Şanlıurfa ve bölge aşırı derecede sıcak. Hele hele bu sene dayanılacak gibi değil. Bu yüzden ister istemez ara sıra meteorolojinin sayfasına girip günlük hava raporlarına bakıyoruz. O gün meteorolojinin hava durumu raporu şöyleydi:
“Önümüzdeki birkaç gün içinde soğuk ve serinletici bir hava dalgası gelecek.” Tabii, hep sıcak hava dalgası gelecek değil ya. Bazen de bilim ve teknik, hava raporunu önceden tahminleyip bizlere bildiriyor.
Fakat gel gör ki, ertesi akşam cami minaresinden okunan seladan sonra hoparlörden şöyle bir dua yankılandı. Çağrısı çok dikkatimi çekti. Münadi tüm mahalleye sesleniyor, ardından cemaatten hep birlikte “Âmin” denmesi isteniyordu. Dua şöyleydi:
“Son günlerde meydana gelen orman yangınlarının bir an evvel son bulması, yağmurların yağması, ülkemizin ve milletimizin her türlü felaketten korunması için hep birlikte Yüce Rabbimize dua edeceğiz. Gönülden âmin diyeceğiz. Cenâb-ı Hak yapacağımız dualarımızı kabul eylesin.
“Allah’ım! Her tarafın sıcaklıkla kasıp kavrulduğu şu günlerde bizlere serin ve selametli bir hava gönder. Bizi serinlet Allah’ım…” Havalar çok aşırı sıcak gündüz tarlada, bahçede çalışamayacak duruma geldik v.b dualar, bizlere serin bir hava gönder şeklinde devam ediyordu.”
Dua ediyor ve herkes, ben dahil “amin” diyorduk.
Tamam da meteoroloji zaten bildirmişti şimdi nerden çıktı bu. Gazze yanıp tutuşurken, insanlar cayır cayır yanarken bunun sırası mıydı? diye kendi kendime söylenip durdum, sonra aklıma birden şöyle bir fikir geldi;
“Acaba” dedim bu dua gerçekten içten bir ihtiyaçla mı edildi, yoksa serin havanın zaten geleceğini bilen birileri, sonradan “duamız kabul oldu” diyebilmek için mi böyle bir sahneye başvurdu?
Şimdi düşünelim:
Meteoroloji zaten birkaç gün önce bu serinliği haber vermişti. Bilimin, doğanın yasalarını ölçerek Allah’ın kudretini anlamaya çalıştığı bir zamanda, bu duanın tam da o serinlik gelmeden hemen önce edilmesi neyin göstergesi?
Acaba bu dua, gerçekten bir yakarış mıydı, yoksa serin hava geldiğinde “Bakın, dua ettik ve Allah da kabul etti” diyebilmek için sahneye konmuş bir hazırlık mıydı?
Bir başka deyişle:
Bilim ve teknik Allah’ın kainattaki düzeninden haber verirken, bazı yapılar bu düzeni sanki kendi dualarıyla yönlendiriyormuş gibi mi sunmak istiyor? Eğer öyleyse, bu sadece dinî bir ritüel değil, aynı zamanda dini duyguların manipülatif bir gösteriye dönüştürülmesidir.
Dua, elbette müminin Rabbine yönelişidir. Fakat dua, zamanlamasıyla bir tür "mesaj yönetimi"ne dönüşürse, bu saf niyetin üzeri örtülmüş olur. Dini bir dil üzerinden hava olaylarıyla “başarı” devşirmenin yolu açılır. Bu, sadece dine değil, akla da ihanettir.
“Serin hava dua sayesinde geldi” demek, hem bilimsel gerçekliğe göz yummak hem de halkın dini duygularını yönlendirmek anlamına gelir. Ve işte tam burada sorulması gereken soru şudur:
Dua, gerçekten Allah’a mı yöneliyor; yoksa birilerinin kendine meşruiyet devşirdiği bir propaganda aracına mı dönüştürülüyor?
Belki de serinliğe en çok ihtiyacımız olan yer, havadan önce zihnimizdir.
Kavrulan sadece toprak değil, akıl da buharlaşıyor.
Ve sıcaklık sadece meteorolojik değil:
Mikrofondan yapılan niyetli duaların altındaki siyasi ve dini ajandalar, toplumun en hassas damarını; inancını, tevekkülünü, duasını kullanıyor.
Belki de serinliğe en çok ihtiyacımız olan yer, hava değil zihindir.
Kavrulan sadece şehir değil, kavrulan bir hakikat duygusudur.
Çünkü insanlar sadece sıcaktan bunalmaz; anlam kaymasından, istismardan, kandırılmaktan da bunalır.
Serin havayı Allah gönderir.
Ama havanın gelişini araçsallaştıran bizleriz.
Ve dua Allah’a ulaşmak, göğe yükselmek yerine yeryüzünde propaganda malzemesine dönüşürse, artık yalnızca havamız değil, vicdanlarımız da yanarak küle dönüşür.