Yusuf YAVUZYILMAZ

Tarih: 24.08.2021 12:33

Devlet Algısı

Facebook Twitter Linked-in

Devlet algısı Türk siyasal tarihinin en önemli belirleyici parametrelerinden biridir. Orta Asya devlet geleneği ile Emevi uygulamasının doğurduğu pratikle evliliği, kutsal devlet felsefesinin temellerini oluşturur. Emeviler’den sonra iktidarı devralan Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar da bu geleneği devam ettirirler. Devletin en büyük ve vazgeçilmez bir güç olarak kutsallaşması ona uygun bir siyaset terminolojisi de yaratmıştır. Türk ve İslam siyasal tarihinde “siyaseten katl” anlayışı, devleti yönetenlere, devlete zararlı olduklarını düşündükleri kimseleri öldürebilme yetkisinin verilmesidir.  Osmanlı devletinin “siyaseten katl” anlayışı, Cumhuriyet devrinde de devam etmiş, daha sonraki yıllarda ise darbelerle kurumsallaşmıştır. Kuşku yok ki, darbelerin alt yapısını oluşturan siyaseten katl anlayışıdır. Devletin yönetici elitleri, demokratik yöntemlerle iktidara gelse dahi onları iktidardan uzaklaştırmayı meşru görmeleri “siyaseten katl” anlayışının bir uzantısıdır. Öte yandan “siyaseten katl” anlayışı her tür muhalefeti fitne olarak görüp, sistemin dışına atmayı meşrulaştırır.

Modernleşme anlamında Osmanlı’dan radikal bir kopuşu ifade eden Cumhuriyet modernleşmesi de aslında bu devlet geleneğinin takipçisidir. Kutsal devlet anlayışı halen siyaset düşüncemizi yönlendiren en büyük argümandır.

Kutsal devlet geleneğinin modern zamanlardaki en büyük temsilcisi Hegel’dir. Hegel devleti kutsal olan idenin yeryüzündeki açılımı olarak görmüştür. Halifeyi Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak gören anlayış da Hegel’in anlayışının paralelindedir.

Cabiri, kutsal devlet anlayışının, İran kaynaklı olarak İslam dünyasına geldiğini savunur. Bunun yanında Bizans geleneğinin etkisi de kutsal devlet anlayışına zemin hazırlamıştır.

İslam siyaset düşüncesinin temel referansı ise “Medine Vesikası”dır. Ancak bu Vesika uzun yıllar boyu neredeyse unutulmuştur. Ali Bulaç, Medine Vesikası üzerine yaptığı kapsamlı çalışmada, hem Vesikanın tarihi uygulaması, hem de bugünkü siyaset diline nasıl tercüme edileceği konusunda değerli bilgiler vermiştir. Ne yazık ki, tarihsel tecrübe Medine Vesikası’nın üzerine yükseldiği değerlerle değil, kutsal devlet pratiğine göre belirlenmiştir.

Devlet Hegel’in dediği gibi evrensel aklın kendini gösterdiği bir kutsal kurum değildir. Devlet, insan tarafından üretilen, değişime açık, kutsal olmayan bir örgütlenmedir. Dinin temel değerleri devletin devamı için araçsallaştırılıp kullanılamaz.

Devlet, kutsal, değişmez, insanüstü bir yapı değildir. Yönetimin dayanacağı ahlaki ilkeler ( adalet, meşveret, hukukun üstünlüğü, katılım, liyakat) evrenseldir; devletin sistemi ve dayandığı ideoloji değil.

Bir sistemi ve ideolojiyi değişmez temel değerler olarak algılamak, doğası gereği yanılgıya açık insanın ürettiği bilgiyi yanılma ihtimali olmayan bir kaynaktan gelen vahiyle eşitlemektir ki, bu tutum epistemolojik olarak imkansızdır.

Devlet algımızı değiştirmeden, demokratik hukuk devleti kurmak imkansızdır. Çünkü kutsal devlet algısı, insanların zihinsel yapılarında neredeyse değiştirilemez bir sabite olarak yer almaktadır. Bu sabitenin oluşmasında geleneksel İslam anlayışı kadar modern düşünce sistemlerinin de büyük etkisi vardır. Ulus devletin algılama biçimi, geleneksel devlet algısından çok farklı değildir.

 İslam dünyasında İslamcılar zaman zaman iktidara talip oldular. Ancak genel anlamda bu iktidar deneyimleri kalıcı bir değişim sağlayamadı. Kuşkusuz bu başarısızlığın iç ve dış sebepleri vardır. Ancak belirleyici olan iç sebeplerdir kuşkusuz. Öte yandan hem dünya sisteminin çıkardığı engeller, hem de iktidara gelen İslamcı partilerin düşünsel yetersizliği başarısızlığı hazırladı. Kuşku yok ki, egemen dünya sistemine siyasal anlamda yapılacak köklü itiraz, önemli bir bilgi birikimi ve ahlaki zemin gerektiriyor.

Allah/ devlet/ iktidar ve insan konusunda köklü bir zihinsel arınma ve değişime ihtiyaç var. Bu değişim kuşku yok ki, siyasal anlamda önemli bir paradigma değişimini gerektiriyor. Paradigma değişimi kutsal devlet algısından meşveret, şura, seçim, biat ve katılıma doğru olmalıdır. Bu dönüşümde bir yandan çağdaş demokrasi deneyimlerinden, diğer yandan İslam’ın birikiminden yararlanmak gerekir.

Kutsal devlet anlayışından “Adalet devleti” anlayışına doğru ilerlemek gerekiyor. Bu dönüşümün önünde tarihsel dini algılama biçimi ve geleneğin büyük bir direnişi olacaktır.

Öte yandan sosyal değişim konusunda devlet merkezli anlayıştan uzaklaşıp sivil toplumu öne çıkarmak gerekir. Siyaset üretirken şu sorunun eşiğine gelmiş bulunuyoruz: İnsanı merkeze alıp devleti değiştirip dönüştürmek mi, yoksa devleti merkeze alıp insanı dönüştürmek mi daha sağlıklıdır.

Öyle görülüyor ki, tarihsel tecrübenin ürünü olan devlet algımızı değiştirmediğimiz sürece, adalet devleti ve hukukun üstünlüğü kavramlarına uzak kalacağız. Bu da siyaset felsefemiz açısından önemli ve radikal bir zihinsel dönüşüm gerektiriyor.

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —