Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Hakikat ve Hurafe: “manevi” ve maddi düzlem içre…

Hurafe olgusunu her şeyden ziyade din ile ilişkilendirdiğimizde, bizlere vahiy ile bildirilen, Hz. Muhammed(s)’in kavli (hadis)ve fiili sünneti ile teyit edilen, bununla birlikte “maksadı anlamak açısından” dost doğru yolu” takiple vahiden süzülüp gelen hakikatin, ona uygun bir şekilde yorumlanmasıyla elde edilen bilgi dışında ele edilen bilgi hurafe olarak değerlendirilir.


TDK Sözlüğe göre, dilimize Arapçadan geçmiş bulunan ve “herhangi bir mantıklı açıklaması olmamasına ve somut bir delile dayanmamasına rağmen, belli başlı kişiler tarafından gerçek olduğuna inanılan rivayetlere” hurafe dendiği belirtilir.

Özellikle de İslam'ın hoş görmediği batıl inançlar için kullanılır. Zaten hurafe söz konusu olduğunda, akla ilk gelen şeyin din ile ilişkili bir konunun hakikate mebni olmadık bir şekilde ifade edildiği düşünülür.

Ona yönelik tanımda da belirtildiği üzere,  maddi planda hurafeye konu olanın mantıklı bir açıklamanın olmaması önplanda olsa da, konu din, özellikle de İslam ile ilişkilendirilir.

Bunun yanında, hurafe gerçeğinden hareketle, onun, salt dile getirilen ifadelere yönelik açıklaması dışında bir de, akil baliğ vasfı bulunan insanların, hayatlarının son evrelerinde bunalmaları, olumsuz anlamda birçok psikolojik hale düşmeleri (ateh getirmeleri) de hurafe olgusu ile açıklanabilir.

Hatta argo içerisinde kendine yer bulmuş olan ve amiyane tabirle söylersek; “yaşı oldukça ilerlemiş erkek, yaşlı, ihtiyar erkek.”ler için söylenen “moruk” ifadesi de aynı anlama delâlet eder.

Kişi bağlamında, bedenin sağlığını kaybetmesi de, sağlığın yerini hastalığın alması da, bir açıdan doğru ve yanlış ikileminde kendine yer bulur.

Hastalanmamak, sağlıklı kalmak hakikati içerdiği gibi, bedenin çeşitli hastalıklara maruz kalması da, doğal olarak, ona varit olan hastalığın hurafe kalıbında kendini göstermiş olur. 

Hurafe olgusunu her şeyden ziyade din ile ilişkilendirdiğimizde, bizlere vahiy ile bildirilen, Hz. Muhammed(s)’in kavli (hadis)ve fiili sünneti ile teyit edilen, bununla birlikte “maksadı anlamak açısından” dost doğru yolu” takiple vahiden süzülüp gelen hakikatin, ona uygun bir şekilde yorumlanmasıyla elde edilen bilgi dışında ele edilen bilgi hurafe olarak değerlendirilir.

İşin dinî boyutu böyle olmakla birlikte, hurafe, içerdiği anlam açısından ele alındığında, onun maddi planda da işlediğine şahit oluruz.

İlahi bilgi ve onun, kişinin “aklını kullanması”nın salık veriliği emir ve tavsiyeye bakıldığında, aklın kullanılmadan, onun bir nevi iptal edilip yerine salt duygunun ikame edilmesi sonucunda, hurafe, irrasyonel bir kalıpla karşımıza çıkmış olur.

Tabii ki, biz burada, irrasyonel durumu hakikat dışılıkla vasıflandırdığımızda, gaybî bilgiyi -maddi doneler eşliğinde elde edilemez düşüncesiyle- reddeden rasyonaliteden değil, o tür bilgiye ihtiyaç duyan rasyonaliteden, rasyonel(doğru), doğrulanmış bilgiden bahsediyoruz. Ki, bunun altını çimek lazım.

Zira bu metodu takip ettiğimizde, akla, vicdana ve hislere etki eden gaybi bilgi sayesinde, kişinin yanılması ve yolunu şaşırması pek mümkün değil iken, bir bilgi türü olan gaybi bilginin dışlanması, onu dışlayan kişinin kendisini rasyonel bir çerçevede ve istikamette olduğunu düşünmesi, çoğunlukla mümkün olmamaktadır.

Zira insanı yaratan, ona “maddi ve manevi alanda” kullanılması gereken bir reçete sunan Allah+ın © kendi kulunu haramlara karşı uyarması karşısında, kişinin sözde rasyonel davranıyor oluşu, onun rasyonelitesinin aslında hurafe içerdiği çok rahatlıkla söylenebilir.

Allah©, kumar gibi maddi illetlerden bahsederken, onu kullanan kişiyi, bedenen çürüten, aklı dumura uğratan ve bunun yanında birçok şahsi, ailevi ve toplumsal sorunlara yol açan içki konusu da başlı başına “makul” rasyonaliteye zıtlık içerir.

Sonuca baktığımızda, Hurafe, yukarıda da değindiğimiz üzere, bilinen yönüyle dinî bir anlama havi olmakla birlikte, maddi planda, dinî emirlerin uygulanmaması, savsaklanması soncunda, o alanda dini emirlerin dikkate alınmaması olarak kabul edileceği gibi, yine dinin emri istikametinde “emanetin ehline verilmesi” bağlamında; işlerin ehliyet ve liyakat içre değil de, yanlış algıya ve o minvalde bir kabule dayanan sadakat” durumum da, bir nevi hurafe kalıbı içerisinde değerlendirilebilir.

Sadakat hali, çoğu zaman hakikati içermiyor olabilir. Yani, kişi sadık kalacak, ama hangi temelde, hangi doğrultuda kime karşı ve neyin karşılında?

Bu kıstas çok önemli!

Mahalle yönetiminden ülke yönetimine dek yönetim mekanizmalarında, ehliyet ve liyakat yerine, salt sadakati esas alan bir yönetim şekli, rasyonaliteyi berhava edecek, ilgili kişiler belirlenirken, büyük bir ihtmalle seçim söz konusu olacağı yerde, kişiler, o da ”sadakat ölçüsü içerisinde” atama yoluyla makama geliyorlarsa, kurumsal özerklik ve özgünlük bir tarafa atılıp “yukarının baskın çıkması” sonucunda, o özerkliğin ve özgünlüğün yok edilmesi sonucunda oluşan duruma “hurafenin maddi planda zahir olması” kabilnden bakabiliriz.

Kurumların kendi özgünlüğünü yitirmesi olayını, -yani hakikati ıskalamasını- mevcut iktidarın, son dönemlerde, sosyolojik anlamda “toplumu anlama ve farklılıkları dikkate alma, ona göre rasyonel politikalar geliştirme ve uygulama” durumu yerine, “toplumu değiştirme, ‘devletin aslî görevi olmadığı halde’ dindar nesil yetiştirme ve inanç farklılıklarını dikkate almama” düşünce ve eyleminde Diyanet kurumun, eskiye nazaran baskın bir şekilde memur kılınması üzerinden okuyabiliriz.

Bu durumda, bize bayağı bir ufuk açar.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR