Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Emek; emekleye emekleye…

Emek, bir insanın yaşadığı süre içerisinde, iktisadi anlamda yaptığı işten dolayı ortaya koyduğu maddi değerler manzumesidir. Bundan hareketle, emeği, gerek kişinin kendi şahsı, gerek ailesi, gerek bakmakla yükümlü olduğu kişiler, yakınları ve en nihayetinde toplum ve devlet için ortaya koyduğu ve maddi olarak, karşılığı öngörülen değer ve olgu olarak tanımlayabiliriz.


Emek, bir insanın yaşadığı süre içerisinde, iktisadi anlamda yaptığı işten dolayı ortaya koyduğu maddi değerler manzumesidir. 

Bundan hareketle, emeği, gerek kişinin kendi şahsı, gerek ailesi, gerek bakmakla yükümlü olduğu kişiler, yakınları ve en nihayetinde toplum ve devlet için ortaya koyduğu ve maddi olarak, karşılığı öngörülen değer ve olgu olarak tanımlayabiliriz.

Emek, kelime anlamı açısından TDK' da şu şekilde tanımlanmaktadır;     " 1. Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü: “Ücret emeğin karşılığıdır.” -Anayasa. 2. Uzun ve yorucu, özenli çalışma: “Bir darbe benim bütün o uzun emeklerimi sıfıra indirir.” -H. C. Yalçın. 3. İnsanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal ve toplumsal çerçevesini hem de kendisini değiştiren çalışma süreci."

Allah(c) emekle ilgili olarak Necm Suresi 39. ayette şunları söyler “Ve doğrusu insana da kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur.”

Bir hadiste Hz. Peygamber(s)'in şöyle dediği riayet olunur; “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir.” (İbn Mâce, Ticârât, I)

Emeği, yukarıda yapmaya çalıştığımız tanımlama ile birlikte, hem Allah(cc) ın ve hem de Hz. Peygamber(sav)'in buyurdukları biçimiyle alıp değerlendirdiğimizde, onun, yani emeğin kutsallığı söz konusu edilebilecektir.

Emek kutsal mıydı, ya da hesaplanabilir ve karşılığı öngörülebilir bir olgu muydu?

İnsanın elde ettiği değerli bir şey olmasının yanında, onun, yine insanın, iktisadi anlamda elde etmek istediği şeyler bağlamında değerlendirdiğimizde, onun mükâfat olarak bir karşılığı 'belki de' var olmakla birlikte, insan ürünü bir şey olduğundan, onu değerli, anlamlı, ama mutlak anlamda kutsal bir şey olmadığı da kendiliğinden ortaya çıkacaktı.

Dememiz o ki bir şeye emek vermek ve karşılığını beklemenin mahiyeti değişik olacağından, kategorik olarak farklılaşacaktır. Yine, onu, niyetin önemliliği esasına göre değerlendirdiğimizde ona somut değil de, soyut olarak bir değer atfetmiş oluruz.

Kur'an'a, Sünnet’e ve haliyle İslam ve Müslümanlar açısından emeğe verilmesi gereken değer, yukarıda belirtmeye çalıştığımız minvalde olacaksa eğer, onu, çalışan, ter döken, çalışıp çabalayan "işçi, iş yapan vb." açısından, insanın kendi hayatiyetini sürdürmede 'maddi' ve 'gerekli' bir kıstas idi.

 

Klasik dönemin mantığıyla emeğe yaklaşım tarzı...

Batının dahi kendi literatürünü değiştirmeye niyetlendiği bir vasatta, (vahşi kapitalizmden “güleç yüzlü” kapitalizme geçiş!) ne yazıktır ki Müslümanların büyük bölümü, hemen her konuda olduğu üzere, iktisat düşüncesi ve emek hakkında da var olan yaklaşımlarının, eskinin bir kopyası olduğu görülecekti.

Öyle ki yaklaşık yüz küsur yıldır, hangi dinî retorik ve ideolojik formasyona sahip olursa olsun, devletlerin, neredeyse tümünün, ayakta kalmak için kendince gördüğü tehlikeleri 'bazı argümanlarla savuşturma düşüncesi' içerisinde, batının gelmiş olduğu noktayı tespit çabaları, onları bir nebzecik de olsa ayakta tutuyordu.

Bunlar hiç kuşkusuz devlet bazında olan şeylerdi, ama bu devletlerin tebeası hükmünde olan Müslümanların büyük bölümüne bakıldığında, birçok konuda olduğu, aynı zamanda zeminin değiştiği gerçeği es geçilerek, iktisat ve bunun karşılığı olarak emek konusunda da, sadra şifa olmayacak görüşler dillendiriliyordu.

O argümanların çoğunun temelini sağlam olarak değerlendirsek dahi, geliştirilen dilin, o argümanlarla hiçbir ilişkisinin kalmadığını söyleyebiliriz. Zira çerçeve değişmiş, zaman yitmiş ve zemin farklılaşmıştır.

Süreç içerisinde kapitalistleşen çevrelerin kurumsallaşmasının yanında, Müslümanların iktisadi kurumlar ihdas etmesi, bir türlü eskiyi andırmakta, artık bir geçerliği kalmamış bulunan yapısallıklar üzerinden işe bakıldığı gözlemlenmektedir.

Hal böyle olunca, çeşitli konularda olduğu üzere, süreç içerisinde emek konusunda da,  geçmişe nazaran farklılaşması izafi de olsa vahşilikten insaniliğe evirildiği gözlemlenen (vahşi kapitalizm) kapitalistler kadar dahi reel değillerdi ve hiçbir zamanda reel olamamışlardı. 

Bunun, birçok sebebinin olduğu muhakkak. Bunlardan bir tanesi, bize göre, dünyanın gelmiş olduğu noktayı es geçmek, görememek; şirketleşme, kurumsallaşma bazında da kendine 'yeter oranda' ama gel gör ki. bir yol tutturmaktı. Böyle olunca da, kendini geliştirme istidadı gösteren batılı ya da batıcı kapitalistlerin aksine emek konusunda da klasik söylemler söz konusuydu.

Kısacası ne değişim, ne kurumsallaşma, ne genel anlamda insan hakları, ne de. özelde işçi hakları, ama sömürü işinde ise, 'ne yapalım, sermaye ancak böyle birikir' aymazlığı…

Bu aymazlığa rağmen, emek konusu günümüz ekonomilerinde tartışılmaktadır. "Günümüz ekonomilerinin ve çok uluslu şirketlerin emek tanımlamaları ve bunun karşılığının tespiti modern ekonomi tartışmalarında önemli bir yere sahiptir. Pekâlâ, küresel ölçekte tedarik zincirinin bir halkası olarak toplam faktör verimliliğinin bir parçası olarak emeğin farklı iktisadi coğrafyalardaki yeri ve tanımı nasıl gelişmiştir? Bu büyük sorunun yanında acaba İslam dünyasındaki durum nedir?(*)

Evet bu büyük sorunun yanında acaba İslam dünyasındaki durum neydi?

Sahi muhafazakâr sermaye olaya nasıl bakıyordu?

Batıda gelişen Kalvinist protestan anlayışın bir yansıması olarak Türkiye'de ve özellikle de Anadolu'da kendine yer bulan muhafazakâr sermayenin, başta iyi niyetlerle, ya elde bulunan ya da 'birçok meşru' yol vasıtasıyla oluşturulan sermaye ile hem kendileri kazansın ve hem de istihdam oluşsun ve 'insanımız' evine helalinden ekmek götürsün düşüncesiyle işe girişildiği, ama zamanla çoğu kez de batının yanlış taklit edilmesi sonucu, insanımızdaki farklılaşma ve ayrışma hadisesine bakıldığında, emeğe karşı bir saldırının olduğu gözlerden kaçmayacaktır..

Buna benzer yaklaşımları 'yeşil ve muhafazakâr sermaye' olarak tanımlayabileceğimiz ve türüne özgü bir kapitalizmi baş tacı etmiş birçok işletmede görmekteyiz. O da çoğu kez, 'işçinin az bulunduğu dönemlerde, ödenecek ücretin işçinin istediği oranda; ama işçinin çok olduğu dönemlerde ise, patronun insafına kalmış bir oranda ödeme' düşünce ve yaklaşımı, bu işi genellemez isek dahi, buraları muhafazakâr kapitalizmin kaleleri olarak gördüğümüzde, emeğin bırakın ideolojik olarak kutsanmasını, onun hiçbir değerinin olmadığı görülecektir.

İnsanın içinden 'İnsaf yahu hacı baba! Senin çözümün kala kala bu mu?' demek geliyor…

Sömürüye dün olduğu gibi bugünde devam ettikleri halde, 'kör gözüm parmağına' diye de, gerek gelişen toplumsal yapı, gerek değişen dil ve söylemle birlikte, anayasal teminat altına alınmış bulunan haklar konusunda, kendi başlarına adım atamıyorlardır diye düşünmek gerekir. 

Ki bu büyük oranda başta Kıta Avrupa’sı olmak üzere, Amerika, Kanada, Avustralya gibi 'batılı beyaz' ülkelerdedir diye görebiliyoruz.

Ama 'gelişmekte olan' birkaç İslam ülkesinde de olduğu üzere, ne Çin'de, ne neredeyse 'üçüncü dünya ülkelerinde' bunun aksi olduğu söylenebilirdi. Buna bir de, kendi iktisadi gelişmişliğini henüz tamamlayamamış birçok ülkeyi de ekleyebilirdik.

 

Bakış tarzı farklılığı...

Tamam, işe başlarken, söylem iyi niyet üzerine kurulu(mu?) duran, kendini temellenmiş gösterecek şekilde Kur'an'a ve bir bütün olarak Sünnete değil, salt kendi başına hadis olgusuna ve günümüzde hiçbir geçerliği olmayan, eski fıkhî formlarla yasak savuşturan bir anlayış, işi kurtarmaya yetmediği gibi, olguların anlaşılmasında da fayda sağlayamamaktadır.

Bizim açımızdan batılı ve batıcı olarak tesmiye edeceğimiz ve hemen her şeye seküler zeminlerden hareketle bakmaya çalışan kapitalistlerde ve dolayısıyla da kapitalizmde emek, işletildiği sürece, sermaye birikimine yarayan, onun sayesinde artı(k) değerin üretilmesi ve sürmesi, kapitalizmin yararına olan bir değerdir.

Eğer ki, bu olgu, kapitalistlere sermaye birikimi sağlamayacak artı(k) değer üretmeyecek bir şey olsaydı hiç de üzerinde durulmazdı. Bundan dolayı da, o, yine seküler zeminlerde oluştuğu bilinen sosyalizmin iddia ettiğinin aksine kutsal bir şey değildi, ama tümden de görmezden gelinecek bir şey değildi.

Sadece kullanım için gerekli idi ve bu özelliğinden dolayı da, onun 'rızasını almak' adına, zaman içerisinde "alabildiğine" insanîleştirilmişti… Zaten başka türlüsü, sermaye birikiminin sonu demekti…

Sosyalizmde ve dolayısıyla Marksizm'de ise, emek 'kutsal' ve ideolojikti. Onun temel prensiplerinden birisi üretici güç olarak emeğin öne çıkarıldığı görülür. 

Bu da haliyle emeği, salt kutsallık halesine dâhil ederdi. Bundan maksadın, emeği ortaya koyan işçinin(proleter) olmayıp bizzat, onun öngördüğü temel prensiplerin toplamı olan devletçilik saikiyle emek üzerinden işçiyi sisteme dâhil etme ve onun emeği üzerinden bir sistemin tesisi olduğu apaçık ortadadır. 

Sonuç olarak, emek yukarıda da belirttiğimiz üzere 'zamanında ve yerinde' olacak şekilde karşılığı tevdi edilecek, bir taraftan soyut, bir taraftan da somut olarak duran, kendi bütünlüğü içerisinde birçok veriye yer veren bir olgu olmakla birlikte, ne muhafazakâr bakış açısıyla söylersek, tamamen es geçilecek bir olgu, ne kapitalistlerin öngördüğü oranda ve yine, yenileme çabalarına rağmen salt reel bir şey ve ne de sol açısından değerlendirildiği üzere, kutsal ve ideolojiktir…

Yani, her üç yaklaşımda, onu olduğundan farklı göstermekte ve kendi fehvalarınca ona bir değer ve fiyat biçmekteler.

Sözlük anlamı itibarıyla bakarsak "Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü" ve  'zamanında ve yerinde' olacak şekilde karşılığı, muhatabına tevdi edilecek insanî bir iş, oluş ve harekettir.

Bilmem anlatabildik mi?.. 

*)http://www.ilem.org.tr/m/841/838/islam-iktisadi-ve-emek

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR