Her kutsal'cıklar vazgeçilmez dürtüsüyle yaşamaktadır. Kendileri için oluşturdukları alanın içinde yaşadığı sandığı iktidarlarının sonsuzluğuna inanırlar. Oysa hayat değişim ve dönüşümün cazibeliğine çoktan kanmıştır. "... İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz..." (1) Her Su yatağına meyletmektedir. Çölü konuşacaksan; kumuna ve sıcaklığına katlanacaksın demektir. Her çiçek yeni bir güne, her yeni bir bahara bambaşka bir sevdayla kendini açar. Bu sevda olmasaydı, tohumun sürekli toprağı yararak yeni bir hayata merhaba demenin anlamı olmazdı. Bitirecekse bu sevdayı ancak ölüm veya kıyamet bitirecektir. O saatte gerçekten sevdayı yüreğinde taşıyanlar konuşacaktır. Şahitlik için hazır olanlar ancak doğruyu konuşacaklar. "... Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez." (2)
Kendini vazgeçilmez sandığın andan itibaren sevdan bitmiş demektir. Ortada konuşulacak bir şey kalmamıştır. O anda insana düşen sükûttur. İnsan kendini beşeri sınıftan kopardığında muhabbetin rengi değişmiş, tadı kaçmıştır. Dil varlığa yabancılaştığında, kendini tarif etmez, tahrif eder. Kendini tahrife uğratanlar, tahkire uğrarlar. Oysa varlık dili saf ve temizdir. Kendi olma halinden başka her şey, kendi dilinde anlamsızdır.
Sükût etmek sessizliğin derin çığlığıdır, isyanıdır. Artık ellerin yok, başını dayadığın dayanağın tefekkürüdür. Dil dışsal mekâna bu saatten sonra konuşamaz. Hal dili, kalbin dili yüreğinde biriktirdiklerinle hasbihaldedir. Gürültü, patırdı çıkaranlar bu sessizliğe yabancıdır. Bunca keşmekeşin içinde, haz ve hızın yarışında, hayata ve insana dair görebilecekleri bir şeyleri yoktur. Çünkü dünyevileşme sarmalında kendine yer tutmakla meşguller. Her şey emperyal-kapital dille sunulmaktadır. Konforizm ise üstünü cilalamaktadır. Oysa insan dediğin kendi doğal simasında gizliydi. Bu hal üzerine insan simasını ara ki bulasın...
İnsan yalnız değildir, yan'lızdır. Kendini hangi yana kaydırmışsa onunladır. Bu çağ dilsel cambazlığın zirvesidir. Demagoji saltanatı iktidar olmanın tadını çıkarmakta, kalemler sözün hakkını değil, konjonktürel çağın hakkını vermektedirler. Haklı-haksız ayarımı kendi ifade etme gücü-becerisiyle ölçülmektedir. Dili yanmış olanlar, yüreği yangın yeri dönenler, dünyası başına yıkılanlar bu durumda sessizliğe sığınmaktan ve sükût etmekten başka ne yapabilirler?
Hakikatte bu sessizlik, bu sükût insanlığımıza deprem etkisi yaratacaktır. Kibrimiz, gururumuz ayaklar altına alınacaktır. Saltanatımız bizleri kurtarmayacaktır. Öyle ki nefsimiz bile bizi kınayacak duruma gelecektir. O zaman sessizliğin ve sükûtun kıymeti bilinecektir. Çünkü hakikatin kendisi sesiz ve derinden ilerler. Sabır ve metanet işidir. Az ve öz konuşmak ister. Kendi değeri, edebi bunu gerektirir. Laf kalabalığına dalındığında, nahoş ortamlarla karşılaştığında kendi değerine halel getirmemek için suskundur ve sükûtta kalır. Gerektiğinde oradan uzaklaşır. Uzaklaşmak, bırakmak değildir. Uzak olmak, zulme ortak olmamaktır. Zalime tavırlara mesafe koymandır. Kirlenmemek, değersizleşmemektir. İnsanlığın tüketildiği çağda uzak olmak; hasret biriktirmek, sevdiğine-saydığına kalbi bir selam için sabretmektir. Vesselam…
1- Âl-i İmrân Suresi 140
2- Âl-i İmrân Suresi 140