Zaman zaman din adına ortaya konulan iddialara bakınca, insanın aklına şu soru geliyor: Acabâ din, yaşanarak ve nakledilerek bugüne ulaşmış sahih bir hakikat olmaktan mı çıktı; yoksa kişisel kanaatlerin, ideolojik tutumların ve modern akılcılığın şekillendirdiği bir anlayışa mı dönüştü? Oysa İslâm, yaklaşık bin dört yüz elli yıldır hem yaşanan hem de titizlikle kayda geçirilen, sözlü bir gelenek olarak varlığını sürdürmektedir. Bu köklü yapıyı bir kenara bırakıp kişisel akıl yürütmelerle yeni bir din inşâ etmeye çalışmak, dinin kendisine değil, insanın kendi hevâ ve heveslerine hizmet eder.
Din, salt mantık yürütmenin, akıl egzersizlerinin ya da modern ideolojik kalıpların bir ürünü değildir. Mantık, elbette dinin anlaşılmasında bir yardımcı unsur olarak yerini alır ancak dinin kaynağı hiçbir zaman insan aklı olmamıştır. İslâm’ın temeli, vahiy yani Allah’ın kelâmıdır. Bu vahyin anlaşılması ise, onun ilk muhataplarının kavrayışı, Peygamber Efendimizin açıklamaları ve sahabenin uygulamalarıyla şekillenmiştir. Dolayısıyla kişi yalnızca mantığı ve kişisel akıl yürütmeleriyle yeni bir din inşa edebilir belki, fakat ortaya çıkan şey İslâm değil, olsa olsa aklın inşa ettiği yeni bir ideoloji olur.
Aslında bu noktada çok temel bir hususu yeniden hatırlamak gerekir:
Başka bir ifade ile:
İslâm dini yaklaşık bin dört yüz elli yıldır yaşanarak, sözlü rivayetlerle aktarılıp yazılı kaynaklarda titizlikle korunarak bize sahih bir şekilde ulaşmış bir dindir. Bunun dışında, kişisel kanaatlerin süslendiği, ideolojik kasıtlarla biçim verilen, heva ve heveslerin din diye sunulduğu her söylem, hakikatte dinden çok uzaktır. Bu tür yaklaşımlar, modern dünyanın ürettiği “dinimsi ideolojiler”den ibarettir; en fazla deistik bir yorumun yeni bir versiyonunu andırır. Bir nevî deistik sapmadır.
Bu yüzden dinî konularda ilmî usûlü elden bırakmamız mümkün değildir. Vahiy, sünnet, sahabe anlayışı, usûl ilimleri, kelâm ve fıkıh geleneği… Bunlar olmadan ortaya konan her şey kişisel görüşten öteye geçmez.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i “kendi aklıyla yeniden kurmaya” kalkışanların en çok saptığı alanlardan biri de ebedî azap meselesidir. Oysa Kur’ân’da inkâr edenlerin ebedî olarak cehennemde kalacağına dair ifadeler oldukça açıktır. Bu konu tartışmaya açık bir metafizik yorum değil, vahyin kesin olarak bildirdiği hükümlerden biridir.
Yaratan'dan Daha Merhametli Olanlar(!)
Kur’ân’da “hâlidîne fîhâ ebedâ” yani “orada ebedî olarak kalıcıdırlar” ifadesi doğrudan 9 ayette, bağlamıyla birlikte ise toplam 12 ayette geçer. Bu ayetlerde inkârın ve şirk üzere ölüp gitmenin cezasının ebedî bir azap olduğu vurgulanır. Bakara’dan Tevbe’ye, Cin’den Ahzab’a kadar birçok yerde bu hüküm açık bir üslupla tekrar edilir. Müfessirlerin büyük çoğunluğu –Taberî, İbn Kesîr, Fahreddin Râzî gibi– bu ayetlerin yalnızca şirk üzere ölen inkârcılar için ebedîlik ifade ettiği konusunda hemfikirdir. Tevhid ehli günahkârların ise bir müddet sonra rahmet-i ilâhi ile cehennemden çıkarılacağı yine aynı gelenekte açıkça belirtilmiştir.
Dolayısıyla burada mesele, akıl yürütme meselesi değil; vahyin nasıl konuştuğunu ve sahih ilmin bunu nasıl anladığını dikkate alma meselesidir.
Konu İle İlgili Ayetler
Aşağıda bu ayetlerin tam listesi verilmiştir:
“Hâlidîne fîhâ ebedâ” (orada ebedî olarak kalıcıdırlar) ifadesinin geçtiği ayetler:
Bakara Sûresi:
2:39 – “İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar… ateş ehlidirler; orada ebedî kalıcıdırlar.”
2:81 – “Kötülük yapıp günahı kendisini kuşatan kimseler… ateş ehlidirler; orada ebedî kalıcıdırlar.”
2:162 – “Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Azapları hafifletilmez, kendilerine mühlet verilmez.”
2:257 – “Kâfirler ateşin dostlarıdır; orada ebedî kalıcıdırlar.”
Tevbe Sûresi:
9:63 – “Onlar için alçaltıcı bir azap vardır; orada ebedî kalıcıdırlar.”
9:68 – “Münafık erkek ve kadınlarla kâfirlere, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vaad edilmiştir.”
Cin Sûresi:
72:23 – “İnkâr edenler… ateşin içinde ebedî kalıcıdırlar.”
Beyyine Sûresi:
98:6 – “İnkâr edenler… yaratılmışların en kötüsüdür; orada ebedî kalıcıdırlar.”
Ahzab Sûresi:
33:65 – “Orada ebedî kalıcıdırlar. Ne bir dost bulurlar ne de yardımcı.”
Bağlamında ebedîlik vurgulanan ayetler:
Nisâ 4:169
Hz. İsa’yı ve annesini ilah edinenlere dair bağlamda: “Orada ebedî kalıcıdırlar.”
Bakara 2:217
Dinden dönenlere ilişkin bağlamda:
“Orada ebedî kalıcıdırlar.”
Fâtır 35:36
Açıkça “ebedâ” geçmese de, ölmemeleri ve azaplarının hafifletilmemesi bağlamında ebediyet vurgusu yapılır. Müfessirlerin çoğu bu ayeti ebedîlik kapsamına dahil eder.
Toplam:
Doğrudan “hâlidîne fîhâ ebedâ” geçen: 9 ayet
Bağlamıyla birlikte ebedîliği ifade eden: 12 ayet
Deistik Sapma
Bugün bazı çevrelerin dîni “akla daha uygun hâle getirmek” adına hükümleri esnetmesi, ayetleri bağlamından koparması, hatta kimi zaman inanç esaslarını kökten değiştirmeye kalkışması, aslında dinin değil aklın merkezde olduğu yeni bir ideolojik inşâ çabasından başka bir şey değildir. Bu yaklaşım, tarihin hiçbir döneminde İslâm’ın ana damarında yer almamıştır; bundan sonra da alması mümkün değildir.
Sonuç olarak, din; heva ve heveslerin, nefislerin, ideolojilerin, modern zihinlerin, kişisel akıl yürütmelerin değil, Allah’ın vahyinin ürünüdür. Vahyin anlaşılması ise ilmî metot, sahih nakil, sünnet ve ümmetin kadim birikimi ile mümkündür. Dîni bu sütunlardan ayırdığınızda geriye kalan şey sadece kurgulanmış bir dünya görüşü yani din görüntüsü verilmiş yeni bir ideolojidir.
Dinimizi öğrenmeye çalışırken ilmî yolu aslâ terk etmemeli; din öğretenler de öğrettiklerini mutlakâ ilmin sağlam temelleri üzerine bina etmelidir.

