Türkiye siyaset geleneğinin kendine özgü sosyopolitik dinamikleri vardır. Bu dinamiklerin kuruluş ideolojisi üzerinden şekillendiği görülür. Kuruluş süreci temel ilkeleri her ne kadar cumhuriyetçilik ve halkın kendi kendini yönetmesi değerleri üzerinden bir paradigmal yapı oluşturmaya çalışsa da TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasından 1946 yılına kadar tek partili dönem devem etmiş. 1946 seçimleri bile açık oy gizli tasnif gibi ucube bir uygulama ile 1950 yılına kadar statüko milletin iradesine güven duymamış ve hep kendini koruyacak refleksler üretmiştir.
1950 kısmen serbest seçimleri ile kadim kurucu gelenek ağır bir yenilgiye uğratılsa da 10 yıl gibi kısa bir süre sonra halkın seçtiği iktidar partisi başkanı ve kabineden bakalar, Adnan Menderes ve kabinede bakanlık yapan Fatih Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan idam edilmişlerdir. Demokrat Partinin birçok milletvekili ve yöneticisi ağır cezalar almıştır.
1960 darbesi Türk siyasi tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Darbe bildirgesini okuyan Albay Alparslan Türkeş daha sonra Türk siyaset tarihinin yaklaşık 40 yılına damga vuran milliyetçi siyasetin kurucu lideri olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi 60 sonrası Türkiye’sinin her döneminde statükonun derin aklının güçlü bir sözcüsü olarak siyasal süreçlerde ve kamu yönetim kültüründe güçlü bir taban ve siyasal çizgi olarak seçimlerdeki inişli çıkışlı durumlardan bağımsız olarak varlığını ve etkisini sürdürmüştür.
Yarım asırdan fazla bir dönemdir Türkiye siyaseti içinde yer alan MHP partili siyaseti, kuşkusuz oy oranlarının çok üstünde bir siyasal etkiye sahip olmuştur. Bu durumun en temel nedeni kurucu ideolojinin temel değerleri ile seçime dayalı siyaset mekanizmasının çok üstünde geliştirdiği simbiyotik kopmaz organik ilişki biçimidir.
MHP siyaset anlayışının, siyaset teorileri açısından birçok boyutta analiz edilmesi, Türkiye siyasetinin geleceğine önemli katkılar kazandıracağını ayrıca belirtmek gerekir. MHP’nin ürettiği katı mekanik örgütlü siyasetin etki kat sayısını devlet yapılanmasının her kademe ve sürecinde belirgin bir şekilde görmek mümkün. Sendikal örgütlenmelerden yarı resmi odalara, üniversitelerden barolara, futboldan sanat, sinema ve medya dünyasına, kamu çalışma iklimindeki bürokratik lobilerden üniversitelere kadar her alanda bir siyasal dokunuş, etki ve akreditasyon kulis kültürünün etkisini gözlemlemek mümkün.
MHP siyasal sürecinin güçlü karizmatik liderlikler üzerinden şekillenmesi ayrıca dikkate alınması gereken güçlü bir sosyopolitik dinamiktir. Yarım asrı aşan süreçte Alparslan Türkeş sonrası MHP liderliğine gelen Devlet Bahçeli Türkiye Siyasetinin son çeyrek asrında kesintisiz parti ve camia liderliğini sürdürmeyi başarmıştır. Seçimlerde baraj altında kaldığı dönemlerde bile liderliğini güçlü bir şekilde devam ettirmiş karizmatik bir liderliktir Devlet Bahçeli. Yine Türk siyasetinin son 28 yıllık sürecinin her kritik aşamasında oy oranlarının çok üstünde bir siyaset etkisi üreterek güçlü siyasi çıkış ve dokunuşları belirleyici aktörlerden biri olmuştur. Kendi içinde paradoksal çıkışlar ortaya koymasına rağmen siyasi belirleyicilik katsayısını her dönem arttırmıştır.
Abdullah Öcalan’a idam ipini TBMM’den uzatan Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP, Bugün Abdullah Öcalan ile görüşmekten ve umut hakkından bahseden sürecin başlatıcısıdır. Ak Parti siyaseti ile kanlı bıçaklı bir süreci 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası cumhur ittifakı ile AK Parti müttefikliğine dönüş yapan yine aynı MHP siyasal aklıdır.
Bu yakın hafızanın görünür kıldığı siyasal paradokslar MHP siyasetinin kendi üst tutarlılığını vatan sevgisi, devletin/statükonun beka sorunu, Turancılık ve kızıl elma ideali gibi paradigmal söylemler üzerinden sağlamaya çalışır.
MHP siyaset aklı, İslamiyet öncesi Türk medeniyetleri ile Muaviye sonrası baskın olan İslam medeniyetlerinin jakoben, statüko merkezli, tüm toplumsal çevreyi, talep ve beklentileri kendi bekası tapıncına yönelik terbiye ve teslimiyete mecbur kılınmasının da ötesinde içselleştirilmiş bir kölelik düzeyinde kurgulanmış bir kutsiyet üzerinden itaat ve sahiplenme bekleyen siyaset paradigmasıyla aynı frekans ve kodları taşıyan güçlü bir uyum içinde olduğu görülmelidir.
Coşku, kahramanlık ve tarihsel kutsanmış örüntüler merkezli bu tapınç sistematiğinin kuşkusuz en güçlü nedenselliği bir adayışın ötesinde güç ve rant bölüşümünün entegrist paylaşım kastını aşağıdan yukarıya üretmektedir.
Körle yatan şaşı kalkar misali Ak Parti siyaset aklı da MHP ikliminin kuşatmasında kendi kuruluş değer, ilke ve mücadele geleneğinin dışına çıkmış ve statüko merkezli siyasetin partizanlığı üzerinden tüm iktidar iklimini Cumhur İttifakı formülasyonu bir arada tutmaya devam etmektedir.
Statükonun Cumhur İttifakı üzerinden ortaya çıkan statükonun siyaset aklını küresel istikbarın kuşatma, yönlendirme ve terbiyesinden bağımız düşünülmesi imkânsıza yakın bir ihtimaldir. Bu yönüyle Türkiye siyaset geleneği kuruluş ideolojisinin temel belirleyici kodları günümüze kadar nitelik olarak değişmemiş ve küresel sömürü düzeninin rol model ülke statüsünde kendine özgü güçlü bir deneyimi günümüze kadar taşınmasını beraberinde getirmiştir. Bu duruma dönemsel itiraz ve siyasal çıkışlar ya durdurulmuş veya ikna edilerek küresel İstikbar düzenine uyum sağlayacak bir terbiyeden geçirilmiştir.
1 Ekim 2024 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli ile başlayan “Terörsüz Türkiye” süreci ve gelişen olayları, Türkiye siyaset geleneğine dair yukarıdaki uzun giriş bakış açısı üzerinden anlamlandırmaya çalışmak gerekir. Siyasal ve toplumsal değişimin kaçınılmaz gerçekliği bir devlet projesi olarak Kürt meselesi ile ilgili bu yeni süreci başlatılması ihtiyacını kaçınılmaz kılmıştır. Yani başlatılan “Terörsüz Türkiye” veya TBMM komisyonundaki adlandırmayla “Milli Dayanışma kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” yeni süreç, statükonun değişen yeni küresel ve yerel koşullara karşı kendini koruma ve uyum sağlama çabası olarak okunabilir.
Bu durumun farkındalığı süreci dışlamayı veya mahkûm etmeyi gerektirmez. Aksine yeni sürecin üretebileceği temel hak ve özgürlüklere, adalet, hukuk ve sosyal devlet uygulamalarına, evrensel değer ve erdemlere yönelik toplumsal kazanımların fırsatları olarak sahiplenilmeli ve tüm toplumsal kesimlerin etki alanlarının sürece katılım sağlaması için her alanda sorumluklar üstlenmelidir.
Kasım 2025 TBMM’de kurulan komisyonun yeni sürece dair yaptığı çalışmaların raporlanarak TBMM’ye sunulması takvimini işaretliyor. Bu son fazda Devlet Bahçeli yine sürecin akışını önemli oranda şekillendirecek, besleyecek iki güçlü, açık ve net çağrıda bulundu. HDP/DEM Eş Başkanı Selahattin Demirtaş artık cezaevinden çıkarılmalıdır ve TBMM komisyonu İmralı yani Abdullah Öcalan ile de görüşmelidir.
Bu yeni ezber bozan çıkışları nasıl okumak ve anlamlandırmak gerekir? Bu yeni çağrıların sürece etkisi ne olabilir veya bundan ne amaçlanıyor?
Öncelikle her iki çağrının da sürece dair atılması gereken yeni güçlü adımların önünü açacak olumlu bir etki yaratacağı söylenebilir. Ak Parti genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin son yapılan çağrılar öncesi görüşmelerinin sürece dair yapılması gerekenlerin istişare edildiğini, dolayısıyla Bahçeli’nin yeni çağrılarının Ak Parti ile birlikte kararlaştırılmış olduğunu gösteriyor. Devlet Bahçeli’nin özellikle 29 Ekim resepsiyonuna katılmaması üzerinden Ak Parti ile MHP arasında kırılmalar mı yaşanıyor sorusuna da Devlet Bahçeli ilk ağızdan sert bir yanıt vererek Cumhur iİtifakı’nın Türkiye’nin gelecek yüzyılını inşa etmeye karalı bir şekilde devam edeceğine dair sözlere açıklamalarında yer verdi.
Devlet Bahçeli üzerinden kamuoyuna yansıyan her çıkış ve açıklamanın kılı kırk yararcasına titizlikle hesaplanmış, ölçülmüş, birçok boyutuyla analiz edilerek servis edildiğini söylenebilir. Bu yönüyle devlet aklının Kürt meselesi ile ilgili sürecin her kritik noktasında MHP lideri Devlet Bahçeli üzerinden yapılması meselenin çözümüne en reaksiyoner siyasal parti çizgisinin birçok meselede ve birçok kez yapıldığı gibi statüko tarafından stratejik bir tercih olduğunun da altını çizmek gerekir. Bu durum Devlet Bahçeli’nin devlet aklı tarafından titizlikle her bir ayrıntıya kadar yönlendirildiğini gösteriyor. Devlet Bahçeli’nin medya ilişkilerinde röportaj, konularla ilgili analiz ve makalelere kapalı tutulması ve MHP’de Devlet Bahçeli’nin dışında ikinci bir ismin sürece dair konularda kamuoyunda yer almasının önlenmesi veya izin verilmemesi hassasiyeti sistemin üst aklının konuyla ilgili stratejik bir tercihi olarak okunabilir. Yani devlet aklı MHP lideri Devlet Bahçeli üzerinden müşahhas kılınırken, devletin konuşan dili, gören gözü süreci yöneten iradesi Devlet Bahçeli şahsında ortaya çıkarılıyor.
Türkiye iç siyasetinde aktörlerin statükonun stratejik önceliklerine yönelik uzlaşma zemini, kuşkusuz partili siyasetin seçimleri kazanabilme koşullarına statükonun geçit vermesi, desteklemesi üzerinden kolayca şekillendirilebiliyor. Dolaysıyla yapılan son açıklamaların 2028 veya daha erken olabilecek seçimlerde bir yol kazası yaşanmadan yine Ak Parti güçlü liderliğinin sembol ismi olan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığı ve statükonun ideolojik genetiğini içselleştirmiş MHP ittifakı ile ikna edilmiş bir DEM partisi açık veya örtülü desteği üzerinden Kürt oylarının devşirilmesi ile elde etmeye yönelik bir gelecek hamlesi olarak değerlendirilebilir.
PKK’nın Türkiye’yi terk ettiğine dair açıklaması üzerinden gelen Devlet Bahçeli’nin Demirtaş ve Öcalan ile ilgili açıklamaları Kürt siyasetinde silahın ağır vesayet iklimini ortadan kaldırması bakımından önemli bir kazanım olarak görmek gerekir. Bu bağlamda Kürt siyasal toplumsallığının kendi iç dinamiklerinin bu yeni sürece dair sosyopolitik hazırlık düzeyinin yetersizliğine de ayrıca vurgu yaparak konuyla ilgili daha ayrıntılı analizleri başka bir yazıya bırakalım.
Kaynak: farklı bakış

