Çocukluktan gençliğe ilk adımlarımı atarken MTTB ile tanıştım. İlk dernek deneyimim idi. Babam da memnundu. Zira beni 1976 yılında MTTB ile ilk o tanıştırmıştı. Özellikle İslam ahlakı üzerine yetişmemi istiyor ve MTTB’nin bu isteğini karşılayacak bir dernek olduğunu düşünüyordu. Kendisi bir sıva ustasıydı ancak ilk çıkan tercüme eserleri alıp getiriyordu. Rahmetli Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Malatya’ya gelişlerinde bulunduğu anları anlatıyor, Erbakan’ı ve MSP’yi destekliyordu.
MTTB 12 Eylül 1980 sonrası kapandı.
Yıllar geçti. Dernekler çeşitlendi. MTTB gibi farklı düşünen kesimleri bir arada tutan bir derneğin, birliğin yerini, mahallenin sokakları dediğim, hepsinin tek fikre açık olduğu dernekler kuruldu. Bu tek fikirciliğin nasıl sonuçlar getireceğini o zamanlar düşünecek tecrübeden yoksundum. İslamcı görüş kendi içinde sokaklara ayrıldı. Değineceğim konu bu değil elbette ancak süreci kısaca hatırlamak istedim.
28 Şubat 1997 postmodern darbesini yaşadık. Bir dalgalanma, dağılma, yalnızlaşma süreci yaşadık. Yargılamalar, tutuklamalar ile yılar geçti. Yeni dernekler ve partiler kuruldu. Teorik açıdan gördüğüm yanlışları izah etmeye çalıştığım yazılar yazmaya çalıştım. Bu yazıların ihtiyaç olduğunu düşünenler olduğu gibi “bu yazıları yazan biri aramızda olmamalı” diye gizli gündemlerin ötelemesine maruz kaldığım da oldu. Oysa mahalleyi mahalle yapacak olan farklılıklardı, farklı düşünenler bir araya gelir istişare ederdi, tek veya birkaç kişinin bakış açısını onaylamak için bir araya gelip monolog oluşturmaya istişare denmezdi. Bu gidiş dernekçiliğin sosyal, kültürel faydasını bitirirdi. Menfaat birlikleri oluşurdu. Bunları yazmaya çalıştım. Zannımca “ufuk darlığı” bu bakış açıma yer vermek istemedi. Niyet kötü değildi belki lakin ufuk dardı.
Uzun uzadıya anlatmadığım bu süreç ile geçen yıllardan sonra bir ağabeyi ziyarete gitmiştim. Hal hatır derken konu sosyal hayata, geçmişten günümüze alınan yolu değerlendirmeye geldi.
“Bizim mahallede bir dernek kuruluyor, on yıl, yirmi yıl geçiyor aynı kişi başkan, üstelik gidilen arpa boyu kadar da bir yol yok, müthiş bir şikâyet ve suçlama var” dedim.
“Ne yapsınlar başkanlık yapacak adam bulamıyorlardır !” cevabı geldi.
“Bu ifade yıllara, ortaya konan çabalara hakaret değil mi” dedim. Ve ekledim “derneği kapatsınlar!”
“Niye kapatsınlar ki” diye sordu.
“Ağabey, eğer bu adamlar onca yıl bir derneğe başkanlık yapabilecek bir kişinin bile yetişmesine vesile olmamışlarsa derneği niye açık tutuyorlar, kendilerini feshetsinler. Bir dernek bir veya birkaç kişinin zatını memnun edip, fikri donduracak noktaya getirilemez” dedim.
Doğrusu meslek odalarından, derneklerinden diğer sosyal ve kültürel derneklere kadar, ya kural yok, ya da işletilmeyen kurallar var. Bir dernek kurduğunuzda aynı zamanda onun bir yönetim kurulu olur ve başkası olmasa bile o yönetim kurulunun hepsi başkanlık yapabilecek kapasitede olmalıdır ve öyledir. Eğer yönetim kurulu rasgele oluşturulmuşsa, kurulu bu şekilde oluşturanların başka bir hesabı var demektir. Mesela kurulan derneği zamanla kendilerine mahkûm ve mecbur kılmak istiyorlardır.
Uzun süre başkanlık yapmanın ne mahzuru var denilebilir.
En önemlisi, yıllarca o makamda kalan kişi kendini oraya, orayı kendine mecbur hisseder. Kendini vazgeçilmez görür, kendisi olmasa derneğin yürüyemeyeceğini kurgular. Yıllar sonra bir bakış farklılığı gelişir ve başkanlıktan düşerse derin bir kuyuya düşüp yalnız kalma hissi oluşur kendisinde ve bırakmak istemez, orada tutunabilmek için bir çevre oluşturur. Bu çevre yalanlarla, oyunlarla onu başkanlıkta tutmak için gemileri yakarak hareket eder. Dostluk, kardeşlik, arkadaşlık, “beraber yola çıkılmıştık” gibi “duygusal” bakışlara yer vermez. “En yakınında bilinen” kişileri bile devre dışı bırakmak, rakip olmaktan çıkarmak için olmadık oyunlar oynar. Bu oyunları açık oynadığı kişiler olur, zamana yayarak bir anda punduna getirdiği kişiler olur. Punduna getirmekte bir süreç alır; çevresi boşaltılır, yapılan tüm tepki çeken işler ona mal edilir. Öyle vefa filan da dinlenmez. Süreç öyle tehlikeli bir noktaya gelir ki, yarınlara dair umutları, mücadele enerjisi olanların bir kısmı bir anda “kardeşlik diyenler böyle yapıyorsa ötesini düşünemiyorum” diyerek her türlü mücadele azmini rafa kaldırır. Bir kısmı “oyunu iyi oynayanda iş var” diye oraya, bir kısmı “kendisine oyun oynananın tarafına” geçer ve mesela “ümmetin birliğinden” bahsedilirken, birliği sağlanamayan bir avuç insan gerçeğiyle karşılaşılır. Yani kuralsızlık, işletilmeyen kurallar baş ağrıtan, mide bulandıran noktalara götürür insanları…
Ne yapmalı sorusu gelebilir.
Yapılacak şeyi birkaç başlıkta özetle şöyle izah edebilirim.
Derneklerde başkanlık kuralı: Bir dernek kurulduğu zaman başkanlığın bir veya bilemediniz en fazla iki dönemle sınırlandırılmasıdır. Yarınlar için; düşünen, analiz yapan, iyilik yüklü ancak kötüleri ve onların kullanabilecekleri yolları da bilen, adalet, eşitlik, özgürlük ilkelerini işleten, ilim dilini öğrenmiş, kardeşliğe hem insanlık, hem din kardeşliği açısından ehemmiyet veren, ötekileştirmeyen, emanet ilkesini içselleştirmiş, ahlaki alt yapıları güçlü insanlar yetiştirmek derneğin ilk amacı olmalıdır. Bu yetişen kişilerin içinde, kuşatıcı olabilenler olacaktır ve onların içinden yeni dernek başkanları çıkacaktır.
Derneğin bakışı: Derneklerin bakış açısı, herkes benim veya bizim gibi düşünmeli demeyen bir yönetim, denetim ve araştırma geliştirme ekibiyle sürekli gelişmeye açık olmalıdır. Araştırma geliştirme ekibi –ki zannımca Ali-imran suresi 104. Ayette yer alan “içinizde bir topluluk bulunsun” ifadesi böyle bir ekibin olması gerektiğini söyler- işlerin kitabi olarak, sosyal gerçekliği iyi okuyarak, yolunda gitmesine katkı sağlar, memleketin istifadesine sunulabilecek projeler üretir. Bu bakış açısı ayrıca derneğin başkandan ibaret olmaması veya onun çevresine dolup kendisini kuşatacak bir ekibe müsaade etmemek için önemlidir.
Derneklerin sosyal açıklığı: Derneklerin gizli hedefi olmamalı ve açık olmalıdır. Gizli hedef derneklerde “bir yerleri ele geçirmek” şeklinde izah edilebilir. Yukarda izah etmeye çalıştığımız doğru insanları yetiştirmek diye bir süreç oluşmaz ise bu gizli veya gizemli hedef, zamanla derneklerin kendi içinde, “benim ekibim- senin ekibin” yarışına da sebep olur. Başlangıçta hesapta olmayan menfaat ilişkileri ve grupları oluşur, gelişir. Bu ilişkiler bir şekilde gizlense de bu bir yere kadar gider ve duyulduğunda, duyguları, hevesleri, mücadele gayretini yok eden patlamalar yaşanır.
Bir yerleri ele geçirmek gizli hedefi beraberinde zamanla bütün bereketi yok edecek bir şiddet tercihi getirebilir. Şiddet kendi içinde olduğu gibi sosyal alana da sirayet edebilir. Bu da bir rahmet olan İslâm’ın doğru anlaşılmasına engel olduğu gibi, nice gayretli, üretken, insanlığa faydalı olabilecek insanın sahadan kendi mağaralarına çekilmesine sebep olur. Ve bu zannımca hiçbir günah ile kıyaslanamayacak büyük bir günahtır.
Şimdilik bu kadarı kâfi…
Selametle kalın.