgelerin çoğu, sömürgeci devletlerin çekilmesinden sonra ulus devletlerin egemenlik mücadelesine sahne olan ihtilaflı alanlar haline gelmiştir. İşte bu yerlerden biri de Güney Asya’nın kalbinde yer alan Keşmir’dir — doğal güzellikleriyle “dünyanın cenneti” olarak anılan ama politik hesaplaşmalarla cehenneme dönen bir diyar. Keşmir sorununun kökeni, Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan alt kıtasındaki 200 yıla yakın süren sömürge yönetiminin 1947’de sona ermesiyle başlar. İngilizler Hindistan’dan çekilirken geride onlarca etnik, dini ve kültürel farklılığın bulunduğu bir coğrafya bıraktılar. 15 Ağustos 1947'de Hindistan ve Pakistan bağımsız iki devlet olarak kuruldu. Ancak, Prenslikler olarak adlandırılan bazı bölgelerin hangi ülkeye katılacağı muğlak bırakılmıştı. Keşmir de bu tartışmalı prensliklerden biriydi.
Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Keşmir, dönemin Hindu hükümdarı Hari Singh tarafından Hindistan’a katılma kararıyla adeta bir yangın yerine döndü. Bu karar, Pakistan'ın itirazına ve askeri müdahalesine yol açtı. Böylece Keşmir, Hindistan ve Pakistan arasında bir dizi çatışmanın ve savaşın odağı haline geldi. 1947-48’deki ilk savaşı 1949’daki Birleşmiş Milletler gözetimindeki ateşkes izledi. Ancak bu ateşkes, yalnızca sorunu dondurdu; çözmedi. 1965 ve 1971’de Hindistan ve Pakistan arasında çıkan savaşlar, Keşmir’in statüsünü daha da karmaşık hale getirdi. Her iki ülke de bölgenin tamamı üzerinde hak iddia ederken, fiilen kontrol edilen alanlar farklılaştı. 1962’de ise Çin ile Hindistan arasında Keşmir’in doğusundaki Aksai Chin bölgesi için çatışmalar yaşandı. Böylece Keşmir, üç nükleer güç olan Hindistan, Pakistan ve Çin’in çıkarlarının kesiştiği tehlikeli bir jeopolitik üçgenin parçası oldu.
1989 yılından itibaren, Keşmir’in Hindistan kontrolündeki kısmında silahlı direniş hareketleri başladı. Bu hareketlerin bazıları yerel özerklik talepleri içerirken, bazıları ise radikal İslami gruplar tarafından desteklendi. Pakistan’ın bu gruplara zaman zaman lojistik destek verdiği iddiaları, gerilimi daha da tırmandırdı. Hindistan ise bölgede askeri varlığını artırarak cevap verdi. Sonuç olarak, Keşmir sivil halkın acı çektiği, işkencelerin, kayıpların ve insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir coğrafya haline geldi. 2019 yılında Hindistan hükümeti, Anayasa’nın 370. maddesini iptal ederek Cammu ve Keşmir’in özel statüsünü ortadan kaldırdı. Bu karar, hem bölge halkı arasında hem de uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Ardından gelen sokağa çıkma yasakları, internet kesintileri ve haber ambargoları, bölgedeki gelişmelerin dış dünya tarafından takip edilmesini neredeyse imkânsız hale getirdi.
Tüm bu tarihsel gelişmelerin ötesinde, Keşmir meselesi Müslüman halkın dini ve kültürel kimliğinin baskı altına alınması yönüyle de derin bir anlam taşımaktadır. Keşmir’in kadim halkı olan Müslümanlar, yüzyıllardır bu topraklarda yaşamış; camileriyle, medreseleriyle, İslam kültürüne ve medeniyetine katkılar sunmuşlardır. Ancak 1947'den bu yana süregelen çatışmalar ve özellikle Hindistan’ın son yıllardaki uygulamaları, bu halkın inancına, kimliğine ve onuruna yönelik sistematik bir baskı halini almıştır. 1989’dan itibaren başlayan silahlı direniş yalnızca bir siyasi başkaldırı değil; aynı zamanda bir varoluş mücadelesidir. Keşmirli Müslümanlar, yurtlarını korumak, inançlarını yaşamak ve gelecek nesillere özgür bir vatan bırakmak için ayağa kalkmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, zulme uğrayanların yanında olmanın bir sorumluluk olduğu vurgulanır: "Size ne oldu ki, Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar adına savaşmıyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75. ayet).
22 Nisan 2025’te Keşmir bölgesinde gerçekleştirilen kanlı saldırıda 26 sivilin hayatını kaybetmesi, Hindistan ile Pakistan arasında yıllardır donmuş halde bekleyen gerilimi yeniden alevlendirdi. Olayın hemen ardından Hindistan, saldırının sorumluluğunu doğrudan Pakistan’a yüklerken, İslamabad yönetimi saldırıyla herhangi bir ilgisi olmadığını açıkladı. Ancak saldırıyı, Pakistan merkezli olduğu iddia edilen ve Lashkar-e-Taiba'nın uzantısı olarak bilinen The Resistance Front (TRF) üstlendi. Bu gelişme üzerine iki ülke diplomatik ilişkilerini askıya aldı, sınır hattında ise kısa süreli fakat dikkat çekici çatışmalar yaşandı. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya başta olmak üzere birçok ülke ve uluslararası yapı, taraflara itidal çağrısı yaparak bölgedeki çatışmanın büyümemesi için diplomatik girişimlerde bulundu. Ancak bu çağrılar ne yazık ki yüzeysel bir barış arzusunun ötesine geçemedi.
Oysa burada durup şunu sormak gerekir: Bu kriz gerçekten yerel dinamiklerin, "iki komşu ülkenin çözümsüzlüğe mahkûm çekişmesinin" sonucu mu? Yoksa arka planda, yüz yıllardır bu coğrafyada entrikalarıyla varlık gösteren başka bir aklın izleri mi var? Tarihin tozlu sayfaları bu sorunun cevabını bize defalarca fısıldamıştır: İngiliz aklı. Anglo-Sakson jeopolitiği, yüzyıllardır böl ve yönet stratejisiyle Hint alt kıtasındaki huzuru sabote etmeyi başarmıştır. Ne zaman Hindularla Müslümanlar barış içinde yaşasa, ne zaman kardeşlik havası hâkim olsa, bir Hindu mahallesine atılan inek kellesi ya da bir camiye yapılan gizli saldırı ile halklar birbirine düşman edilmiştir. İngiliz sömürge aklının bu taktikleri, sadece bölgeyi değil, tüm İslam coğrafyasını şekillendiren zehirli bir miras olarak günümüzde de yaşamaktadır.
Bugün yaşananlar da bu mirasın yeni versiyonudur. Çünkü Keşmir’in içinde bulunduğu kriz sadece Hindistan ve Pakistan’ın değil, Batılı emperyal akılların yeniden dizayn etmeye çalıştığı bir coğrafyanın meselesidir. Sürekli sıcak tutulan bu çatışma hattı, Batı'nın silah ticaretini canlandırmakta; küresel savunma sanayisinin çarklarını döndürmektedir. Anglo-Sakson zihniyetin dünya genelinde istikrarsızlaştırmak istediği her coğrafyada benzer senaryolar sahnelenmekte, aynı figüranlar kullanılarak farklı başlıklarla aynı oyun oynanmaktadır. Bu nedenle Müslümanların bu oyunlara karşı uyanık olması, tarihi iyi okuması ve kardeşlik bilincini diri tutması hayati önemdedir. Keşmir’de Müslümanların yaşadığı sıkıntılar yalnızca bir coğrafi çekişmenin sonucu değil, İslam’a ve Müslüman kimliğe karşı sistemli bir dönüşüm politikasıdır. Camilerin kapatılması, dini eğitim kurumlarının denetim altına alınması, başörtülü kadınlara yönelik ayrımcılık ve dini kimliği hedef alan sansürler, Hindistan yönetiminin bölgede İslami yaşamı bastırma çabasının açık göstergeleridir. Bu noktada, İslam ümmetinin sessiz kalmaması gerekmektedir. Keşmir halkı yalnız bırakılmış, dünyanın gözü önünde inancı için zulme uğrayan bir topluluk haline gelmiştir. Filistin'de, Doğu Türkistan'da, Arakan'da olduğu gibi Keşmir'de de Müslümanlar sadece topraklarını değil, İslam'ı yaşama hakkını savunmaktadır. Bugün Keşmirli Müslümanların haklı taleplerini duyurmak, onların sesine ses katmak, her bir vicdan sahibi insanın sorumluluğudur. Çünkü Keşmir sadece bir sınır meselesi değil; bir ümmet meselesidir. Bu coğrafyada akan kan, sadece bir siyasi krizin değil, İslam ümmetinin parçalanmışlığının ve geçmişten bugüne süren algı operasyonlarının sonucudur. Ve unutulmamalıdır ki; bu çatışmalardan ancak zalimlerin menfaati, mazlumların ise gözyaşı çıkar.