Faysal Mahmutoğlu

Tarih: 16.01.2022 21:00

Diayder

Facebook Twitter Linked-in

Devlet bütçesinin en önemli kalemini vergiler oluşturmaktadır. Vergiler ise dolaysız ve dolaylı vergiler diye ikiye ayrılır. Dolaysız vergiler, şirketlerden alınan kurumlar vergisi ile ücretlilerden ve serbest meslek erbabından alınan gelir vergisinden oluşurken, dolaylı vergi de mal ve hizmet satın alırken ödenen vergidir. Tüketenin ödediği vergi türüdür. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan herkesin kullanırken ödediği bir vergi. Dolaylı vergilerin vergi içindeki payı yüzde 60’ların üstünde. Örnek verecek olursak; sigara, içki veya akaryakıt alırken ödenen vergidir.

Devlete karşı sorumlulukta bir eşitlik söz konusu. Ancak hizmet alırken bu eşitlikten söz edilemez.

Gerek Osmanlı’da gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nde din hizmetleri bir kamu hizmeti olarak icra edilmiştir. Osmanlı’da din hizmetleri, şeyhülislam tarafından idare edilirken, Türkiye Cumhuriyeti’nde bu görev Atatürk tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığının 2022 yılına ait bütçesi 16 milyar 98 milyon 580 bin lira olarak belirlendi. Diyanet bu bütçeyle Dışişleri, Kültür ve Turizm, Çevre ve Şehircilik ve Ticaret Bakanlığı dahil çok sayıda bakanlığın bütçesini geride bırakıyor.

Bu devasa bütçeye sahip Diyanet sadece Sünnilik kapsamında Hanefilik mezhebini esas alarak din hizmeti vermektedir. Türkiye’de en kalabalık ikinci Sünni mezhep olan Şafiilik ile Alevilik, Caferilik ve Bektaşilik ile ilgili herhangi bir hizmet sunmamaktadır. Hanefilerle eşit bir şekilde vergi ödeyen Şafii, Alevi ve Caferi vatandaşlar Diyanet’ten herhangi bir din hizmeti alamamaktadırlar.

90’lı yıllarda terör bahane edilerek boşaltılan köylerin sakinleri ağırlıklı olarak batıya doğru göç ettiler. İstanbul en çok göç alan şehirlerin başında gelmektedir. Sayıları tam bilinmemekle birlikte birkaç milyon Şafii’nin İstanbul’da yaşadığı tahmin edilmektedir.

İstanbul’da yaşayan (özellikle varoşlarda) Şafiilere kısmen de olsa din hizmeti sunma amaçlı olarak bir grup emekli imam tarafından 12 yıl önce DİAYDER (Din Alimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) kuruldu.

Merkezi Şirinevler’de metruk bir binada bulunan dernek, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Bağcılar, Beylikdüzü ve Esenyurt gibi semtlerde 9 mescit açıyor. Bu mescitler Şafii vatandaşların tahsis ettiği genellikle bodrum katlarında bulunan küçük dairelerden oluşmaktadır. Mescit masrafları cemaat tarafında karşılanıyor. Bu mescitlerde Kürtçe vaazlar verilip özellikle taziyelerin son gününde Kürtçe mevlitler okunuyor.

Bu mescitlerin en önemli işlevlerinden biri de Ramazan’da teravih kıldırmasıdır. Bilindiği gibi Şafii mezhebinde sünnet namazları ikişer rekât olarak kılınıyor, dolayısıyla teravih namazı da de ikişer rekât şeklinde kılınıyor. Hanefilerin ise ağırlıklı olarak teravih namazını dörder rekât şeklinde kılındığı biliniyor. Şafii mezhebine mensup vatandaşlar bu mescitleri tercih ediyor. Hatta Şafii göçmenlerin de bu mescitleri tercih ettiği bilgiler arasındadır.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra birçok dernek, gazete ve TV PKK ile ilişkilendirilerek kapatılırken DİAYDER’e dokunulmadı. Her ne hikmetse İstanbul belediye seçimlerinden sonra 20 Aralık 2020’de dava açıldı.  Ekrem İmamoğlu’nun adaylık sürecinde derneği ziyaret edip dernek üyeleri ile birlikte iftar açması, derneğin seçimde İmamoğlu’nu desteklediği şeklinde yorumlandı. Bu da iktidar açısından bardağı taşıran son damla oldu.

Derneğin KCK bünyesinde açıldığı iddia ediliyor. 9’u tutuklu 23 DİAYDER yöneticisi yargılanıyor.

Atfedilen kimi suçlamalar şöyle:

Kobani’ye destek açıklaması, sivil Cuma namazı kıldırmak, Demokratik İslam Kongresi düzenlemek, Suriye’de ölmüş bazı PKK’lıların taziyelerine katılmak.

Avukatları  Fırat Epözdemir’in medyada yer alan açıklamasında savcılık suçlamaya gerekçe olarak:  “Hutbe içerisinde ülkemizde kullanılan Kurmançi lehçesinin içinde bulunmayan, yöre halkı tarafından kullanılmayan, sonradan PKK/KCK terör örgütü tarafından kullanılıp benimsenen Civak (Topluluk, cemaat),Bawermend (İnananlar), Heja (Değerli), Jiyan (Yaşam), Henber (Karşı), Rümet (Onur, Şeref ), Parastın (Savunma), Armanç (Amaç), Navent (Orta), Taybet (Özel), Astengi (Sıkıntı ), Aşiti (Sulh, Adalet ), Ol (Din), Cüda (Ayrı), Davi (son), Wekhavi (Benzerlik, Eşitlik), Bersiw (Cevap) ve Rojhilat (doğu) Kürtçe terminoloji kelimelerin kullanıldığı.” Kullanılan bu kelimeleri örnek göstermiş.

Savcılık, yüzyıllardır Kürt edipler, şairler ve alimler tarafından kullanılan bu kelimeleri örgüt terminolojisi içinde ele alıyor. Oysaki PKK’nın dili Türkçedir, örgüt liderleri Türkçe konuşmakta ve Türkçe yazmaktadır. Abdullah Öcalan tüm kitaplarını Türkçe yazmıştır. Ayrıca halkın konuştuğu dil (ki çoğu 300-500 kelimeyle konuşur) ile yazı dili farklılık arz eder. Tüm dillerin zaman içerisinde ihtiyaca binaen gelişip zenginleştiği bir hakikat. Bugün Türkçede kullanılan kelimelerin de çoğu yüz yıl önce kullanılmamaktaydı.

Her yeni sözcük tedavüle sokulduktan sonra uzunca bir deneme sürecinden geçer. Kabul görenler kalır ve onlarla yol alınır. Tıpkı örgüt, elebaşı, barış, devrim, emek, imge, simge, onur ve örneğin (Ermenice’dir) de olduğu gibi.

Devletin resmi söyleminde “bilinmeyen bir dil” şeklinde yer alan Kürtçenin iddianamede kabul görmesi bir ironi mi yoksa “yeni Türkiye” gerçeği mi?

Siyasal iktidar tüm alanlarda olduğu gibi dini konularda da farklılıklara, sivil alana tolerans tanımak istememektedir.

DİAYDER referansıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü bünyesinde beş kişinin gassal olarak işe alınması, Ramazan ayında ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere 300 adet 150 TL’lik alışveriş kartı verilmesi ve derneğin yıllık takvim masrafının karşılanması İBB’ye örtülü bir biçimde örgüte yardım suçlamasının sebebi olarak görüldü. İçişleri Bakanlığının İBB hakkında başlattığı teftişe de dayanak gösterildiği yazıldı.

İktidar yanlısı medya iddianameyi gerçekmiş gibi manşetine taşıdı. PKK’nın paralel diyanet yapılanması şeklinde afişe ettiler. Oysa PKK’nın yıllar önce merkezi yurt dışında olan ‘Kürdistan İslam Partisi’ni kurduğunu, başına da Almanya’da yaşayan emekli müftü Abdurrahman Düre’yi (11 Ekim 2012 yılında Köln’de vefat etti) getirdiğini en iyi onlar bilir. Hele ismini anmak istemediğim (Yaşar Kemal sevmediğim kişilerin adını hatırlamıyorum dermiş) ilahiyat kökenli mütekait bir milletvekilinin; “Gassal deyip geçmemek lazım; tabutun içine bomba koyabilirler” açıklaması tam tımarhanelik.

İnsanın bazen, Sakallı Celal’in “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” sözüne hak veresi geliyor.

 

Kaynak:  Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —