İsmail Hakkı Güleç

Tarih: 02.04.2022 14:34

DURUŞUMUZ

Facebook Twitter Linked-in

 

 

Duruş; bir insanın olaylar,  kişiler, durumlar, vazifeler, vaziyetler, menfaatler esnasında ortaya koymuş olduğu kimlik ve kişilik demektir. 

Duruşumuz bizim birçok şeyimizi ele verir. Bizim kimliğimizi, kişiliğimizi, tutarlılık ya da tutarsızlığımızı, eminliğimizi, ya da hainliğimizi, dürüst ya da dürüst olmadığımızı ele veren en önemli ipuçlarından birisidir... 

Duruş sahibi olmak; bir bedel ister ve bedeli çok ağırdır. Eğer siz rüzgâra, fırtınalara, güce, iktidara, makama, mevkiye, menfaatlere karşı duyuyorsanız çok çetin ve zor bir sınavdasınız demektir... 

O esnadaki duruşunuz çok kıymetlidir, değerlidir. Her zaman, her yerde, her noktada kendimize ait bir duruşumuz olmalıdır... 

 İlkeli insan olmak, karakterli, düşünce sahibi, dava sahibi olmak bunu gerektirir. Yani ilkeli insan; rüzgârın önündeki, ya da selin önündeki çer çöp gibi hafif değildir. 

Kolay yönlendirilemez. O ilkeleri, inancı, düşüncesi, değerleri olan ve onlara sıkı sıkıya sarılmıştır. İlkeleri, inandığı değerler uğruna ne pahasına olursa olsun duruşunu asla bozmayan sağlam, karakterli, iradeli bir insandır...

Her zaman rüzgâr lehimize esmeyebilir! Her zaman gücü yanımızda bulamayabiliriz, her zaman etrafımızda kalabalıklar ya da dostlarımız olmayabilir. Ama hangi ortamda, şartta ve vaziyette olursa olsun ilkeli, inançlı, prensipleri olan, düşünce sahibi, davası olan insanların mutlaka ve mutlaka ayakta kalmaları, dik durmaları, yıkılmamaları, düşmemeleri, umutsuzluğa kapılmamaları ve kimliklerinden ve kişiliklerinden asla taviz vermemeleri, esas duruşlarını ne pahasına olursa olsun korumaları gerekir. 

Böylesi insanların tarih boyunca; toplumlar ya da gücü elinde tutanlar tarafından çokta onaylanmadıklarını, hep yalnız bırakıldıklarını görüyoruz. Bu İnsanları yeri gelince; deli divane, kafayı yemiş, ütopik düşünen, ütopyacı, hayalperest olarak değerlendirenler çoğunluktadır. Tarih boyunca her zaman şunu görüyoruz ki ilkesel duruş sahiplerinin, ilke, inanç ve duruşlarından asla taviz vermeyenlerin başta peygamberler olduğunu görüyoruz. 

O yüce insanlar Rablerinden almış oldukları ilahi vahyi, insanlara aktarırken hiçbir kaygı ve korku, endişe taşımadan sağlam duruşlarından, inançlarından ve ilkelerinden asla taviz vermeden sağlam bir şekilde dimdik duruşlarını müşahede ediyoruz. 

Bu noktada tarihte birçok gıpta edilecek asil duruşlar görüyoruz. Bunlardan bir tanesi de; Musa Aleyhisselamın karşısına Firavun'un adamı ve askeri olarak çıkan sihirbazları görüyoruz.

O sihirbazlar Firavun'un savunuculuğunu, Musa (as) getirdiği dini yalan olduğunu ortaya koymak için meydana geçmişlerdi. Ancak daha sonra hakikati görüp iman edince, firavuna karşı imanın verdiği bir güçle ve tam bir teslimiyetle tevhidi bir duruş ortaya koydular... 

Firavunun onlara andolsun sizlerin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim! Tehdidine rağmen boyun eğmediler. İnandıkları tevhid davasından ölüm pahasına da olsa asla vazgeçmediler.

“(firavun sihirbazlara dedi ki); mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!” (Araf-124.)

 Onlar (mü'minler) rüzgâr ne yandan esersen essin, onlara prim vermiyorlar, meyletmiyorlar, onların isteklerini kabul etmiyorlardı. 

Hatta kendilerine sunulan mal, mülk, servet, ihtişam, saray, iktidar gibi teklifleri bile ilke ve inançlarına ters düştüğü için ellerinin tersiyle itiveriyorlar ve inançları, ilkeleri, değerleri, imanları tarafında sapasağlam bir duruş sergiliyorlardı... 

 İnanmış bir insan Allah (cc) hariç hiç kimseden korkmadan, çekinmeden tüm tehditlere korkutmalara asla prim vermeden, zalimlere pabuç bırakmadan, inandığı yolda emin adımlarla bir yürüyüş gerçekleştiren adamdır. 

Onun (dava adamı, ilkeleri, değerleri, prensipleri olan kişiler) duruşu, oturuşu, kalkışı, yürümesi hatta susması, tebliği, daveti her şeyiyle bir mesajdır. Aynı zamanda bir tebliğdir, bir duruştur! 

Bizler ilkelerimizden, inancımızdan, değerlerimizden ve davamızdan asla ödün vermemeliyiz veremeyiz! Ne pahasına olursa olsun inandığımız doğruları savunmaya ve bu noktadaki sağlam duruşumuzu! Korumaya mecburuz.

Bedeli ne olursa olsun olursa olsun bunu sürdürmeye mahkûmuz, mecburuz. Bizi buna mecbur eden şey; inandığımız değer, ilke ve imanımızdır. 

Omurgasız ilkesiz, değerleri ve davası olmayan insanların bu noktada hemen yamulduklarını, en ufak bir fayda gördükleri zaman arkalarına bile bakmadıklarını, rüzgâr nereden eserse o yöne doğru kıvrıldıklarını, dün söylediklerini bugün inkâr ettiklerini, dün inkâr ettiklerini ise bugün kabul ettiklerini bu konuda kesinlikle tutarsız, ilkesiz, izzetsiz, haysiyetsiz bir noktada durduklarını görüyoruz... 

İki türlü duruş vardır! 1.duruş; ilkeli, prensipli, ahlaki, tevhidi, kula yaraşır, muvahhitçe, mücahitçe, izzetli, şereflice, haysiyetlice, onurluca bir duruş. 

2.bir diğeri ise; onursuz bir duruş! İlkesi, değerleri taşıdığı misyonu, derdi, davası olmayan, işi gücü, her şeyi menfaati olan, dünyevi menfaatleri, makamları ve mevkileri ilah edinen, onları elde etmek için harcamadığı hiçbir değer, ilke, inanç kalmayan insanların zillet içeren  duruşudur. 

Yani bir yanda izzetli, haysiyetli, şerefli bir duruş, öbür yanda şerefsizce, onursuzca, izzetsizce ve karaktersizce bir duruş! Sizce hangi duruş kalıcı, geleceğe yön verici, etki edici, iz bırakıcı olabilir. 

Peki, bizim duruşumuz bugün hangisine benziyor. Hangi noktada duruyoruz... 

Daha önce iddia ettiğimiz, inandıklarımız, söylediklerimiz, savunduklarımız ilkelerden, prensiplerden değerlerden, davamızdan ne kadarını duruşumuzla gösterebildik, savunabildik ne kadarını içselleştirebildik, koruya bildik. Duruşumuzdan vaz mı geçtik? 

Bedel ödemek ağır mı geldi...? 

Söz söylemek, slogan atmak çok kolaydır. Zor olan ise söylediğiniz sözün arkasında durmak, savunduğunuz değerleri ölümüne, ne pahasına olursa olsun velev ki; dünyanın bütün nimetleri sizden kaçsa bile asla geri adım atmadan, taviz vermeden, ilkelerinizden, duruşunuzdan ödün vermeden sağlam durabilmektir.

“Kalem sahipleri büyük işler başarabilirler, ancak yazdıklarını kanları ve canlarıyla beslemek şartıyla...” Ş. Seyyid Kutub. 

İyi günlerde, rüzgârın bizden taraf estiği günlerde, elbette konuşanlar yazanlar, slogan atanlar çok olabilir. 

Ancak Rüzgâr tersine döndüğü zaman, kıble, ilke, fikir, yol, duruş değiştirenler bunların tarihin çöplüğünden başka gidecekleri hiçbir yerleri yoktur. 

Bunlar omurgasız, ilkesiz insanlardır! Duruşu olmayan insanlardır. 

Bizi İslami mücadeleye ilk başladığımız yıllarda izzetli, şerefli, omurgalı, etkili kılan, davetimizi yücelten, bizi söz sahibi yapan şey neydi? 

a. Okumak

b. Dinlemek

c. Sohbet

d. Samimiyet

e. Fedakarlık

f. Fikre inanmak

g. Ümmet eksenli bir bakış açısı... 

İşte bu sağlam duruşumuzdan ne pahasına olursa olsun, geri adım atmadan, zalimlere meyletmeden, kâfirlerle uzlaşma arayışına girmeden ve ilkelerimiz ve inancımıza sıkı sıkıya bağlanarak  kendimizi koruyabilir, ayakta durabilir, yolumuzda emin adımlarla yürüyebiliriz... 

Ne zamanki bizler Rabbimizin (cc) indirmiş olduğu Kur’an’dan beslenmeyi bıraktık! Onun yerine başka besin kaynakları elde ettik, keşfettik, işte o zaman hastalandık, yorulduk, enerjimiz bitti, mecalimiz kalmadı, yenildik, yıkıldık ve ayakta duramadık. İzzetli, asil duruşumuzu koruyamadık. 

Öyleyse bunları bilmemize rağmen çözüm nedir...? 

Çözüm ne pahasına olursa olsun Müslümanların; kendi ilke, inanç, prensip ve davalarından emin olmaları, sürekli davalarının peşinde koşmaları, davalarını dert edinmeleri, kitap okumaya, ders halkalarına geri dönmeye, kardeşlik şuurunu yeniden yeşertmeleri ve gündemlerinin ilk sırasına  davalarını yerleştirmeleri gerekir. 

Dünya, çıkar, menfaat ve hesaplarını bir tarafa bırakmaları, sadece ve sadece Rablerinin (cc) rızasını esas almaları, ondan başkasına meyletmemeleri, sığın mamaları, güven memeleri, ondan başkasından imdat, yardım beklememeleri icabeder. 

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.”

(Ali İmran-103.)

Öyleyse Allah varsa gam, keder, hüzün, korku, kaybetmek yok! 

Allah yoksa (yardımı) her şey olsa bile, kaybetmek, zillet, esaret, mezellet, meskenet var.

İşte bundan dolayı tarih boyunca, bütün peygamberler (as) özellikle 

Hz. Peygamber(Muhammed) Aleyhisselam Mekke müşriklerinin kendisine sunmuş oldukları gel seni iktidar sahibi yapalım, gel seni en zenginimiz yapalım, gel seni en güzel kızlarımızla evlendirelim gibi tekliflerine hiç tereddüt etmeden vallahi sağ elime güneş'i, sol elime ayı verseniz asla bu davadan vazgeçmem! Diye net bir duruş ortaya koymuştu. 

Dünyevi çıkar, menfaat ve makamlara asla tevessül etmemiş, onları elinin tersiyle itmiş, yalnız ve yalnız Rabb'inin (cc) kendisinden istediği bir usul ve metotla zalimlere, tağutlara, kâfirlere meyletmeden, onlardan gelen talep ve tepkileri asla kabul etmeden, inandığı dava uğrunda yürümesini ve dimdik durmasını bilmiştir.

Öyleyse bu sadece Peygamberlere has bir durum olmamalıdır. Bugünün Müslüman'larıda Rablerinden aldıkları güç ve kuvvetle, imanından aldığı ruh ve cesaretle, kitabından aldığı feyzle vede tarihinden aldığı tecrübe ile bu asil yolda, yoluna devam etmeli,  zafere değil sefere odaklanmalıdır. 

Zafer'in sadece dünyevi bir iktidar, mal, mülk makam olmadığını, asıl zafer'in şehadet, Rabb'imizin (cc) rızası olduğunu ve davasının yeryüzüne hâkim olduğunu bilmek, görmek olduğunu, asıl zafer'in sağlam bir duruş, hakkı haykırmak olduğunu asla unutmamalıdır. 

Çalışmalarımızı yeniden güncelleyerek, (anın vacibi) yeniden okumalarımıza dönerek, yeniden kitabımızı (asli gündem) gündemimizin birinci sırasına alarak politik, nefsani, güncel bir takım gündemlerden bir nebze de olsa mesafeli durarak, gündemimize Kur'an'ı almamız gerekiyor. 

Diğer gündemler onun etrafında şekillenmeli, yorumlanmalı, değerlendirilmeli, değer verilmeli ya da reddedilmelidir. 

Öyleyse bize düşen yolda sabit kalmak, sebat etmek, mücadele etmek ve taviz vermemektir.

Bu konudaki tavizsiz asil duruşlardan biriside; şehid Seyyid Kutub’un zalimlere, çağdaş firavunlara karşı duruşudur. 

Seyyid Kutup kendisine  kraldan (Abdunnasır-1966) sözüne karşı seni beraat ettirelim, seni salıverelim sözüne şu tarihi cevabı veriyor mümince bir duruş sergiliyor. Eğilmiyor, bükülmüyor, özür dilemiyor ve mahkemede aslanlar gibi şöyle sesleniyor;  

“Ben Allah yolunda yaptığım bir iş için asla özür dilemem.

Davası uğruna canını malını hiçe sayanlara selam olsun.”

Asrısaadette Hz. Peygamberin (as) tedrisatından geçen güzide sahabelerden Rebi   bin Amir (ra) İran Kisrasını İslam’a davet için gönderilmişti. O sahabe korkmadan zalim  kralın karşısına çıktı ve ey kral seni İslam’a davet ediyorum dedi hiç korkmadan dik  bir duruş ortaya koydu ve şehid oldu... 

Bugün bizim insanlara karşı nasıl bir duruş sergilememiz gerekiyor! 

a. Zalime karşı dik bir duruş. 

b. Kafire karşı net bir duruş. 

c. Mazluma karşı koruyucu bir duruş. 

d. Yetime karşı müşfik bir duruş. 

e. Fakire karşı cömert bir duruş. 

f. Mü'minlere karşı kardeşçe bir duruş. 

Selam ve dua ile

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —