“De ki: Ey kendilerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer Suresi, 53)
Geçtiğimiz cuma günü (1 Ağustos 2025), ülke genelindeki hutbelerin ortak konusu “dövme” idi. Elbette ki hutbelerde zikredilen sözler, Resûlullah'ın sahih hadislerine dayanıyor olabilir. Ancak burada durup bir an düşünmemiz gerekmez mi? O hutbeyi, caminin son saflarına ilişmiş bir dövmeli genç de dinliyor olabilir. Acaba o genç ne hissetti? Omuzuna dokunabildik mi? Göz göze gelebildik mi? Gönlüne girebildik mi?
Belki de o dövme, onun pişmanlığının suskun bir şahididir. Belki gençliğin gafletiyle, bir hevesin kurbanı olarak vücuduna kazınmış bu şekil, artık omuzlarında ağır bir yüktür. Ama ne var ki, o genç bugün abdest almış, tertemiz niyetlerle camiye gelmiş ve Allah’ın huzuruna çıkmak istemiştir. Peki biz ne yaptık? Onu hutbedeki kelimelerle mıh gibi çakılmış bir hedef tahtasına mı dönüştürdük?
Bu gençler bizim çocuklarımız. Onlar, bu topraklarda doğmuş, Müslüman bir anne babanın evladı olarak büyümüş gençlerdir. Her birinin içinde küçücük de olsa bir iman tohumu vardır. Üzerindeki kıyafet ya da derisindeki dövme, kalbindeki Allah inancını söküp atmaz. Bu çocuklar İslam’ın dışında değil, belki de tam merkezindedir. Belki Resûlullah'ın (s.a.v.) döneminde yaşasaydılar, onun şefkat iklimine sığınır, tövbeleriyle tertemiz olurlardı. Çünkü Peygamber sadece temizleri davet etmedi; kirlenenleri temizlemek için gönderildi.
Kur’an şöyle buyurur: “(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Suresi, 107)
Bu rahmet sadece medreselerde yetişen çocukları mı kuşatır? Sadece anne babası dindar olanlara mı hitap eder? Hayır! Bu rahmet dövmesiyle geleni de içi kırılmış olanı da arayışta olanı da tökezleyeni de içine alır. Çünkü Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. (A’râf, 156)
Dövmenin dinen hükmü fıkıh kitaplarında elbette yer alır. Bu konuda yazılmış ve söylenmiş şeyler bellidir. Ancak bugün tartışmamız gereken mesele bu değildir. Bugün sormamız gereken soru şudur: “Camide dövmesiyle oturan bir genci kaybetmeyi göze alabilir miyiz?”
Düşünün, genç biri camiye geliyor. Belki ilk kez cuma namazına katılıyor. Belki bir arkadaşının teşvikiyle, belki içsel bir çöküşün ardından bir umutla adım atmış. Dua edecek belki, belki de sadece dinlemek istiyor. Sonra hutbe başlıyor. Dövmeyle ilgili bir fetva okunuyor, peşinden sert ifadeler… O genç yavaşça başını öne eğiyor. Belki bir daha o caminin kapısından içeri adım atmayacak. Belki yalnız camiden değil, bizden de uzaklaşacak. Birkaç cümlelik bir hutbe için feda mı edeceğiz bu genci?
Peygamberimiz (s.a.v.), mescidin duvarına idrar yapan bedevîyi gören sahabenin öfkesine karşılık, yumuşak bir dille şöyle demiştir:
“Bırakın adamı, işini bitirsin. Sonra orayı temizlersiniz. Sert davranmayın; siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı olarak değil.” (Buhârî, Vudû, 58)
Bunu söyleyen Peygamber, dövmeli bir gence nasıl yaklaşırdı? Elbette onu yargılamaz, dışlamaz, sevgisiyle sarardı. Bugün camilerde gençlerin olmamasından şikâyet ediyoruz. Ama gelenleri de bakışlarımızla, sözlerimizle, soğukluğumuzla uzaklaştırıyorsak, mesele gençlik değil; bizim temsilimizdir. Belki gençlerimiz İslam’ı değil, bizim sert kabuğumuzu terk ediyorlar.
Kur’an bizlere nasıl bir yöntem öğretiyor, birlikte hatırlayalım:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl Suresi, 125)
Bu çağrıda ne yargılama vardır ne de dışlama. Aksine; hikmet, güzel söz ve anlayışlı bir yaklaşım ön plandadır. Evet, dövmenin dinî yönünü anlatmak elbette haktır. Ancak dövmeli birine nasıl hitap ettiğimiz, bize hadis anlayışımızda da ifrat ve tefritten uzak, dengeli bir tutumun gerekliliğini hatırlatır. Çünkü bir sözün kıymeti, onu kimin duyduğuna bağlıdır.
Peygamberimiz, günaha meyleden bir gence nasihat ederken dahi onu kırmamıştır. Sevgiyle yaklaşmış, göz göze gelmiş, dokunmuş ve şöyle demiştir: “Sen bu günahı annenin, kız kardeşinin ya da eşinin yapmasını ister misin?”
Genç: “Hayır, ya Resûlallah” deyince, Allah Resûlü elini onun göğsüne koymuş ve dua etmiştir:
“Allah’ım, onun kalbini temizle, iffetsizlikten koru, günahı sevmemesini sağla.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/256)
İşte bu yöntem, bir gönül kazanma yoludur. Bugün dövmeli bir gence sırtını dönen cami cemaati, belki de yarının öncüsünü kaybetmektedir. Kim bilir, o genç yaptığı dövmeden pişman olacak ve onun silinmesini ömrü boyunca dua olarak tekrar edecektir.
Sonuç olarak bu yazı bir hatırlatmadır:
Bizler davetçiyiz, yargıç değiliz. Çağıranlarız, kovanlar değil. Sevdirenler olmalıyız, soğutanlar değil. Bir hutbe ile bir genci kazanmak da mümkündür, kaybetmek de…
Keşke geçen cuma dövmesiyle camiye gelen genç ile bu cuma geleni sayabilseydik. Ama bu mümkün değil. O yüzden artık sadece sözü değil, üslubu tartışmalıyız.
Bu gençler bizimdir. Dövmeleriyle, yaralarıyla, hatalarıyla bizimdir. Bu gençlerin camide yeri vardır. Bu gençlerin rahmetin kapısında yeri vardır. Çünkü Rabbimizin kapısı, her pişmana açıktır. Ve biz, kimseyi o kapının dışına itemeyiz.
Bugün İstanbul’a gelen turistlerin en çok ziyaret ettiği mekanlar genellikle camilerdir. Ayasofya Camii Kebir, Sultan Ahmet Camii, Fatih Camii, Süleymaniye, Eyüp Sultan Camii ve Şehzadebaşı Camii, bu ziyaretçilerin uğrak yerleridir. Buraya gelen turistlerin büyük çoğunluğunun boy abdesti yoktur, namaz abdesti yoktur, hatta kadın ya da erkek fark etmeksizin çoğunun kıyafeti de cami adabına uygun değildir. Dahası, birçokları vücutlarında dövmeler taşımaktadır.
Ancak hiç kimse onlara “Buraya niye geldin?” demez, diyemezler. Onların varlığı, ibadetleri, ziyaretleri sorgulanmaz, engellenmez.
Peki, dövmeli gençlerimiz bu gayrimüslim turistler kadar bu camilere gelme hakkına, ibadet etme hakkına sahip değil midir? Bu gençler bizim çocuklarımızdır; imanları kırılmış, arayış içindedirler. Onları dışlamak, sorgulamak, onları camiden uzaklaştırmak, aslında kendimizi, toplumsal merhameti ve Rabbimizin rahmet kapısını reddetmek demektir.
Allah’ım, bizleri yargılayan değil, bağışlayan; dışlayan değil, kucaklayan; küçümseyen değil, değer veren kullarından eyle. Gençlerimize merhametli bir dil, anlayışlı bir kalp, sabırlı bir yürek nasip eyle. Dövmesiyle geleni de gözyaşıyla geleni de mescidimizde huzur bulanlardan eyle. Bizi affına vesile olan örnek bir ümmet kıl. Âmin.