Bayram YILMAZ

Tarih: 18.10.2019 00:11

EĞİTİM İNSANLARI ÖZGÜRLEŞTİRİR… Mİ?

Facebook Twitter Linked-in

Eylül ayında her aile için sıkıntılı ve yoğun bir gündemdir, okul telaşı. “Çocuğum hangi okula gidecek, hangi öğretmende okuyacak, kıyafetleri, kırtasiye masrafları…”  2019-2020 Eğitim-Öğretim yılı da kadim ve güncel sorunlarımızın mezcedilmiş haliyle ve hepimizin iyi dilek temennileriyle birilikte açıldı.  Bizler de 18 milyon öğrencimize, bir milyonu aşkın eğitim çalışanlarımıza başarılar diliyoruz.

Eğitim kitaplar da yetenek kazandırma, kalıcı davranış değişikliği oluşturma süreci olarak tanımlanır.  Eğitim teoride böyle tanımlansa da ülkemizdeki eğitim süreçlerine ve onun sonuçlarına bakarak eğitimi tanımlamaya çalıştığımızda “eğitim başta devletle ilişki ve iletişim kurma, bağımlılık ilişkisi geliştirme sürecidir…” desek yanılmış olmayız.

Her bağımlı ilişki fedakârlık gerektirir. Mecnunun Leyla’ya olan bağımlılığı çölleri aşırır. Ferhat’ın bağımlılığı dağları deldirir.  Veysel Karani’nin peygambere duyduğu bağlılık onu Yemen'den Medine’ye getirir. Gözleri görmeyen annesinin Veysel’e olan bağımlılığı da Veysel’i tekrar Yemen’in Karen köyüne döndürür.

Bağımlılığın temelinde acziyet ve muhtaçlık duygusu vardır. Bağımlılık hissettiğiniz kişi veya şey size anlam katan kendinizi onunla ifade ettiğiniz “O” olmasa kendinizi “hiç” olarak gördüğünüz şeydir. Aciz ve eksik hissettikçe kendinizi başkalarının himmetine mecbur hissedersiniz.

Bir kimseyi şahsınıza veya kurumunuza sorunsuz bağlayabilmeniz için onu kendisini acz içerisinde hissetmesini sağlamanız gerekir.  İnsanlıkla yaşıt bu kuralı tüm devletler bilir. Mesele sadece bugünün meselesi olmamakla beraber bugün için de işlevselliği olan bir uygulama pratiğidir. TC devletinin bu bağımlılık ilişkisini yönetmede ne kadar başarılı olduğunu görmek için KPPS sınavlarına giren mühendis adaylarına bakabilirsiniz…

Her bağlılık ve bağımlılık başka bağların önemini azaltır. Kişinin işine olan bağlılığın artması eşine olan bağlılığını azaltır. Kişinin ilimle daha fazla vakit ayırabilmesi için çocukları ile daha az vakit ayırması gerekir. ilim için daha fazla vakit bulabilmesi için zihnini ve vaktini ilim öğrenme süreçlerine göre planlaması gerekir. Bu konuda açıklayıcı ve tarihi bir kişilik olarak Farabi’nin hayatı örnektir. Farabi; döneminin birçok zirve şahsiyetine bizzat ve eserleri ile hocalık yapmıştır. Farabi hiç evlenmemiş ve aile kurmamıştır. Hiçbir resmi görevi olmamış kendisine yönelik yapılan resmi görev tekliflerini kabul etmemiştir. Sadece danışmanlık ücreti olarak çok mütevazı ücret almayı kabul etmiştir. Bu ücretle Farabi sadece karnını mütevazi olarak doyurabilmektedir. Günümüz ifadesi ile aldığı danışmanlık ücreti sadece günlük ekmek ve yanına biraz katık alacak kadardır. Bu yeme alışkanlığı ile Farabi’nin ne yemek pişirme,  ne sofra hazırlama ve kaldırma nede bulaşık derdi vardır. Artırılan zihin ve vakit Farabi’yi Farabi yapan sebeplerden biridir.

Tarihten Farabi’yi örnek verdiğimiz gibi günümüzden Prof. Dr. Fuat SEZGİN hocamızı da örnek gösterebiliriz. Hocamızın hayatı çok boyutlu örnek ve ibretlerle doludur. Biz sadece günde 17 saat çalışabilmesindeki iradeye hayranlığımız ifade etmekle birlikte gün içerisinde yemek saati gibi bir saatinin olmaması bir-iki dilim ekmek ve reçelle iktifa etmesi hocamızın eserlerinin asırlar sonrada degerini koruyabileceğine işaret sayabiliriz.

Bugünün insanı kendini iyi ve mutlu hissetmek için çok fazla şeye ihtiyaç duymaktadır. İnsanlar tarihin hiçbir döneminde bu kadar fazla çalışmak zorunda kalmamışlardır. Çünkü insanlar yaşamak için bu kadar fazla eşyaya ihtiyaç duymamışlardır. Eğer siz 12 taksitle tatile cıkmışsanız borcunuzu ödemek için az biraz daha fazla çalışmak zorundasınızdır. Sigara kullanıyorsanız günlük sigaranız için yeteneklerinize bağlı olarak her gün yarım-bir ya da daha fazla saat sigara üreticileri için çalışmanız gerekecektir.

Ve işte burada Peygamberimizin zenginlik tanımını baş tacı etmemiz gerekmektedir. Diyor ki âlemlere rahmet olan “zenginlik kişinin çok mala sahip olması değil ihtiyaçlarının az olmasıdır.”

***                   ***                   ***

Modern çağ kadim kavramlarımızı bozduğu gibi özgürlük gibi belki sadece insana bahşedilmiş bir değeri de bozmuş tepe taklak hale getirmiştir. İnsanın ürettiği eşyaya olan kölelik ilişkisini özgürlük olarak pazarlamıştır.

İnternete, cep telefonuna bağımlı olmayı özgürlük olarak tanımlayan yaklaşımlarla ne kadar özgür zihinler inşa edilebilir. Dünyaya bağlanabilmeyi özgürlük olarak yorumladığımızda bağlanmama Özgürlüğümüzde güme gitmez mi? Her türlü bilgi edinme imkânı elinin altında olan günümüz gençliği acaba 50-60 yıl önce liseye gidebilmiş birinden daha mı kültürlü ve niteliklidir. "Teknolojiyi faydalı şekilde kullana bilmek lazım" argümanının sahipleri acaba evde televizyon varken daha mı çok kitap okumaktadırlar. Öğretilenleri ayıklama imkânına ne kadar sahipler. Basit bir örnekle evinden dışarıya cep telefonu olmadan çıkamayan birisi Avustralya’daki Abojinlerden daha mı özgürdür.

Sınırsız, kuralsız ve özgür olma imkanı bulunmayan bu yeryüzünde kime ya da neye bağımlı olacağımızı doğru tercih etmemiz eğitim taleplerimizi ona göre şekillendirmemiz gerekmektedir.

Bir Müslüman için özgür olmanın yolu Allah’a kul olabilmenin eğitimini almakla mümkündür. Ancak bu istek ve çabayla Yaradan’a kul, yaratılmışlara karşı özgür olmanın yollarını bulabiliriz.

***       ***       ***

Peki, bizlerin eğitim talepleri; Bizler ne için eğitim almaktayız?  Özgür olmak mı köle olmak için mi? Hayatın içinde yüksek öğrenim görmüşler mi daha özgür bireylerdir, yoksa bir çobanın özgürlük alanı mı daha geniştir? Daha iyi bir eğitim imkân ve talebi daha özgür olma isteği ile mi ilgilidir yoksa bağımlılığın getirdiği imkânlara sahip olma isteğini mi gizler?

Zannedildiği gibi özgürlük insana konfor vaat etmez aksine özgürlük konfordan vazgeçebilmekle ilgilidir. Özgürlük karnınızın doymasını garanti etmezken kölelik çoğu zaman karnınızın doymasını garanti eder.

İsrail oğullarının Hz. Musa’ya yönelik Mısır’da durumumuz daha iyiydi derken kasıtları akşamları yatacak yerleri ve yemeklerinin firavunlar tarafından vaat edilmiş olmasıdır. Mısır’da piramitlerde işçi olarak çalıştırılan ve aşağılanan İsrail oğulları kendilerine hiç bağırılmayan ve hakarete uğramadıkları Sina çölünde Musa’ya itirazları “bizler belki Mısır da izzet-i nefsimiz rencide ediliyor aşağılanıyorduk ama karnımız doyuyor ve yatacak yerimiz temin ediliyordu”  itirazıdır. Ve tecrübeyle sahiptir ki kölelik alışkanlık yapar.

***       ***       ***

Eğitim için sizin talep ve hedefleriniz kadar size bu eğitim imkânını sağlayan ve finanse eden kişi ve bir kurum olarak devletin eğitme amacı da önemlidir. Tarihte Babil kuleleri gibi Mısır piramitler gibi, gökdelenler inşa edebilmek için eğitilmiş insan gücüne ihtiyaç vardır. Paraya bağımlı hale getirilmiş insana, parayı veren hükmedecektir ve bu insan eğitimin ona kazandırdığı yetenekleri kendi finansörünün hizmetine sunacaktır.

Devlet okullarında öğretmenlerimizin sorumluluğu devlete karşıdır. Devletin kanun ve yönetmeliklerle tanımladığı görevleri yapmak zorundadır. Eğer ki öğretmenimiz önce Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahipse sınıfta kuracağı cümleler daha farklı olabilir. Bunu anlamanın yolu da öğrencilerine bakmaktan geçer.

O yüzden kime ya da neye bağımlı olacağımızı doğru tercih etmemiz eğitim taleplerimizi ona göre şekillendirmemiz önemlidir. Eğitim süreçlerinin ve içeriğinin neslimizi özgür, nitelikli, faydalı bireyler olabilecek şekilde oluşturulması gerekmektedir. Bu bir talep olmanın ötesinde hepimize düşen bir sorumluluktur.

Cümlelerimizden okullaşmaya tümden karşı olduğumuz anlamı çıkarılmasın. Okumanın okuma yazmayı bilmekten öte olduğunun ve öneminin bizzat peygamberin teşvikiyle bilen kimselerdeniz ama esas mesele nasıl bir okuma; nasıl bir eğitim talebi; Nasıl eğitim süreci ve bu sürecin kimlerin kontrolünde olması…

İlk vahyin tüm müminlere emri olan “yaratan Rabbinin adıyla oku”mak bizim eğitim taleplerimizle ne kadar örtüşmektedir.  İlk vahy edilen ayette emredilen salt bir okuma mıdır, Yoksa okumanın biçim ve usulü de emredilmiş midir?

Bizim Yunus’un ifadesi ile "ilim ilim bilmektir\ ilim kendin bilmektir\ sen kendini bilmezsen\bu nice okumaktır"*** Okumanın manası\kişi Hakk’ı bilmektir\ Çün okudun bilmedin\ ha bir kuru emektir…" diyebilen Yunus'un ilmine, ferasetine ve hitabetine kaç profesörümüz sahiptir…

***       ***       ***

Hiç kimse kendi hedeflerinin üzerene çıkmaz. Hiçbir kurum belirlediği hedeflerin (şimdilerde misyon diyorlar) ötesine ulaşamaz. Hiçbir kimse örnek olduğu insanlara sahip olmadığı duygu ve düşünceleri aktaramaz. Tespitlerini yaptıktan sonra şu soruları kendimize soralım.

            - Evladımızı niye okula gönderiyoruz okula göndermemizin özel bir nedeni var mı yoksa devletin zorunlu tutması mı bizleri okul önlerinde bekleşmemize neden olmaktadır?

            - Okullu olmak bireyin yaşantısında bu kadar özel ve önemli olduğu düşünülüyorsa bu önemi neden bizzat aileler takdir etmiyor da devlet tarafından okullu olmak zorunluluk olarak dayatılmaktadır?

            - Özellikle yaz kurslarında kısa süreli dini eğitimlerinde çocuklarımızın dinden soğumamaları için hocalarımıza ricalarda bulunan, en ufak bir aksilikte çocuklarının yaz eğitimlerini yarıda bıraktıran, tatil planlarının engellemeyen velilerimiz neden herhangi bir okuldaki aksilikte çocuklarını okuldan almayı düşünmezler?

            - Kariyer, gelecek, mutluluk planlarını hep devletten alınacak belgeler üzerinden kuran ve tasarımlar yapan kimseler ne kadar sahih bir kul olabilirler?

            - Dört yıla çıkarılan lise süresinin eğitimle ilgisinden daha çok istihdam odaklı bir yaklaşım olduğu açık bir şekilde ortadayken ömürden gasp edilen bir yıl neden bu kadar değersiz görülmektedir? 

- Çoğu zaman sabah namazı için uyandırılmayan evlatlarımızı, okul servisine yetişmek gerektiğinde sabahın köründe uykularından uyandırmamız nasıl bir önem sırasının yansımasıdır?

            -  Bize zorunlu ve kaçınılmaz gibi gelen resmi eğitim süreçlerini fıtrata daha uygun hale gelmesi için zihin yormak Müslüman olmanın da gereği değil midir? Bu yapılmazsa “biz atalarımızı bu yol üzerinde bulduk” diyenlerden ne farkımız olduğunu kim açıklamak ister?

            - Hiçbir okula gitmeden de alınabilecek bir lise diploması için; mevzuat da müsait olmasına rağmen neden yetişme çağında dört koca yıl bir mekâna ve resmi törenlere mahkûm olarak bir binada geçirilir? Daha serbest ve istenilirse de düzenli bir şekilde yapılacak açık lise uygulamaları hakkında kafa yorulmaz?

Soruları uzatabiliriz ama cevapları net tutabilmek her birimiz için kolay olmasa gerek, zor sorunlarla da baş edebilmek için de çözümü birlikte üretmek ve olgunlaştırabilmek ehem ve mühimdir…

Bizi yetiştirenlerin öğretmenlerimiz- hocalarımız- üniversitelerimizin bizi özgür kılmak gibi bir hedef ve heyecanları var mı? Üniversitelere iyi derecelerle girmiş evlatlarımızın kaçı Hz Ömer’in elçisinin İran kumandanı Rüstem’e ne söylediğini bilir?. Basit bir deneme yapın ve çevrenizde ilk gördüğünüz üniversiteli gence sorun… ve düşünün bildiklerimizin bizi özgür kılma potansiyelleri nedir?

            Vesselam

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —