Faysal Mahmutoğlu

Tarih: 01.05.2023 00:04

Güle Güle Çağın Nuşirevan’ı

Facebook Twitter Linked-in

Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, birçok meslektaşının aksine herhangi bir yolsuzluk ya da skandala karışmadan, tamamen insani gerekçelerle itibarının zirvesinde iken, önünde parlak bir gelecek olmasına rağmen henüz 42 yaşında onurlu bir şekilde politik kariyerini ‘mutlu bir kavşakta’ sonlandırdı.

Siyaseti bıraktığını açıkladığı parlamento oturumunda Müslüman toplumun üyeleri, maden kazasında ve yanardağ patlamasında ölenlerin yakınları, Maori yerlileri, ailesi ve küçük kızı Neve To Aroha hazır bulunmaktaydı. Sırtında Maori yerlilerine ait bir giysi vardı.

Bu kirli çağda politik figürlerde pek de aşina olmadığımız, ülkesinin dini ve etnik zenginliklerini kucaklayıcı, samimi, adil ve eşine az rastlanır sağduyulu bir siyasi kişilik olarak tarihteki yerini aldı. Çağın vicdanı olarak anabileceğimiz dürüstlük abidesi bir siyasetçi.

Amerika’dan Rusya’ya, Brezilya’dan Azerbaycan’a ve memleketimize kadar, dünyanın dört bir yanına kadar koltuklarına yapışan, iktidarı bırakmamak için her yola başvurmayı meşru gören siyaset erbabına adeta bir ders verdi.

2017 yılında başbakan seçildiğinde dünyanın çoğu bölgesi otoriter ve ırkçı liderler tarafından yönetiliyordu. ABD’de Trump, Filipinler’de Duterte, Rusya’da Putin devlet başkanıyken, Macaristan’da Orban ve Hindistan’da Modi başbakan olarak görev yapmaktaydı. Bunların ortak özellikleri devleti keyfilikle yönetmeye çalışan, kamu hazinesi ile şahsi banka cüzdanı arasında fark gözetmeyen, demokrasinin kolonlarını kesen kişilikler olmalarıdır.

Başarısızlıklarının sorumlusu olarak da dış güçler veya muhalefeti gören anlayışa sahiptirler.

37 yaşında göreve başladığında dünyanın “en genç kadın başbakanı” unvanını alan Ardern, liderliği süresince birçok başarılı politikaya imza attı. Ülkesini kabalıkla değil nezaketle; buyurganlıkla ve kibirle değil diyalogla yönetti.

Anayasal yetkilerinin sınırlarını bilerek, empatiyle ülkesini yönetti. Vazgeçilmez olmadığını unutmadı ve kendisini kurtarıcı mesih-mehdi olarak görmedi. Esasen demokrasilerde kurtarıcılara da ihtiyaç yok.

Dünya genelindeki Müslümanlar onu, 2019’da Christchurch’te Nur ve Linwood camilerinde Cuma namazı için toplanan Müslümanlara yönelik gerçekleşen ve 51 kişinin ölümü, 49 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan ırkçı terör saldırısı sonrasında takındığı, birçok Batılı lidere ders niteliğindeki tutumuyla tanıdı.

Arden saldırıyı hiç vakit kaybetmeden terör saldırısı olarak niteledi. Katliamı yapan “beyaz Hıristiyan” katili de “terörist” ilan etti.

Saldırının ertesi günü yanına diğer partilerin de temsilcilerini alarak başkent Wellington’daki Kilbirnie Camii’ne gitti. Bir araya geldiği Müslüman toplumla dayanışma ifadesi olarak başörtüsü taktı, kurbanların yakınlarına sarıldı, onlarla birlikte gözyaşı döktü ve şöyle dedi:

“Yeni Zelanda bizim evimiz”, “onlar ‘biziz’, biz ‘onlarız’. Mülteci kotasını yükselterek ve özellikle çatışmalar nedeniyle güvenli ve kalıcı evi olmayan ve sığınmak isteyenleri kabul edeceğiz.” sözleriyle, hedef alınan Müslümanların toplumun temel parçalarından biri olduğu konusunda teminat veriyordu.

Ardern başörtü takmasının nedenini, “başörtüsü takarken kendilerini güvende hissetmeyen Müslüman kadınlara destek vermek” diye açıkladı.

Katliamdan sonra parlamentodaki ilk oturumda, halka şöyle seslendi: “ Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu”

Müslüman göçmenleri hedef alan İslam karşıtı saldırı karşısında birleştirici tavrında netti; Yeni Zelandalılara ülkelerinin en çok kıymet verilen toplumsal değerlerini hatırlattı. ”Biz 200’den fazla etnik kimliği içeren, 160 dilin konuşulduğu onurlu bir ulusuz” hatırlatması yapıp, ‘beyazların üstünlüğünü’ savunanlara açık mesaj verdi: “Bizi seçmiş olabilirsiniz ama biz sizi tümden reddediyor ve kınıyoruz.”

Ardern, ABD Başkanı Trump’ın Christchurch’teki cami saldırı sonrası “beyaz milliyetçiliğinde bir yükseliş görmediğini” söylemesi ve “ABD size nasıl destek verebilir?” diye sorduğunda, “Müslüman toplumların sadece sempati ve sevgiye ihtiyacı var, onları anlamaya çalışın yeter.” diyerek adeta bir ayar çekti.

Ardern, aynı zamanda Benazir Butto’dan sonra başbakanlık görevi sırasında anne olan ikinci siyasetçi olarak tarihe geçti. 2018’de henüz emzirdiği 3 aylık bebeği Neve ile birlikte New York’taki yıllık Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarına katılan Ardern, bunu yapan ilk dünya lideri oldu. Amerika’ya giderken, çocuğunun babasının uçak biletini kişisel hesabından ödemişti.

Jacinda Ardern ayrıca ülke tarihinde bir ilk olarak yerli halk Maori’ye mensup kadın siyasetçi Nanaia Mahuta’yı Dışişleri Bakanı olarak atayarak tüm toplumu kucaklayan birleştirici bir siyasetçi profili çizdi.

Yeni Zelanda, dünyanın en yaşanılır, en güvenli, en müreffeh ülkelerinin başında geliyor. Uluslararası Şeffaflık örgütünün 2017 yolsuzluk algısı endeksinde Yeni Zelanda 89 puanla dünyanın en az kamu yolsuzluğu yaşanan ülkesi olarak birinci geldi. Hem de dünya ortalamasının 50 puanın altında olduğu bir listede. Halk “Neden 100 puan değil de 89 puan?”ı sorguladı.

2020 yılındaki İslamilik endeksinde ilk 40 ülke arasında herhangi bir Müslüman ülke yer almazken, Yeni Zelanda birinci sırada yer aldı. Bu arada Türkiye’nin de 100. sırada olduğunu belirtmeliyiz.

Timurlenk’in bir sözü vardır: Ülkeler kılıçla alınır ama ancak adaletle korunur.

Son olarak Hz. Peygamber, İran Sasani İmparatorluğu Hükümdarı Nuşirevan’ı kastederek; Ben, adil bir sultan zamanında dünyaya geldim buyurarak onun adaletini övmüştür. Bizler de Jacinda Arden’in çağdaşı olmaktan gurur duyuyoruz.

 

Basına yansıyan haberlere göre Ardern, yakında bir süre Harvard Üniversitesi Kennedy School Kamu Liderliği Merkezi ve Berkman Klein İnternet ve Toplum Merkezindeki programlarda görev yapacak. Bu görevlerin ardından Yeni Zelanda’ya dönmeyi planlıyor.

NOT: Yazıdaki bilgilerin bir kısmı Bloomberg ve T24 yazarı Cemal Tunçdemir’in makalesinden alınmıştır.

 

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —