Sabır çoğu zaman yanlış anlaşılır. Kimileri için o, sadece susmak veya beklemektir. Sabır, eli kolu bağlı bir teslimiyet değildir. Sabır, direnmektir. İçte yanan ateşe rağmen dışta sakin ve dirençli kalabilmektir. Yıkılmamaktır. Hatta daha da ötesi: ayağa kalkmak ve yürümeye devam etmektir.
Sabır bir mücadeledir. Zorluklara göğüs germek, hayatın yükünü sırtlanmaktır. Acı içinde bile umut üretmektir. Sabır, insan kalabilme gayretidir. Haksızlık karşısında susmak değil, bilinçle dimdik durmaktır. Beklemek ise pasif bir haldir. Sabır ise aktif bir duruş.
"Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir" der Kur’an. Çünkü sabır, sadece acıya katlanmak değil, aynı zamanda hakkın yanında, mazlumdan yana durmayı seçebilmektir. Sabredenler, bekleyenlerden farklıdır. Bekleyen sadece zamanla sürüklenir. Sabreden ise zamana yön verir.
Sabır kolay değildir. Ama lezzetlidir. Çünkü sonunda insan, kendisini ve direncini tanır. Bu da insana içten bir huzur kazandırır. Yunus Emre boşuna dememiş: "Sabır, acıyı bal eylemektir."
Bugün Gazze’de çocuklar açlıktan can verirken, anneler evlatsız, şehirler bombaların altında iken… Bazı çevrelerde hâlâ “ne yapabiliriz ki?” diyerek sadece bekleyenlerde bir ruh hali var. Halbuki bu, sabır değildir. Bu, edilgen bir kabulleniştir. Sabır, zulme karşı kalpten öfke duymaktır. Kalemle, sözle, duayla, fiille, yardımla, dirençle harekete geçmektir. Sessizce oturmak değil, sesini masumlar adına yükseltmektir. Beklemekle yetinen, zalimin işini kolaylaştırır. Sabreden ise zalimin karşısına dikilir.
Sabır, Gazze’nin enkazları arasında yalınayak, yamalı elbiseler içinde; aç ve susuz bir halde, elinde avucunda ne varsa düşmana fırlatabilmektir.
Toprağı çıplak ayaklarıyla yara yara, yokluğun içinde bir destan yazmaktır.
Ve ardından göğe doğru yükselmektir sabır;
Kanıyla, canıyla, direnişiyle...