-Felsefe Düşmanlığından Günümüz Sefaletine-
Din, kelime anlamı itibarıyla Arapça ‘deyn/borç’ kökünden gelen bir kavram olarak, insanoğlunun yaşadığı hayatını düzenleyen ve buna bağlı olarak da, onun, yani insanın öte dünyadaki durumu ile ilgili olarak, ona bugünden bildirimde bulunan küllî bir sistemin adıdır. Bu sistemin sahibi ise, mutlak yaratıcı olan Allah©’dır.
O halde Allah© ve din insandan ne isterdi? Kuşkusuz, din bir teklif olup insandan sonsuz kurtuluşu talep etmesini ve kendi hayatını ona göre düzenlemesini isterdi. Kısacası; teklif, hayatı ona göre düzenlemek, doğru yaşamak ve sonuçta kurtuluşa, ebedi mutluluğa ermek…
Aynı zananda din bu haliyle Allah’ın kelamı, buyruklarının bütünü idi. O, genel çerçeve aşmadan insanlık tarihinde var olmuş bulunan “en sahih ‘büyük’ bir anlatı”ydı...
Birde dinin mesajının, muhatabına en iyi, güzel, anlaşılır, kabul edilebilir bir şekilde anlatılabilmesi için, zihinsel çabayı, düşünmeyi, muhatabını düşündürtmeye kanalize edecek bir bilgi ve ‘hikmet’ olgusuna ihtiyaç vardı. O da neydi? Onun adna kısaca ‘felsefe diyorduk.
Felsefe, ‘hikmet sevgisi’ anlamına gelip, muhatabının nazarında dinin hikmeti ile birlikte nasıl anlaşılması gerektiğinin bir nevi altyapısını oluşturan bir yöne sahipti.
Buna bağlı olarak formel ibadetlerden ziyade işin temelinde hikmet'i barındırdığını bildiğimiz İslâm´ın hangi çağda olursa olsun, merhum Âkif´in dediği üzere;’Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm´ı’ esprisini nasıl yorumlayabilirdik?
Ki, ‘Hikmet’ Allah©’ın bize, Kur’an’la birlikte teklif ettiği bir şey ise, ona, o zaman dinin kardeşi idi diye düşünebilirdik.
Elbette!
Bu inceliğe ve hikmete rağmen, koca İslam ilim ve kültür tarihinde, anlamsız bir şekilde, çoğu da ham softa, ama işgal ettikleri konum açısından felsefeye karşı çıkan taife, güruh ise, ona zındıklık, ona, ‘iyi bir gözle’ bakanları da zındık olarak niteleyip durmuşlardı. Bu tür sebeplerden dolayı, din anlayış zamanla zayıflamış ve metne dayalı olmasına rağmen, onun öngördüğü hikmeti ıskalayan kupkuru bir din anlayışı sadır olmuştu.
Bu durum günümüzde de devam etmekle birlikte, bugün, Müslümanlar(İslamcılar), İslam’ın mesajını Kur’an ve hikmet ile birlikte ‘asrın idrakine’ sunabiliyorlarsa, bunda felsefenin inkârı pek de mümkün olmayan büyük bir payı vardı.
Gerçi İslam ilim ve kültür tarihinde, ulemanın, İslam topraklarının genişlemesine, hakimiyet alanlarının artmasına koşut olarak, baştan beri Müslüman olan, Müslümanlaşan nüfusla birlikte, çeşitli medeniyet, kültür havzası ile birlikte, farklı din kümelerinden gelen ve ‘Müslümanlar için’ İslam’ın anlatılması icap eden yüz binlere yönelik olarak bir dilin, söylem tarzının ve üslûbunun bulunup ortaya konması gereklilik kazanmıştı. Bunu için ne yapmalı, neler yapılmalı ve nasıl yapılmalıydı?
O zaman hem bu soruların cevabı olacak ve hem de pratik sahada ‘işe yarayacak’ bir forma ihtiyaç vardı. bu formun adı felsefe idi. Mesajın, karşı taraflara ulaştırılmasını düşünen Müslümanları bir kısmı, onu, yani felsefeyi, inancın süzgecinden geçirme, bir kısmı da, bu işi pek düşünmeden, aradaki espriyi kavramadan İslam’ın mesajının kitlelere iletilmesi, anlatılması ve onlar tarafından anlaşılır kılınası için felsefe formunu ele aldılar.
Bunu inanç süzgecinden geçirenlerin bir kısmı, ‘bilginin İslamileştirilmesi’ adına, o ‘anlatım formu’nun adını kelam koydular. Aslında, kelâmda bir açıdan felsefe olup ona da İslam kelamı, İslam felsefesi dediler.
İşin adı ‘kelam’ olunca, haliyle alıcısı da çok oldu. Hele birde, etkisi günümüze kadar sürmüş olan ve onun ‘himmetiyle’ İbn Rüşd’den tutun da İslam’ı ‘asrın idrakine söyletme’ çabası içerisinde bulunan İslamcıları ‘modernist’ türü, kasdı aşan tanımlarla yaftalamayı İslam’ın zaferi(!) daha açıkçası ‘İslam derken, çoğunun aklına ondan başkası gelmeyen, ama onu da pek anlamadıkları belli olan Ehli- Sünnet adına elde edilecek bir zaferin(!) Müslümanları, içerisinde bulundukları bu müşkil durumdan ‘kurtaracak olan ‘sözde’ İmam-ı Gazzâlîlere ihtiyaçları vardı. Bu zevatın büyük bir kısmı onu dahi pek anlamamışlardı. O İbni Rüşd’e karşı çıkarken dahi İslam kelamını çok iyi biliyor ve onu, muarızlarına karşı, ilmi bir seviye içerisinde kullanmaya çalışıyordu.