Ekonomideki ana hedef gibi siyasette de “fazlaya, çoğa, çoğunluğu sahip olmak” ana hedeftir, modern zamanlarda demokrasi bu hedefi daha da yüceltmiştir. Sayısal olarak çok sayıda taraftar-yandaş, seçmen, destekçi, üye, yardımcı, hizmetçi, nüfus vs. çokluklar (kesret) sayısal düzeydeki çabalara ve bu çabaların başarılmasının bir övünç (iftihar) ve üstünlük olarak gösterilmesi buna dahildir.
Bu olgu, Kur’an’ın özellikle mezar metaforunu zikretmesinin özel bir gayesi olduğunu gösterir. Tarihte aile mezarlığının mütevazı olmaktan çıkıp şatafatlı yapılara dönüşmesi, pahalı ve gösterişli türbelerin yapılması, türbelerin ziyaretgahlara dönüştürülmesi ölülerle övünmenin devam eden kültürel kalıntısıdır. İstanbul’da veya başka yerlerde Osmanlı’dan kalma mezarlıklarda zümre farkını mezar taşlarından kolayca fark etmek mümkün. Ziyaret edilecek mezarların mütevazı tutulması başka, hayli gösterişli türbelerin inşa edilmesi başkadır. Mezar, belli bir süreliğine yeri belli olacak şekilde olmalı, belki bir işaret taşıyla yetinilmeli ama esas olarak toprağa karışıp gitmeli.
Sayısal manada çokluğa, ülkelerin ordularının çokluğu, nüfusları; partilerin, vakıf ve derneklerin, cemaat ve STK’ların, kuruluş ve örgütlerin taraftarı, kayıtlı üyesi ve sempatizanı girer. “Benim şu kadar askerim, üyem, taraftarım, müridim, bağlım, seçmenim var” demek ve övüncü sadece sayısal çokluğa bağlamak da öyledir. Kur’ani bakış açısından sayısal çokluğun (kemiyet) önemi yoktur, hele bir toplum Allah’a isyan halinde ise ahirette sayısı ne olursa olsun gününü görecektir: “Sonunda kendilerine vadedileni gördükleri zaman, yardımcı olmak bakımından kim daha zayıfmış ve sayı bakımından kim daha azmış artık öğrenmiş olacaklardır.” ”(72/Cin, 24). Önemli olan nicel (kemiyet) değil niteldir (keyfiyet). (2/Bakara, 249)
Burada akla gelebilecek bir hususu vuzuha kavuşturmak lazım. Bilindiği üzere bazı hadis rivayetlerinde Hz. Peygamber (s.a.) çoğalma ile ilgili tavsiyelerde bulunmuştur. Söz konusu rivayetler Kur’an’ın tekâsür ayetleriyle çatışır mı?
Efendimiz’in “Nikâhlanın, çoğalın, sizinle kıyamet günü övüneyim” (Ebu Davud, Nikah, 2; İbnMace, Nikah, 1) buyurması ayetin işaret ettiği nicel büyüme veya niteliksiz sayı çokluğuna dayalı tekâsüre girmez. Amelsiz-nominal (veya mü’min olmayan) müslümanların sayısı milyarları bulsa ne işe yarar? Aylardır İsrail küçücük bir İslam beldesinde (Gazze) katliam uyguluyor; kadınları ve çocukları öldürüyor, nüfusları 1,5 milyara yaklaştığı söylenen bu koca müslüman kütlenin Gazze’ye bir yardımları olabiliyor mu? Bunlar ümmet, “kel’bünyanü’l marsus” (61/Saff, 4) cemaat değil, kütle-kitledirler. Eğer gerçekten yüce Allah’ın sevdiğini belirttiği müslümanlar “birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışsalardı” bu zillet içine düşmezlerdi; çünkü neticeyi belirleyen sayısal çoğunluk değil elbet, nitelikli mü’minlerdir: “Nice küçük bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (2/Bakara, 249.)
Elbette hadis; evliliği, üremeyi ve salih nesiller yetiştirmeyi teşvik eder, salih nesillerin sayısı ne kadar çok olursa yeryüzünde sulh ve salah da o kadar yaygın ve etkili olur. Salih nesiller Allah’a, ahirete ve risalete inanır; sahih iman ile salih ameli birbirinden ayırmaz; ma’rufu emreder-münkerden sakındırır; salatı hakkıyla ikame eder, infak eder ve cihat eder.
Tekâsürün başka türleri de var, bunlardan biri “ayrıntı”dır. Ayrıntı Arapçada aslı terk edilip fer’in öne çıkarılması veya fer’in aslı ortadan kaldırması demektir. Bu kategorideki tekâsürü iki şekilde düşünebiliriz:
- Gündelik hayatta insanların asıl misyonlarını unutup ufak tefek işlerle vakitlerini tüketmeleri, ayrıntılar içinde boğulmaları. Yapılması gereken işler unutulup ayrıntılar, yardımcı unsurlarla vakit tüketilirse, bu hataya düşülür.
Ekonomi bağlamında düşündüğümüzde, bizim ekonomik faaliyete katılmamızın asıl sebebi hayatımızı idame ettirmemizdir, bu maksatla yer-içer, barınır, giyiniriz, asıl amaç Allah’ın rızası uygun yaşamak, ebedi hayata hazırlanmak, marifeti zihnimizin asıl meşgalesi konumunda tutmak iken, insani faaliyetimizin merkezine tüketimi yerleştirdiğimizde teferruatı asıl olanın üstüne çıkarmış oluruz.
- b) Bilimlerdeki uzmanlaşma, branşlaşmayı da buna dahil edebiliriz. 21. yüzyılda bilimler 8 bin ayrı dala ve alt branşa ayrılmış bulunmaktadır, belki daha çok branş da. Neredeyse sağ gözün uzmanı ile sol gözün uzmanının ayrıldığı eski Yunanlılardaki gibi branşlar öylesine birbirlerinden ayrılmışlar ki bilim adamları bir yandan bütünlük duygusunu kaybederken diğer yandan mesleki körlüğe müptela olmuşlardır, tek bir ağaca bakarken ormanı gözden kaçırır olmuşlardır. Aşırı uzmanlaşma bir noktadan sonra bütünün parçalanmasına ve her bir parçanın kendini diğerleri ve hatta bütün karşısında özerkleştirip hakikatten kopmasına yol açar. Bu olguyu deneysel olarak yaşıyoruz. Genel İslam geleneğinde âlimlerin “ansiklopedik bilgi ve zihne” sahip olması arzu edilir.
Tekasürün diğer tehlikeli olanı birliği, esası, bütünü unutturan, gözden kaçıran çokluk-kesrettir. Ben buna “tevhidin kaybı” derim. Tevhid, Allah’ın birliği inancını ve fikrini esas alır. Varlık âlemi bir bütün olarak Allah’ın yaratmasıdır. Allah ilmini, iradesini ve kudretini isimler, sıfatlar ve fiiller üzerinden tecelli ettirir. Basiret sahibi insan her neye bakarsa, gözünü nereye çevirirse yüce Allah’ın yaratıcı sıfatını, ilmini, kudretini, azametini müşahede eder. Teorilerinin tümünü, her çeşidini bu temaşadan alır. Eğer Allah’ın birliği fikrini kaybederse insan çokluk içinde kaybolur. Çoklukta birlik (kesrette vahdet) olması her bir şeyin birer ayet (belge, kanıt, gösterge, işaret, delil) olarak şanı yüce Allah’a refere edilmesidir. Bu vizyonu kaybeden insan tevhidi, bütünlüğü ve hakikati de kaybetmiş olur. Modern insan bu illete yakalanmış bulunmaktadır.
Bu anlatılanlardan tekâsürün modern ve postmodern zamanlarda hayli revaçta olan medeniyet tutkusu, büyüme yarışı, gösteriş, nüfus artışı, nicel olana tutku, simülatif gerçeklik/serabi hayat, kenz ideolojisi, ayrıntı, çokluk içinde boğulma halini ifade ettiğini söylemek mümkün.
Çokluğa tutkuyla bağlanmak lehv’dir. Lehv; önemsiz/değersiz olanın, önemli/değerli olanın önüne geçmesi, insanı içine çekip oyalaması, ona asli ve sahih olanı unutturması halidir. Çokluk tutkusu, Allah katında ve hamimat nezdinde değersiz şeylerle övünmek, bunlarla vakit tüketmek böyle bir şeydir. (Bkz. 31/Lokman, 6) Yeryüzünde insan için en önemli şey Yaratıcı’sına kulluk etmesidir, ona bu asli görevini unutturan her şey lehv’dir (bkz. 47/Muhammed, 6). Yaratıcı’ya ihlasla kulluk genel düzeyde beşeriyete, canlı hayata, tabiata ve kâinata hayır ve fayda sağlamaktır.
Çoklukla oyalanma hali tek tek bireyler için söz konusu olduğu gibi gruplar, cemaatler, toplumlar, ülkeler için de olabilir.
İnsan bir kere kendini tekâsüre kaptırdı mı kurtulması zordur. Kur’an-ı Kerim, çokluk tutkusuna yakalanmış kişilerin bu hallerinin mezara/ölüme kadar sürdüğünü belirtmektedir. Bunlar durmadan mal ve servet biriktirdiler, biriktirdikleriyle veya güçlerini kullanarak etraflarında topladıkları kalabalıklarla övünüp dururlar.
Kaynak: turkishpost.net