Şehirler de insanlar gibidir. Her insan gibi her şehirde özeldir.
Nasıl ki her insan kendisini diğer insanlardan ayıran bazı özellik ve güzelliklere sahip ise aynen bunun gibi her şehirde kendisini diğer şehirlerden ayıran farklı özellik ve güzelliklere sahiptir.
Camiler, medreseler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar, parklar, meydanlar, kaleler ve müzeler bir şehrin görünen güzelliklerini resmederler.
Alimler, arifler, edipler, hatipler, şairler ve dava adamları da bir şehrin gönül gözüyle görülebilen asıl güzelliklerini resmederler. Mevlana’nın “Elbiseler gördüm içlerinde insan yok” sözünü emanet alarak insansız şehirlerin anlamsızlığını şu şekilde vurgulamak mümkün:
“Şehirler gördüm, içlerinde insan yok”
Burada duralım ve durduğumuz yerden bir cümle daha kuralım:
‘’İnsansız şehir anlamsız, şehirsiz insan ise huzursuzdur. Öyle şehirler vardır ki, sakinleri için tam bir heyecan, irfan ve ilham kaynadığıdır. Öyle insanlarda vardır ki, tek başlarına şehirlerinin bütün yüklerini sırtlamışlardır.
Onların dünyası şehirleri olmuştur, bundan dolayı onlar davalarının kavgalarını verdikleri şehirlerin sevdalılarıdır.
Bundan dolayı yaşadıkları şehirlerin her şeyi onlardan sorulur. Bir şehrin bütün tarih, kültür, sanat ve medeniyet kodlarını o şehre adanmış birkaç aşina çehrenin hayatlarında bulmak mümkündür.
Şehirlerine değer katan bu gönül, fikir ve dava adamları hayattayken çok fazla bilinmezler, pek önemsenmezler. Fakat onların vefatları, içinde yaşadıkları şehirler içinde tarifi mümkün olmayan büyük bir kayıptır. Hakk’a uğurlandıktan sonra haklarında anlatılanlar, dinleyenler de ve okuyanlar da derin izler bırakır. Bu topraklarda insanlar daha çok ölünce keşfedilir.
Fakat bu keşif maalesef geç kalınmış bir keşiftir.
Aman Allah’ım!
Evvel giden dostların ardından yazı yazmak ne kadarda zor.
Evet, onların öldüklerini söylemeye dilimiz, yazmaya elimiz varmıyor.
Ne yapalım?
Emir en büyük yerden. Çukurova insanının yüksek irfanının ifadesi ile “Emir Allah’ın”
Evet, emir geldi, kadim şehir Tarsus’un tanınan fikir, gönül ve dava adamlarından Mehmet Başar ağabey sevenlerine ve sevdiklerine ansızın veda edip gitti. Ruhu şad, mekanı cennet, makamı âli, menzili mübarek olsun.
Mehmet Başar ağabey ile sahibi olduğu Yeni Hilal Kitabevi’nde tanışmıştık. 90’ların sonu 2000’lerin başıydı. 28 Şubat’ın sisli ve puslu ikliminin o şiddetli soğuğu etkisini sürdürüyordu.
Medya, siyaset, sermaye ve bürokrasinin irtica silahıyla mürteci avına çıktığı o günlerde Mehmet Başar ağabey, şehrin tam meydan yerinde Yeni Hilal cephesinden soylu mücadelesini sürdürüyordu.
O yıllarda Tarsus’ta 5 tane kitabevi vardı. En aktif ve en hareketli olan kitabevi ise Yeni Hilal kitabevi idi. Mehmet Başar ağabey bütün ilgi ve enerjisini gençlere teksif etmişti. Onun güler yüzü ve sıcak ilgisi mekanını lebaleb gençlerle dolduruyordu. Mehmet Başar ağabey, şehrin kenar mahallelerinde yoksulluğun merkezinde yaşayan gençlere gücü nispetinde her türlü kolaylığı sağlar, okuma hususunda da onlara rehberlik ederdi.
Onun mekanı birçok genç için tefekkür ve tesettürün ilk adresi olmuştur. Mehmet Başar ağabey içine doğan hakikati hayatına hakim kılmak adına içinde doğduğu iklimin estirdiği sert rüzgarlar ve kasırgalara tüm gücüyle direnen dağ gibi bir dava adamı idi.
Hayatı boyunca içini dışından hiç gizlemedi. Bir kalem ve kelam erbabı olmak için azami derecede gayret gösterdi. Onun, bugün kabrine sığdığına bakmayın, esasen o kalıbına sığamayan bir hareket adamı idi.
Manevi babalık yaptığı kızlarını üzmeden, incitmeden okuttu, büyüttü ve evlendirdi. Onun vefatı elim bir kazanın neticesi. Hayatı ise iman ettiği değerlerin edasının hasılasıydı.
Akıncılar hareketi ile başladığı soylu fikri, yürüyüşünü hiç ara vermeden son nefesine kadar sürdürdü. Bundan sonra o artık geride bıraktığı izler ve hatıralarla sevenlerinin ve sevdiklerinin gönüllerinde yaşamaya devam edecek.
Ne mutlu geride takip edilecek izler ve hatırlanacak sözler bırakan bahtiyarlara!
Kaynak: milat gazetesi