Aşırı gösteriş ve şatafat, tarih boyunca Ortadoğu’nun ve otoriter rejimlerin en belirgin hastalıklarından biri olagelmiştir. Ne yazık ki, günümüzde bazı toplumlarda ve ülkemizde de, akıl ve rasyonaliteden uzaklaşma eğilimi, bu tür gösterişli tuzakların etkisini artırmaktadır.
Görkemli saraylar, ihtişamlı törenler ve dışa dönük lüks gösteriler, kısa vadede bir güç illüzyonu yaratabilir; ancak uzun vadede toplumsal enerji ve kaynakların israfına yol açar. Asıl sorun, bu görünümlerin gerçek üretkenlik, adalet ve toplumsal refah üzerinde bir karşılığı olmamasıdır.
Güçlü ve saygın devletler, şatafattan ziyade hukukun üstünlüğü, adaletin tesisi ve toplumsal refahın artırılmasına odaklanmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme döneminde yalnızca sarayların ihtişamı değil; adalet sistemi, genel refah ve eğitim kurumları devletin itibarını pekiştirmiştir. Modern dönemde ise Japonya ve İsveç gibi ülkeler, dışa dönük ihtişam yerine kurumsal işleyiş, eğitim ve bilim alanındaki başarıları ile uluslararası saygınlık kazanmıştır.
Tarih, aşırı şatafatın geçici etkilerini de açıkça göstermektedir. Romanya’nın otoriter lideri Çavuşesku’nun sarayı, Irak’ta Saddam Hüseyin’in ihtişamlı yapıları ve Körfez ülkelerindeki lüks projeler, kısa süreli dikkat çekmiş ve liderlerin gücünü abartılı biçimde göstermiştir. Ancak bu tür gösteriler, halkın temel hak ve ihtiyaçlarını karşılamadığı sürece kalıcı saygınlık ve güç sağlayamaz. Gösteriş ve şatafat, yalnızca liderin egosunu ve rejimin geçici ihtişamını yansıtır; halkın refahına veya toplumsal üretkenliğe kalıcı katkı sağlamaz. Gerileme döneminde Osmanlı ve Mısır saraylarının inşası dış borçlarla finanse edilmiş; bu borçların ödenmesi mali bağımsızlığın kaybına yol açmıştır.
Devletin gerçek gücü, kurumlarının etkin işleyişinde, bireylere sunduğu fırsatlarda ve toplumsal barışı sağlamadaki başarısında kendini gösterir. Bilim, sanat, spor ve kültür gibi alanlarda elde edilen başarılar, hem bireysel hem de kolektif değer üretir; toplumun özgüvenini ve uluslararası saygınlığını pekiştirir. Bu nedenle sadece dışa dönük ihtişam ve gösterişe odaklanan ülkeler, uzun vadede gerçek gücü ve itibarı elde edemezler.
Devletin ve milletin kaynaklarının verimsiz kullanımı; lüks, şatafat, yandaş kayırma veya sonucu hesaplanmamış dış müdahaleler için harcanması ciddi bir kayıp yaratır ve mali dengeyi sarsar. Halbuki bu kaynaklar, toplumun genel kalkınması, altyapının iyileştirilmesi, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin güçlendirilmesi için kullanılmalıdır. Kaynakların doğru ve adil kullanımı, sürdürülebilir refahı güvence altına alır ve devletin kalıcı itibarını pekiştirir.
Gösteriş kısa süreli dikkat çekse de, kalıcı etki yaratmaz. Tarih, güçlü ve saygın devletlerin, ihtişam yerine adalet, israf yerine üretkenlik ve görünüş yerine değer üreterek ilerlediğini göstermektedir. Toplumun refahı, bireyin hak ve özgürlükleri, kültürel ve bilimsel birikim ile yoğrulmuş bir devlet anlayışı, dışa dönük gösterişli imgelerden çok daha güçlü ve kalıcıdır.
Devlet ve toplum arasında sağlıklı bir denge kurabilmek için liderlerin ve yönetimlerin akıl ve rasyonaliteden kopmaması şarttır. Kaynakların etkin ve adil kullanımı, her bireyin potansiyelini geliştirebileceği bir ortamın sağlanması, toplumsal güvenin temel taşlarını oluşturur. Bu değerler, yalnızca bir toplumun iç huzurunu sağlamaz; aynı zamanda uluslararası alanda kalıcı itibar ve etki kazandırır.
Sonuç olarak, gerçek güç ve saygınlık, görünüşten ziyade değer üretiminde, israftan ziyade akıl, adalet ve üretkenlikte ortaya çıkar. Devletler, itibarlarını şatafata değil; hukukun üstünlüğüne, toplumsal refaha ve kültürel birikime dayandırdıklarında, hem kendi halkına hem de dünyaya kalıcı bir örnek sunabilirler. Gösteriş geçici bir ışıltı, hakikat ve değer ise kalıcı bir ışık olarak aydınlatır.