Bugün insanlık yeni bir kırılma eşiğinden geçiyor. İsrail’in Gazze'de işlediği soykırım ve ardından İran’a yönelik saldırılar, yalnızca askeri bir çatışmayı değil, aynı zamanda insanlığın vicdanını ve medeniyet iddiasını da yerle bir eden bir süreci tetikliyor. Artık sormamız gereken en esaslı soru şu: Dünya nereye gidiyor? Ancak bu soruyu yalnızca küresel siyasetin ekseninde değil, ümmetin iç dünyasında yaşanan derin çözülme ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Bir Ümmetin Çöküş Anı
Müslümanlar bugün her cephede kuşatılmış durumda: Zihnen, siyaseten, sosyolojik olarak ve en derin şekilde akidevi manada... Ümmetin büyük bir bölümü fırkalara bölünmüş, her biri kendi cemaatini kurtulmuş fırka ilan etmiş, diğerlerini ya tekfir ediyor ya da itibarsızlaştırıyor. Gazze yanarken sosyal medya ekranlarında en çok tartışılan konu şu: "İran kâfir mi, değil mi?" Kimileri ise şahıslar üzerinden propaganda yapıyor ve İslami mücadele verenleri mezhepçilik ve hizipçilik üzerinden eleştiriyor. Sözde çözüm üretmeye çalışanlar pratikte çözümsüzlük üretiyor. Büyük bir savaşın eşiğinde bile vahdet kurulamıyor.
Cihadı konuşurken bile "Kim gidecek, hangi gruptan, hangi mezhepten?" gibi sorularla mesele kişiselleştiriliyor. Her cemaat, her yapı kendi istikametine göre bir duruş sergiliyor. Oysa cihadın önceliği akide birliği, düşünce birliği ve kavramsal netliktir. Vahdetin temeli burada başlar.
İslam Toplumu: Kurgu mu, Gerçek mi?
Bugün “İslam devleti”, “İslam toplumu”, “İslam ailesi” gibi kavramlar'ın içeriği boşaltırmış durumda.
Çünkü bu kavramlar, hakiki bir temele değil, nostaljik bir özleme dayanıyor. Müslümanların kahir ekseriyeti Hz. Muhammed’i (s.a.v) gerçek manada anlamış değil. Onun akidesini, siyasetini, toplum inşasını sadece öyküsel bir hatıra olarak anlatıyoruz. Ancak bu, bir devrimcinin hayatını bir derviş masalına indirgemekten başka bir anlam taşımıyor.
Müslümanların dağınıklığını anlamak İçin 10 İlkesel yasa gerekli.
Bu dağınıklığın sebeplerini çözümlemek ve yeniden bir "İslami düşünce birliği" inşa etmek için ortaya konan İslami Düşüncenin On Yasası, modern zihinlere ciddi bir meydan okuma sunmaktadır. Bu ilkeler üzerinden ümmetin halini değerlendirdiğimizde, ortaya çıkan tablo daha berrak hale gelir:
1.Kavramlar net olmalıdır.
TDK’ya mahkûm bir kavram dünyasıyla İslami düşünce kurulamaz. Kavramları İslam belirler. Bir toplum kavramlarını yitirmişse, düşünce üretme yetisini de yitirmiştir.
2.Kavramlar kimliği belirlemelidir.
"Sen kimsin?" sorusunun cevabı bir kavramla verilir. Kavram belirlenmeden ne din, ne düşünce, ne de aidiyet belirlenebilir.
3.İslami kavramlar karışıma tahammül etmez.
İslamcı, siyasal İslam gibi terkipler İslami kavramlara yamadır. İslam yalın hakikattir; takas, vekâlet, melezleşme kabul etmez.
4.Değerler atıfla anlam bulur.
“Adalet”, “ahlak” gibi kavramları sahiplenirken, hangi dine ve ideolojiye atıfla kullanıldığı belirtilmelidir. Aksi takdirde aldatıcı bir sahtekârlığın parçası oluruz.
5.Tasnif dini belirler.
İslam’ın kendi tanım ve tasnifleri vardır. İnsan icadı tasniflerle din olmaz. Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık gibi ideolojik kırılmalar, İslam’ı sahih çizgisinden uzaklaştırır.
6.Tuzak bilgi sistemleri reddedilmelidir.
Felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi disiplinlerin çoğu, İslami değil seküler bilgileri ve Allahsız bir hayat tasavvurunu eğitim sistemine empoze etmektedirler. Temel İslam ilimleri noktasında bu ilimleri anlamamak zamanla imanı zayıflatır.
7.Sloganlar aldatır. Aldatan sloganlardan uzak durmalıyız.
Sloganlar netlik değil, muğlaklık üretir. “Özgürlük, kardeşlik, adalet” gibi boşaltılmış kavramlar İslam adına değil, seküler sistemler adına işler.
8.Besmeleyi reddeden fiiller tehlikelidir.
Marka, market, medya, müzik gibi fiillerin hepsi seküler dünyaya hizmet eder duruma gelmiştir. Besmele ile başlamayan her fiil, şeytani bir etki içerir.
9.İtikad üzerinden sorgulama esastır.
Bir toplumda sorgulama iktidar üzerinden değil, iman ve itikad üzerinden yapılmalıdır. İslam, her sorguyu iman zemininde başlatır.
10.Sefil kelimelerden arınmak gerekir
Kur’an’ın kavramları ile bâtılın kavramları arasında net bir ayrım yapılmalıdır. Aksi hâlde, “Kur’an Mushaf’ta değil, pratikte değiştiriliyor” gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız.
Müslümanlar Ne Yapmalı?
Bu savaşlar, bu vahşet ve bu ifsat tablosu, bir hakikati gösteriyor: İslam yeniden tanımlanmalı değil, yeniden yaşanmalıdır. İslam düşüncesi kavramlar üzerinden, toplum ise ahlak ve akide üzerinden yeniden inşa edilmelidir.
Bugün Müslümanların yapması gereken, şu üç adımda özetlenebilir:
1.Kavramları Kur’anî bağlamda yeniden öğrenmek, yerli yerine koymak.
2.Fırkalaşmayı değil vahdeti merkeze almak ve ortak akide zemini oluşturmak.
3.Savaşları doğru okumak, duygusal tepkilerle değil akidevi bilinçle hareket etmek.
Unutulmamalıdır ki; Allah’ın kelimeleri yücedir, kâfirlerin kelimeleri ise sefil… (Tevbe 40)
Şimdi sefil kelimeleri silip, yüce kelimelerle yeni bir dünya inşa etme zamanıdır.
Asıl savaşı o zaman kazanırız.
"Zafer inananlarındır. Ve zafer yakındır."
Selam ve dua ile...
Engin GÜLTEKİN
Eğitimci-Yazar-Sosyolog