Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


İsmail Hakkı Güleç


HATIRALARIM (4.BÖLÜM)

İsmail Hakkı Güleç'in yeni yazısı


 

    1982 / 83 eğitim, öğretim yılında, Malatya Darende İmam Hatip Lisesi'ne kayıt yaptırdım...

    Bu okula, kayıt yaptırmam da, en büyük etken ve emek merhum cennet mekan, annem ve de değerli Fikret hoca namıyle bilinen abimdi...

    O yıllarda, zenginlerin çocukları bile, ilçede okuma fırsatı bulamaz iken ki, benim okuduğum yıllarda eğitim, öğretim ve nitelik yönünden olsun imani, islami ve eğitim açısındanda en iyi okullar olan, İmam Hatip okuluna yazdıran ve de gelecekte islami kimlik ve kişiliğimin oluşmasında temel oluşturacak olan, İmam Hatip'te okuma sürecim bu şekilde başlamış oldu...

    Abim Fikret Hoca, 80 darbesinden önce, amcaoğulları olan Ekrem güleç, Hulusi güleç ile beraber, Mersin'e süleymancılar diye bilinen cemaate bağlı Kur'an kursuna gitmiş, 12 eylül 80 de darbe olunca da, kurslar kapatılmış ve abim ve iki amcaoğlu memlekete dönmüşlerdi...

    Abim Mersinden geldikten sonra, bizim "ağaların Mahallesi" dediğimiz, bizim mahallenin hemen altındaki mahallede, 14-15 yaşında fahri imamlık yapmış, 15 yaşında da imam hatibe kaydolmuştu...

    Abim 2. sınıfa geçince Annem rahmetli, oğlum bu çocuk buralarda heder olur, kafası da çalışıyor, zeki bir çocuk, götür bu da seninle beraber okusun, yoksa ortalıkta serseri olur, sözü hala kulaklarında çınlıyor...

Abim Fikret Hoca da, merhum annemin bu haklı ve güzel öğüdünü aynen kabul etti ve beni Darende İmam Hatip Lisesi'ne kayıt ettirdi...

    Okula kayıt olacağım gün, sabah erkenden heyecanla uyandım... Eylül ayı idi... Kekko oğlu Yenice Hamit abinin kamyonuyla birlikte, darende'ye gittik...

    İndikten sonra, okulumuz çarşıya yürüme mesafesi, yirmi dakika kadar vardı... Çarşıdan yürüyerek okula vardık...

    Okul, tabii köy okuluna göre, çok büyük bir okuldu...

    Bir odaya girdik... Müdürün odası imiş... Müdür bey ki,(müdür beyle hala görüşüyoruz) bizi bir yıl okutan ki Kur'anı Kerim dersimize giriyordu, sonra da tayini çıkıp giden, Trabzonlu Hamdi İlhan müdürümüzdü...

    Müdürün, masasının karşısındaki masada oturan, biraz iri yarı, hafif kambur ve orta yaşlı, babacan görünümlü bir adam oturuyordu...

    Karşı masada oturanın, müdür yardımcısı, Cafer Küçük hoca olduğunu, daha sonra öğrendim...

    Cafer küçük hocam, benim kaydımı yaparken, velisi kim olacak deyince ki, benim babam rahmetli olduğu ve abim de aynı okulda öğrenci olduğu için, velim olamıyordu, orada bulunan Kayserili olduğunu ve meslek dersleri öğretmeni olduğunu öğrendiğim, daha sonra tanıştığımızda, kıymetli ve değerli bir hoca olduğunu öğrendiğim, Hasan Zeyrek ismindeki, meslek dersleri öğretmenimiz benim velim olmuştu...

    80'li yıllarda, bizim ilçemiz Darende de evler genelde köylerdekine benzer bir durumdaydı... Bir veya iki katlı idi...Köydekilerden farkı, sadece üstleri çatılıydı. O dönemlerde, ilçede yurt yoktu. Çevre köylerden gelen öğrenciler ki, aileler çocuklarının okumalarını çok istiyorlardı ve varlarını yoklarını ortaya koyuyorlardı...

    Okula gidecek olan talebeler, ilçede bir ya da iki küçük odalı ev kiralıyorlar ve üç, dört kişi bazen de beş kişi bu odalarda kalıyorlardı...

    O zaman, öğrencilerin aileleri yanlarında olmadıkları için, öğrenciler ki çoğu 12 13 14 yaşlarında idiler, yemeklerini, bulaşıklarını, bütün ev temizliklerini velhasılı bütün işlerini kendileri yapıyorlardı...

    Eylül ayında, köyden ilçeye okumaya gelenler eşyalarını o zaman ilçede çok sayıda bulunan, at arabaları ile taşırlardı evlerine...

    Öğrencilerin çok giysileri olmazdı.... Ayakkabı ya da defter, çanta alacak parası olmayanlar bile vardı... Evlerde kalan öğrenciler, okul sonrası bir araya gelirler hoş sohbetler ederlerdi...

    Bende, abim ve teyzem oğlu irfan ile beraber, saatçi İsmail namıyla bilinen, Darende'nin heyketeği Mahallesi'nde, tek odalı bir ev bulmuştuk, orada kalıyorduk...

    İmam Hatibe bakışladığım yıllarda, Darende'nin nüfusu 10.000 civarındaydı... Adeta bir köyü andırıyordu... Kenar cadde ve sokaklarda hiç asfalt yoktu, her yer çamurdu...

    Kışları çok soğuk olurdu... Özellikle, tohma çayının etkisi ile olsa gerek, dondurucu soğuklar olurdu...

    Yemeklerimizi, küçük tüpte yapardık... Menümüz genellikle tek çeşit olurdu... Ramazana has, nadirende olsa iki çeşit yemek yaptığımızda olurdu...

    Orta bire giderken, akşam yemeği için bulgur pilavı yapayım dedim... Suyu tencereye doldurdum... Neredeyse ağzına kadar su koymuştum, bulguru da içine ekledim ve tüpü açtım, tencere kaynamaya, fokurdamaya başlayınca,  yaptığım bulgur pilavı daha pişmeden taştı...

    Yani, bulgurunu ve suyunu çok koymuşum, bizim bulgur pilavı daha pişmeden ve yiyemeden çöpe gitmişti..!

    Ortaokul üçe giderken, cumartesiyi pazara bağlayan gece, lüks bir yemek yapalım dedik...

    Ben, abim, teyze oğlu İrfan aynı evde kalıyorduk... O zamanlar, fasulye az bulunan ve bizim için çok lüks bir yemekti...

    Ne zaman, nereden aldık ya da köyden mi getirmiştik hatırlamıyorum, bir kilo civarında bir fasulye vardı mutfağımızda..!

    Kuru fasulyeyi, bir gün önceden suya koymadan, suyu tencereye koyduk, fasulyeyi de suyun içine doldurduk ve küçük tüpümüzü yaktık...

    Diğer odamıza geçip eğlenmeye başladık... Çünkü, ertesi gün pazardı ve okul yoktu... Derken, arada bir de, fasulyemiz pişip pişmedimi diye kontrol ediyorduk...

     Ama, fasulye bir türlü yumuşamıyordu ve gittikçe dahada sertleşiyordu... Saat 10 oldu, 10.30 oldu, nihayet 11'e çeyrek kala ki, hem mutfak, hem banyo, hem de odunluk olarak kullandığımız alanda ki, küçük tüpün yandığı alanda aynı yerde idi, artık bu kuru fasulyenin pişmeyeceğini karar verdik ve indirip suyuna ekmek bandıralım bari, aç kalmayalım diye düşündük... Tencereyi tüpün üzerinden tam indirecek iken, odunlarımızın arasından bir küçük yuvarlanarak geldi ve bizim üç saattir pişmesini beklediğimiz içinde mübarek?! kuru fasulyemizin bulunduğu tencreye çarptı ve de tencere bu çarpmanın etkiyle devrildi... Tabi ki, bizim mübarek fasulyemizde dökülüverdi... Zaten küçük tüpümüzde pır pır ediyordu, yani bitmek üzereydi...

     Üçümüz birden, yemeğin dökülmemesi için üstüne atılıp kapansak da, yemeğin dökülmesini engelleyemedik ve o gece aç yatmıştık...

    Ertesi gün pazar olduğu için ki, tüpçüler o gün kapalıydı ve o gün de aç kalmıştık... 
    
    Ortaokul yıllarımız, biraz acemiliklerle geçmişti...

    Çünkü, yeni bir okul, yeni öğretmenler, yeni bir ilçede okumak köyden, aileden, anneden, kardeşlerden ayrı kalmak biraz zor gelmişti hepimize...

    Gurbetlik hissi ve köy hasreti doğdu içimize...

    Çünkü, daha on iki yaşındaydım... Ama, orta ikiye geçtikten sonra, yavaş yavaş  bunlara da alıştım...

    Orta ikide, büyük bahçesi olan bir evde kalıyorduk... Yine heyketeği mahallesi'nde idi evimiz... Ama, beraber kaldığımız arkadaşlarımla uyum sağlayamamıştım... O yıl, çok gergin ortamda okudum... Bu kötü ortam, beni psikolojik olarak da beni çok yıpratmıştı...

    Ortaokul ikinci sınıf, özellikle de ilk dönemi, benim derslerimide olumsuz yönde etkilemişti...

    Ama, ikinci dönem toparladım ve sınıfı geçtim... Orta üçte ise, yeniden teyzem oğlu İrfan dilek ve abim Fikret hocayla kaldık...

    Ev iki katlı idi. Alt katta biz, üst katımızda ise ayvalılı arkadaşlar, yan tarafımızda ise, İsmet memur arkadaşımız kalıyordu...

   Ortaokulda, yavaş yavaş kitap okumaya yöneldim... Sürekli kitap okuyordum... Özellikle romanlar, hikayeler okuyordum... Yani hiç durmuyorum...

    Hafta sonları, evden hiç çıkmıyor ve sürekli kitap okuyordum... Kütüphanenin en çok okuyanlarından birisi bendim... Bazen kütüphanede okuyordum... Orhan diye bir müdürü vardı kütüphanenin... Babacan bir insandı, kütüphane ortamı hem temiz, sessiz, sakin, hemde sıcaktı... Okuyacağım kitabı, bazen de emanet olarak alıyor, evde okuyup geri götürüyordum...

    Okuma alışkanlığım bu şekilde başladı... Ortaokul üçüncü sınıfta okurken sınıfımızda okuyan ki, çok değerli, kıymetli, önemli, lider tabiatlı ve de zeki öğrencilerinden olan Hulusi Boyraz kardeşin bana vermiş olduğu, bir iki kitabı okudum... İslami içerekli kitaplardı bu kitaplar...

    Özellikle de, İhsan Süreyya Sırma hocanın "Medine dönemi kitabını çok beğenmiştim...

    Ortaokul, üçüncü sınıfa gelince, yavaş yavaş fikir kitaplarıyla tanışmaya başladım...

    Orta üçün dersleri, bir önceki yıla göre daha kolaydı...

    Bizim öğrencilik yıllarımızda, öğretmene hem saygı vardı, hem de öğretmenden çok korkulurdu... Öğretmenlerimiz heybetli ve serttiler... Derslerimize çok disiplinli çalışırdık... Yani bir insan, tek bir dersten dahi sınıfta bırakılırdı...

    Ortaokulu bitirince abilerimle beraber, Ankara'ya çalışmaya gittim... Her işte çalışıyorduk, inşaatlarda falan... Kazandığımız parayı ise, kışın harçlık yapıyorduk...

    Lise1'de derslerimiz çok daha fazla ve zor idi... Derslerimize çok çalışmamız gerekiyordu... Lise birde sınıf mevcudumuz kırk talebeden oluşuyordu... Sene sonunda on dokuz öğrenci arkadaşımız sınıfta kalmıştı.... Lise ikiye yirmibir kişi olarak devam ettik... Ben de o yıl sınıfı geçenlerdendim...

    Bizim gibi, köyden gelip, öğrenci evlerinde kalan arkadaşlarım ki, benden bir iki sınıf önceki abilerim, Malatya'daki İslami çalışmalar yapan Müslümanlar ile, yine İslami kitaplar, kasetler satan kitabevleri tanışmışlar, kendi aralarında bu mealde dersler yapıyorlarmış...

     Yine bu arkadaşlar, kendi aralarında, İslami bilinçlenme süreci başlatmışlar... Darende de, özellikle de İmam Hatipte ya da diğer okullarda bir çok arkadaşımız bu çalışmalara katılmış, ama benim bu çalışmalardan haberim olmamıştı...

    Ta ki, 1986-87 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde, çok soğuk ve sert bir günde, okul çıkışında Cumhuriyet İlkokulu ve Endüstri Meslek Lisesinin ortasından geçen ve zaviye mahallesine giden noktada, okulumuzda okuyan, iki arkadaş Musa Kılıç ve Osman Gürbüz ağabeyler bana ki, Osman Gürbüz ağabey bizim ev komşumuzdu...

    Osman abi bana, eve gittikten sona, bizim eve gelebilirmisin demişti...

    Bende, eve gidip üstümü değiştirdikten sonra, Osman abilere gittim...

    Evde dört ya da beş kişi vardı... Sonra çay getirdiler.... Ben bir sandalyede oturuyordum... Diğer arkadaşlar yer minderinde oturuyorlardı...

    Musa Kılıç kardeşimiz bize, Şehit Seyyit Kutubun "yoldaki işaretler" kitabından bir bölüm okudu. Ama çok  anlayamamıştım...

     Okuma faslı bittikten sonra, eski bir teybe, bir kaset koydular...

    Daha sonra, isminin "hicret" olduğunu öğrendiğim kaseti dinleyince, adeta başımdan kaynar sular döküldü ve içimde büyük bir huzur, sükun, arzu, iştiyak ve inanç oluştu...

    O esnada, bütün bedenimin sarsıldığını hissettim ve orada bulunan arkadaşlara hitaben, ben de "Müslüman oldum"! dedim ve arkadaşlar tabii ki, benim bu sözüme gülüştüler...

   Peygamberimizin (sav) hayatını ve hicretini anlatan, gerçekten çok güzel hazırlanmış olan, hicret bant tiyatrosu ve Ömer karaoğlu'nun okumuş olduğu, o harika islami marşlar, benim yürek ve gönül dünyamda çok büyük bir tesir meydana getirmişti...

    Ben arkadaşlara, abimin seksen öncesi Kur'an kurslarında okuduğunu, birazda yarı hafız olduğunu ifade ettim ve bu kaseti O'nun da dinlemesi ya da komşumuz olan diğer arkadaşlarımında dinlemesini, onların da hidayete ermesini talep ettim, onlarda benim bu talebimi kabul ettiler...

     Teybi ve kasetide alarak oradan ayrıldım, kendi evimize gittim.... 
    
    Eve gittiğimde, abim yatıyordu... Ben abime, bak ben iman ettim, gel sende iman et dedim...

    Sana, hidayete ermen için, kaset getirdim dedim...

    O da dedi ki, biz kafir miyiz ki iman edelim..! saçma sapan konuşma dedi....

     Benim, gönül dünyamda, büyük etki gösteren bu kaset, diğer arkadaşlarımda çok da etki göstermedi...

    O günden itibaren, ben o arkadaş grubuyla devamlı görüşmeye başladım... Kitaplar alıyor, okuyor ve çevremdeki insanlara bunları anlatıyordum...

    Daha önce kılmadığım halde, namazlarımı kılıyordum... Hatta öyle ki, sabah namazında Darende'nin kuru ayazında, karın yağdığı bir ortamda, her yerin buz olduğu zamanlarda  bile, abdestimi soğuk suda bilerek alıyordum... Daha sevaptır diye..!

    Bazen, karın üstünde bile, nefsimi yenmek için namaz kıldığım oluyordu ve çevremdeki arkadaşlar bana, sen delirmişsin, kafayı yemişsin, seni cin çarpmış diye benimle alay ediyorlardı...

     Lise1 bu şekilde bitti... Lise birden sonra, arkadaşlarla görüşmelerim sıkılaştı... İslami mücadelede daha aktif hale geldim...Okuduğum kitaplar ve katıldığım ders grupları sayesinde bilgi birikimim biraz daha fazlalaştı, ezberlediğim ayetler, hadisler daha çoğaldı...

     Biraz, İmam Hatipli olmam ve biraz da, Rabbimin bana vermiş olduğu yetenek sayesinde, hitabet yeteneğiminde iyi olması dolayısıyla, bu öğrendiğim Kur'ani, İmani, İslami, Akidevi veTevhidi bilgi ve hakikatları, diğer insanlarada anlatıyordum...

      Özellikle de, köyümüzdeki insanlara anlatmaya, davamı tebliğ etmeye ve tevhide davet etmeye başladım...

    Tabii, geleneksel bir yapıdan gelen, biraz devletçi, birazda milliyetçi, muhafazakar bir topluma ve de okuma özelliği olmayan  insanlara, bu tür Tevhid'i meseleleri anlatmak hiç de kolay olmadı...

    Hem biraz benim acemiliğim, hem de karşımdaki insanların yapısını hesaba katmamam ve de usül, üslup, yol ve yöntem bilmemem, benim bu iyi niyetli davet çalışmamı bir noktada sekteye uğratmıştı...

    Herkes, adeta benim karşıma dikilmişti... Ama ben yılmadan, usanmadan ev ev dolaşıyor, bazen evlerde, bazende camilerde "SAHİH İslam'ı" anlatıyordum...

    Benim, bu şekilde insanları İslam'a, Tevhide Davet etmem,  toplumu bilinçlendirme çabalarım ve topluma zalimlere, kafirlere, müşriklere ve de tağuti otoritelere boyun eğmemeleri gerektiğini anlatmam, sistemin adamları tarafından dikkate alınmış ve benim İslami mücadele ettiğimi duyan, Darende'deki Jandarma komutanı, köyümüzün muhtarına, bu hangi kitapları okuyor, ne okuyor, ne anlatıyor demiş ve okuduğum kitapların listesini istemiş..!

Muhtarımız da, çevreden bilgi toplayarak olsa gerek, komutanın istemiş olduğu okuduğum kitap listesini  jandarmaya vermiş...

    Bunu, daha sonra, o yıllarda bizim köyde imamlık yapmış olan ki, benim de kişiliğine ve samimiyetine inandığım, güvendiğim, sevdiğim kendisi bingöllü idi Hakkı Hocadan öğrendim...

Devam edecek... 
Selam ve dua ile...

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR