“Bir kısım insanlar, müminlere:
“Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve
“Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.” (Âl-i İmran/173).
(Hz. Peygamber ve ashabının Medine’yi savunduğu Hendek Savaşı hakkında nazil olan ayet-i kerime)
Yine gelecekler; daha güçlü, daha kalabalık, daha donanımlı, daha bir hınçla…
Tek tek geldiler; meydanları ele geçirdiler, ekranları ele geçirdiler, taraftarlarına güven verip halka korku saldılar; tahrip ettiler, yaktılar, yıktılar, katlettiler; ama başaramadılar. Anadolu’nun Arif’leri önlerine dikildi; hiçbir taşkınlık yapmadan, vakarla, “Durun kalabalıklar!” dedi ve bir kez daha KALE’nin düşmesine izin vermediler.
Hatırlayalım…
Abdülhamid… En sonunda Müslüman aydınlar tarafından da yalnız bırakıldıktan sonra kendi kullandığı özel kalemiyle yazılan bir HAL FETVA’sıyla tahttan indirildi. 33 yıl direndi; ama kendi “içimizdeki beyinsizler”in de desteğiyle tespihin imamesi koparıldı.
Balkanlardan, Kafkaslardan sürüldük; Kuzey Afrika’dan kovulduk; Arabistan çöllerinde arkadan hançerlendik; geriye, Selanik Türkümüz, Tuna’ya, Cezayir‘e, Yemen’e ağıtlarımız kaldı; unutmamak, unutturmamak için yüz yıldır anneler bebelerinin kulağına fısıldıyorlar ninni olarak.
Tarlalarda, harmanlarda genç kızlar, delikanlılar, yanık türkülerle canlı tuttular hafızamızı. Askerimizin marşı oldu, analarımızın ağıtı. Sonra; anadan, yardan, SERDENGEÇEN bir yiğit, birikmiş tüm acıyı, utancı, öfkeyi ve hasreti feryada döküp koca İMPARATORLUĞA AĞIT yaktı;
Bin yıl oldu toprağına basalı
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı,
Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?..
Yol görünür, hakan emir verirdi,
Dalga dalga ordularım yürürdü,
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,
Dolu dizgin aştık nice belleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?..
Yıldız doğar, talihimiz belirir,
Sabah olur, ulufeler verilir,
Bir seferde dört krallık serilir,
Al al ettik, kara kara tülleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?..
Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,
Meydanlarda Rabb’e dua okunur,
Gölgemizden bütün cihan sakınır,
Andırırdık coşkun akan selleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?..
Kosovalar, Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,
Açmaz olmuş kızanlığın gülleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?..
Hâli görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar tâ Vistül’de gezerdik.
Haritayı biz kendimiz çizerdik.
Fetheyledik deryaları, çölleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?..
Rodopların ak başları yaslıdır,
Serdengeçti gönül, artık usludur,
Rüzgârları bile matem seslidir,
Zafer, zafer der, eserdi yelleri,
Biz n’eyledik o koskoca elleri?
Osman Yüksel Serdengeçti
Çanakkale’de yüz binlerce donanımlı gencimiz imha edildi, Anadolu toraklarında neredeyse düşünebilen insan kalmadı.
İstanbul’da rehin alınan HALİFE’ye karşı ANKARA’nın önü açıldı, LOZAN’da tespih koparıldı. Biz Anadolu’ya hapsedilirken, koskoca İslam dünyasıyla tüm bağlarımız koparıldı; 80 yıl boyunca MİSAK-I MİLLİ’den dışarı başımızı uzatamadık. Kardeşlerimize karşı kör, sağır ve lal kaldık.
Geride kalanların birazı sömürge oldu, bazıları kendilerini kral sandı; diktatörler çıkardı bir kısım topraklar; işgalcilere doğrultulamayan (yazılımı düşmanın kontrolünde olan) namlular kendi halkına karşı kullanıldı senelerce. HÂDİMÜ’L-HARAMEYN’i kutsal topraklardan İngiliz silahlarıyla kovan sözde ‘ŞERİF’ler, HÂKİMÜ’L-HARAMEYN ünvanını aldılar efendilerinden. Anlı şanlı ARAP ORDULARI tek kurşun atmadan, SELAHADDİN’in emanetine ihanet edip 400 yıldır Şehr-i Emin, KUTSAL şehir olan KUDÜS’ü ümmetin emaneti Filistin halkıyla birlikte, SİYONİST’lere kendi elleriyle teslim ettiler.
Bir de Osmanlı’nın yetimleri kaldı geride. Kosova’da, Gümülcine’de, Tiran’da, Köstence’de, Saraybosna’da. Hep beklediler umutla, mutlaka dönerler diye; EVLAD-I FATİHAN’ı yapayalnız bırakmazlar inancıyla… Ezan sesine, Osman’ın yüzüne hasret, beklediler senelerce.
... Sonra; Afganistan’da, gözümüz açıldı; İran’da, felç olmadığımızı fark ettik. Gazze’de yağan bombalar bizim de canımızı acıttı. Türkistan’daki çığlığı duyar olduk, Miyanmar’ı görür olduk; ellerimiz Somali’ye, Pakistan’a, Kudüs’e, Kırım’a uzandı. Ama uykudan BOSNA’da uyandık; dostu düşmanı tanıdık. Medeniyetin merkezindeki vahşeti gördük ve “BU BİR AVRUPALI” diyen Akif’i bir kez daha andık. Birleşmiş Milletler’in aslında Amerika’dan, Rusya’dan, Çin, Fransa ve İngiltere’den ibaret olduğunu anladık. Dünya’nın 5’ten büyük olduğuna tam inanacakken, aslında dünyanın 5‘ten değil 1’den de küçük olduğunu fark ettik. Bütün komploların, savaş ve işgal planlarının, soygun ve YENİ DÜNYA DÜZENİ’nin tek merkezden planlandığını İKİZ KULELER’den canlı canlı seyrettik. En güçlü silahın atom bombası değil ALGI YÖNETİMİ olduğunu çok geç anladık. Mankurtlaşmış sakallı bir Müslüman’ın akıllı bir düşmanın elinde en güçlü silaha nasıl dönüştüğünü EL-KAİDE ve İŞİD sayesinde öğrendik. Ama o silahı ele geçirenler, nerede planları varsa oraya sürüyorlar bir piyon gibi; patlayan her bombadan sonra oluşturulan algı illüzyonuyla maşeri vicdan teslim alınıp ne istenilirse yapılabiliyor artık. Başkentlerden birinde patlayan bir bombadan sonra kilitli çekmecelerden çıkarılan 100 yıllık planlar hayata geçirilip İSLAM TOPRAKLARI bombardımanlar, işkenceler, tecavüzler eşliğinde küresel sömürünün yeni halkasına ekleniyor. PARİS’TEKİ ÖLÜMLERE TÜM DÜNYA AĞLARKEN, ANKARA’DA BİZ KENDİMİZE AĞLIYORUZ YAPAYALNIZ.
Sancağın düştüğü yerde çok kanlar aktı, kardeş kavgaları binlerce ocağı söndürdü. Yılın 12 ayı tarih sayfalarına kırmızıyla yazıldı. İMAME’nin; tespihin tanelerini toplamaması için PEYGAMBER OCAĞI’nda komplolar kuruldu, darbeler yapıldı, darağaçlarında nice masumlar asıldı. Anadolu’nun gencecik kızları yaka paça okullarından sürgün edildiler, yaban ellerde muhacir oldular senelerce. “Alnı secdelidir” diye binlerce meslek liseli gence üniversite kapılarında barajlar kurdular. Dini siyasete alet ediyor gerekçesiyle en başarılı Cumhuriyet hükümeti REFAHYOL’u, İsrail dostu cuntalar eliyle saf dışı ettiler. 24 Ocak, 28 Şubat, 12 Mart, 5 Nisan, 27 Mayıs, 7 Haziran, 24 Temmuz, 30 Ağustos, 12 Eylül, 29 Ekim, 24 Kasım …. Vee 17-25 Aralık.
1946’da başlayan ANADOLU DİRİLİŞİ zaman zaman sekteye uğrasa; hatalar, yanlışlar yapılsa da, 2002’den sonraki süreçte TÜRKİYE, İslam ümmetinin ve dünya düzenine itirazı olanların umudu haline geldi. Sömürü düzeninin merkezi DAVOS’taki “One Minute” isyanı, insanlığın ölü toprağına AB-I HAYAT etkisi yaptı.
Tunus’ta yakılan özgürlük meşalesi kısa sürede Libya, Mısır, Cezayir, Suriye, Yemen gibi birçok İslam ülkesindeki insanı sokaklara döktü; adil bir paylaşım ve insanca bir yaşam için bayrak açtılar. Ancak, son hamleyi yine küresel aktörler yaptı ve ÖZGÜRLÜK MEŞALESİ’ni yere çaldılar ve tüm şehirlerimiz yangın yerine döndü. Haçlı kartalı jetler, Libya’dan başlattıkları BARIŞ UÇUŞLARI(!)nı Suriye’de sürdürüyorlar ısrarla. Arap baharı, 3 TEMMUZ SICAĞINDA RABİA MEYDANINDA kavruldu; Suriye, İslam ümmetinin birbirini boğazladığı arenaya döndü; Haçlı dünyasının atış poligonu haline geldi.
Ve tüm bunların içerisinde, mazlumların sığındığı son kale olan ANADOLU, Oyun Kurucular ve yerli piyonların işbirliğiyle teslim alınmaya çalışılıyor. Tek tek geldiler; meydanları ele geçirdiler; ekranları ele geçirdiler; taraftarlarına güven verip halka korku saldılar; tahrip ettiler, yaktılar, yıktılar, katlettiler. Başaramadılar. Anadolu’nun Arif’leri önlerine dikildi, hiçbir taşkınlık yapmadan, vakarla ‘DURUN KALABALIKLAR!’ dedi ve bir kez daha KALE’nin düşmesine izin vermediler.
Bir sürü karanlık Fail-i Meçhullerle toplumu birbirine düşürdüler, olmadı.
Alevi-Sünni çatışmasını o kadar katliamlar, yangınlar ve yalanlara rağmen çıkaramadılar.
Cumhuriyet Mitingleriyle tüm ülke bayraklarla manipüle edilmeye çalışıldı; sonuç alamadılar.
Ellerindeki BALYOZlarla AYIŞIĞInda SARIKIZlar ERGENEKONdan bir türlü çıkamadılar.
Bağımsızlığın sembolü silah sanayimizin gelişmesine tahammül edemeyip onlarca ASELSAN MÜHENDİSİ’ni intihar süsüyle ortadan kaldırdılar ama projeleri durduramadılar.
GEZİ akıllı binlerce çapulcu, ağacın arkasına saklanarak kendi ülkesine ateş etti; fakat dirayetli bir LİDER ve arkasında duran milyonlarca ARİF sayesinde geri püskürtüldü.
Toplumun tüm kesimlerine bin bir çeşit maskeyle güven veren bir hareket, ele geçirdiği bürokrasi, emniyet, yargı, sermaye, iletişim ve oluşturduğu algı gücüyle bir operasyon başlatıp son vuruşu yapacakken ‘Allah’ın Yardımı’yla suçüstü yakalandı. Tüm umudunu bu mankurtlara bağlayan küresel güçler, hayal kırıklığı ve şaşkınlığı çabucak üzerlerinden atıp 3 yıldır buzdolabında beklettikleri KÜRT KARTInı açtılar; piyonlar ve ajanlar eliyle onlarca şehri Suriye’ye çevirdiler.
Ama SON KALE hala dimdik ayakta ve YERLİLER, İMAME’Yİ korumakta kararlılar.
Yine gelecekler, daha güçlü, daha kalabalık, daha da donanımlı, daha bir hınçla.
Bilumum muhalifler, yabancılar, gayr-ı milliler… Ve onların uluslararası akıl hocaları, para babaları, silah tüccarları, Siyonist uşakları… Tek tek başaramadıkları son vuruşu yapmaya hazırlanıyorlar.
PKK, DHKPC, YPG, PYD, DEVSOL, DEVGENÇ, ASALA, YGS, HGS, OGS, LYS, ÖSS, CİA, KGB, BND, MI5, DGSE, BBC, CNN, MOSSAD, TÜSİAD, DOĞAN MEDYA, TİSK, TESK, TÜRK-İŞ, TGB, TABİP ODASI, BAROLAR, TEB, DİSK, PARALEL, PENSİLVANYA, DAVOS, WASHİNGTON, PARİS, LONDRA, ŞAM, BRÜKSEL, BERLİN, TELAVİV, MOSKOVA, FACEBOOK, TWİTTER(X), SOROS VE DAHİ FUAT AVNİ…
“Diktatör” algısını pekiştirmek için sürekli haber bombardımanı yapacaklar önce. Sorunun kaynağı olarak sadece BAŞKAN’ı hedef tahtasına koyacaklar ve kelle isteyecekler; “Verin 3. Abdülhamid’i, kurtulun” diyecek HAREKET ORDUSU’nun SÖZCÜ’sü.
#DİRENLİSELİ afişinin arkasında toplanacaklar Ekim başlarında. Okulların açılmasıyla birlikte sahaya inecekler; en önde 15’liler, arkada 68’liler… Sivil kıyafetli darbeciler, cumhuriyet mitingi artıkları, tüm terör örgütleri, muhalif Aleviler, ayrılıkçı Kürtler, korkutulmuş Atatürkçüler, küstürülmüş Liberaller, mevkilerini kaybetmiş Eski Dostlar, LGBT üyeleri, anti kapitalist kahramanlar, alnı secdeli mülayim hizmet hareketi militanları… Şaka değil, yılların tecrübesiyle, aynı anda tüm şehirleri savaş alanına çevirecekler. Okulları boykot edecek, liseli kanı akıtmak için her yolu deneyecekler; olmadı, kendileri akıtacaklar. Sendikaları devreye sokup tüm iş alanlarını ve trafiği kilitleyecek, hayatı durduracaklar. Spekülatörler devreye girecek; faizler yükselecek, borsa çökecek, yabancı yatırımcı kaçacak, Türk lirası pul olacak. İhracat duracak, işsizlik tavan yapacak, krediler ödenemeyecek, toplum isyana destek verecek. Hükümet şaşkın, Başkan çaresiz.
Belki “SARAY”a yürüyecekler ve Başkan’ı isteyecekler. Çevik Kuvvet içindeki kendini kamufle etmiş paralelin emrindeki polisler Pensilvanya’dan gelen emirle amirlerine itaat etmeyecek, pasif davranıp barikatın aşılmasına yardımcı olacak ve belki de bir kısmı isyana destek verecek.
Başkentlerden “İSTİFA” sesleri yükselmeye başlayacak; dünya ajanslarında TAKSİM’den canlı yayınlarla her saniye “DEVRİM”in son gelişmeleri müjdelenecek dünyaya…. Belki TRUMP; “Bir dünyaya iki başkan fazla gelir” diye REİS’in kellesini görmeden koltuğa oturmayacak.
….Tüm bu ahval ve şerait içinde… En son 28 Şubat 1997’lerde ortaokul kızlarına havale ettiğimiz direniş gömleğimizi gardırobumuzdan bulup çıkarabilecek miyiz? 20 yıldır alıştığımız koltukları terk edip sahaya inebilecek miyiz? Kur’an halkaları, tefsir sohbetleri, eğlence kampları, iftar çadırları, Ramazan şenliklerinde edindiğimiz bilgilerle HARAKET ORDUSU’nun önüne dikilebilecek miyiz? Hiçbir risk öngörmeden piknik niyetine giden YENİKAPI’lardaki 2 milyon insandan kaç kişi kefenini giyip bu azgın selin önünde durabilecek? Ömrü hayatında uzaktan havai fişek gösterisi ve maytap sallama dışında silahla karşılaşmamış akvaryum gençliğimiz, sokaktaki kudurmuş yamyamlara dur deme cesaretini kendinde bulabilecek mi? Yıllarca sadece kitaplarda okuduğumuz kahramanların bir örneğini hayata geçirip, Komutan’ı koruma adına ona siper olabilecek miyiz?
Muhalifler, 20 yıldır biber gazıyla, copla, hapisle, ölümle, KAN’la besleniyor; Miting meydanı başka, er meydanı başka. Nihai sonuç, meydanlarda kuru kalabalıklarla değil, ara sokaklardaki militan ruhlu fedailerle alınır. RABİA’da 5 bin şehid veren MISIR mücahitlerini milyonların yalnız bıraktığını unutmadan; KARAR VERELİM. BAŞKAN’I TESLİM EDİP KURTULACAK MIYIZ, YOKSA KENDİ CANIMIZDAN DAHA ÇOK O’NU ve O’NUN ŞAHSINDA SON KALE’Yİ Mi KORUYACAĞIZ?
ESMA’NIN BAYRAĞINI DALGALANDIRACAK MIYIZ?
ALİ’NİN YATTIĞI YATAĞA YATACAK MIYIZ MESELA?
EBU BEKİR GİBİ, YILANIN DELİĞİNİ AYAĞIMIZLA KAPATABİLECEK MİYİZ?
HADİ BEDİR’İ ATLATTIK DİYELİM,
UHUD’DA SİPER OLACAK MIYIZ NESİBE HATUN GİBİ?
…. VE HENDEĞİ SAVUNABİLECEK MİYİZ? NE YAPACAĞIMIZA KARAR VERMENİN ŞİMDİ TAM ZAMANI...
EKİM’E ŞURADA NE KALDI Kİ?..
Not: bu yazı, Özgün İrade Dergisi’nin 2016 Temmuz sayısında yayınlanmıştır.
Önemine binaen, 15 Temmuz kalkışmasının 9. Yılı dolayısıyla “yeniden” yayınlıyoruz…