Bu metin, bir düşüncenin yola çıkmadan önce kendi sağlamasını yapma çabasının ürünüdür. Zira yola çıkmadan önce yolun yürünebilirliğini sorgulamak, yolda karşılaşılacak zorlukları önceden kavrayabilmek açısından önemlidir. Çünkü mesele yalnızca yol meselesi değil, bu yolda yürüyebilme meselesidir. Bu yol, inançla, azimle ve ihlasla yürünmesi gereken bir yoldur.
Her büyük başarının ardında sabırla yoğrulmuş bir emek, samimiyetle taşınmış bir gayret ve azimle örülmüş bir mücadele vardır. Bugün elimizde bu yolu yürüyebilecek fikirsel ve manevi azıklar mevcuttur; ancak eksik olan, bu azığı harekete dönüştürecek iradedir. Bu iradenin mevcudiyeti adalet ve ahlak ile sağlanır. Her toplumsal diriliş hareketinin buna ihtiyacı vardır. Bu hareket, geleceğe yürüyüşümüzün pusulası olmalı; bize yön göstermeli, istikamet kazandırmalıdır. Ancak bu yönü yürünebilir kılacak olan şey, bu hareketin mensuplarının gayreti, inancı ve sebatıdır.
Unutulmamalıdır ki, iki kişi samimiyetle bir araya gelirse, üçüncüleri Allah’tır. Yüz kişi olursa yüz birincileri, Bin kişi olursa bin birincileri yine O'dur. Yardımcıları Allah olan bir işte başarısızlık ihtimali yoktur. Çünkü Allah, ihlasla yapılan hiçbir çabayı zayi etmez.
Dolayısıyla bize düşen, sadece bir “hareket kurmak” değildir. Asıl hedefimiz, bu hareketi bir umut mektebine, bir toplumsal diriliş çağrısına dönüştürmek olmalıdır.
Geçmişe takılıp kalmak yerine, tarihteki güzel örneklerden istifade ederek istikbale ışık tutan bir hareket inşa etmeliyiz. Tarih felsefesi, bize geçmişin yalnızca bir hatıra değil, geleceği kurmanın anahtarı olduğunu öğretir. Tarihi değiştirenler kalabalıklar değildir; inanmış, davasını yüklenmiş, az ama nitelikli topluluklardır. Her büyük medeniyetin ardında sayıca küçük, fakat ruhça büyük insanlar vardır.
Bu sebeple, kişiler veya gruplar üzerinden değil; ilke, inanç ve insanlığın ortak değerleri üzerinden bir medeniyet tasavvuru geliştirmeliyiz. Eğitim müfredatlarımız, bu tasavvur üzerine yeniden inşa edilmeli ve programlanmalıdır. Kendi içimizde birlik, kardeşlik ve adalet, dış dünyaya karşı ise üretkenlik, dirayet ve hikmetli duruş sergileyen bir harekete ihtiyaç vardır. Çünkü mevcut hareketler söyleyeceklerini söyledi söz tesir ermedi. Yapacaklarını yaptılar ama toplumsal bir değişim ve etki oluşmadı.
Peki, bir hareketi insanların umudu hâline nasıl getirebiliriz?
Siyasilerin, akademisyenlerin ve sivil toplumun dikkatini çeken; toplumun fikrî harabelerine yeniden ruh üfleyen bir yapıya nasıl dönüşebiliriz?
Öncelikle, “kervan yolda gerek” diyerek adım atmalıyız. Besmele ile yola çıkmalıyız. Bu besmele slogan değil hayatın kendisi olmalıdır. Saldırılar, suikastler, entrikalar ve ihanetler bu kutlu yürüyüşten bizi alıkoymamalıdır. Çünkü bu yol, imanla yürüyenlerin yoludur. Bu yolda öyle bir dirayet gösterebilmeliyiz ki, insanlar bize bakarak “İşte gerçekten inanmış insanlar bunlar!” diyebilsinler.Ashab-ı Kehf misali...
Bugünün toplumu, kanunların gölgesinde huzurla değil; hegemonyaların gölgesinde huzursuz yaşamaktadır. Gençlik, yasaların değil, algıların yönettiği bir düzende kimlik bunalımı içindedir. Zaten kanunlar ve yasalar İslami ve İnsani değil...
Bizler, liseli ve üniversiteli gençlere umut, ailelerine güven, topluma ise istikamet olmak zorundayız. Dengesiz insanların toplumun dengesini bozduğu bir çağda, dengeli, erdemli ve şuurlu insanlarla bu dengeyi yeniden kurmak insanlığın en acil ihtiyacıdır.
Bu tarihi sorumluluğu yüklenmek, bizim için bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Akademisyenleri 4–5 metrekarelik odalara hapseden düzen yerine, onları yeniden fikir meydanına çıkarmalıyız.
Dağılan aile kurumunu yeniden ihya etmeliyiz. Babaların yitirilmiş otoritesini geri almalıyız. Onları onure etmeliyiz. Bir çobanın dağılmış sürüsünü toplama misali, dağılmış toplumsal yapının, algının, birlik beraberliğin yek vücut olması ve toplanması için hangi fikrî, ahlaki ve hukuki yollar gerekli bunun yolunu göstermeliyiz. Toplumların da bir ruhu vardır. Bu ruh kaybolur veya giderse ruhsuz toplumlar meydana gelir. Bu ruhu adaletle, ahlakla, imanla yeniden diriltmek mümkündür ve bizim için mesuliyettir. Mesuliyet duygusunu idrak etmek her müslümanın insani görevidir.
Adalet ve ahlakın gücüyle, ezilenleri, sömürülenleri, elinden ekmeği alınanları, zulme maruz kalanları ve köleleştirilenleri yeniden özgürleştirebiliriz.
Toplumsal adaleti tesis edebilir, insanlara kaybettikleri onuru ve vakar duygusunu yeniden kazandırabiliriz.
Bu inançla, bu ruhla ve bu kararlılıkla yürümeliyiz.
Çünkü bu yürüyüş, sadece bir sosyal hareket değil; bir vicdan hareketi olmalıdır.
Bu yürüyüş, bir ruh seferidir; medeniyet inşasının temeline konacak ilk taştır.
Ve bu taş, yeryüzünde adaletle hükmeden bir insanlık düzeninin temelidir.
Unutmayalım: Adaletin olmadığı yerde ahlak, ahlakın olmadığı yerde de adalet yaşayamaz.
Toplumsal diriliş, bu iki temel üzerinde yükselir.
Biz, bu çağın yozlaşmış yapısına karşı, inancın ve aklın rehberliğinde yeni bir medeniyet yürüyüşü başlatmakla mükellefiz.
Bu yürüyüş, bir miladın değil; bir istikametin başlangıcıdır.
Engin GÜLTEKİN
Eğitimci-Yazar-Sosyolog

