Modern dönemlerde devlet ile ilgili kamu uygulamaları dahil tüm örgütlü yapıların bürokrasizimin neden olduğu mağduriyet ve çok boyutlu yozlaşmaların ülkemiz özelinde görünür kıldığı ahlaki, ekonomik, hukuki ve insani kırılmaların bireyin evrensel temel hak ve özgürlüklerini yok saymaya varan bir kuşatmanın her geçen gün daha fazla derinleştiği görülüyor. Adalet ve özgürlük merkezli sosyal devlet idealinin yaşamsallaştırılmasına yönelik çabalara kuşkusuz her alanda bürokrasizm ile yüzleşmekle başlamak gerekir. İlk yazıda konunun düşünsel temelleri üzerinden yakıcı örnekliklere yer verilmişti. Diğer boyutlara yönelik analizlerle yüzleşmeleri görünür kılmaya devam edelim.
Bürokrasizm yerel yönetimlerde daha acımasız bir düzen çarkını döndürmektedir. Bürokratik sistem seçimle değişen yönetim erki karşısında daha yerel bir lobi gücüne sahip olduğu için küstahlık düzeyine varan çürümüşlük daha da artmaktadır. Bu durum bir kısır döngü gibi yeni gelen yerel yönetim erkini kendi yandaş bürokrasisini kurmaya zorlamaktadır. Her yeni seçim dönemi aynı partiden bile olsa yeni gelen belediye başkanı kendi bürokratik ekibini şekillendirmektedir. Mevcut durum yerel yönetimlerde özellikle müdürlük ve daha üst düzey yönetim kademesinde bulunan atıl, hiçbir yetki sorumluluğu bulunmayan, mesaisine bile düzenli gelmeyen bir bürokrat yığını oluşturmaktadır. Bunun kamuya maliyeti ve diğer verimsizlikler bağlamında faturası yüksek düzeyde bir insan kaynakları israfı olarak dönmektedir.
Yerel yönetimler üzerinden oluşan bu verimsizliğin her seçimle yenilenen üst düzey bürokrasinin politize olmasını ve bunun sonucu olarak tüm iş ve işlemlerde, ihale ve harcamalarda kamu çıkarlarının karşısında politize olmuş lobilerin rant paylaşımlarına hizmet etmekten kendini kurtaramamaktadır.
Yerel yönetimdeki bu işleyişin önemli sonuçlarından biri de ehliyet ve liyakat odaklı tercihlerden öte her emredilene boyun eğen, her denileni yapan, çıkar ve makamını korumak için her şeyi meşru gören bir bürokrasi üretmesidir. Bu durum doğal olarak atamalarda nepotizmi merkeze alan uygulamaların önünü açmaktadır.
Askeri bürokrasi ülke güvenlik alanına giren stratejik önemi üst düzeyde bulunan bir yapılanma olarak daha dokunulmaz bir yerde durmaktadır. Söz konusu ülke güvenliği olduğu için AK Parti öncesi dönem açısından daha kalın bir vesayet alanı oluşturan askeri bürokrasi kısmen bu vesayet alanı geriletilmiş olsa bile hala kendi içinde dokunulmazlık düzeyi diğer kurumlara göre hayli yüksektir. Yakın zamanda bir milletvekilinin konuyu gündeme taşıması ile iptal edilen adeta adrese teslim savunma ihalesi bunu son tipik örneklerindendir. Öyle ki teknik kapasitesi üst düzeyde olan ASELSAN gibi yerli şirketlerin bile oluşturulan ihale şartnameleri ile dışlandığı Çek Cumhuriyeti merkezli bir şirketin lobisi üzerinden adrese teslim hale getirildiği iddia edilen ihale ile ilgili detaylar yoğun gündem oluşturunca iptal edildi.
Bu dokunulmazlık alanı beraberinde etkin bir güç ve özerkliği beraberinde getirmektedir. Askeri darbeler döneminin uygulamalarının tüm toplumsal kesimlerin ortak çıkarları doğrultusunda şekillendiğini söylemek saf bir iyimserlikten öte bir şey ifade etmez. 28 Şubat sürecinde batık bankaların yönetim kurullarında üst düzey emekli askerlerin oluşu, büyük şirketlerin kendilerini akredite etmek için emekli askerleri yönetim kurullarına ulufe gibi yüksek maaşlar tahsis ederek istihdam etme yarışına girmeleri bu alandaki askeri bürokrasinin sisteme yansıyan çarpık sonuçları olarak görülebilir.
Bürokrasizmle gelen önemli çürümüşlüklerden biri de üniversite yönetimleridir. Bilim üreten, ülkenin en nitelikli insan gücünün yetiştiği bu kurumların kısmi özerkliği Nepotizm başta olmak üzere birçok uygulamada usulsüzlükleri berberinde getiren olaylar arşivlerde yerini almıştır.
Birçok ülkede yaşanan olumsuz deneyimler eğitim ve sağlık gibi sosyal devlet uygulamalarının merkezinde olan alanlarda özelleştirmelere geçit vermez. Bu alanlarda özelleştirmelere kapı aralayan ülkeler ise oldukça ölçülü ve kontrol düzeyi üst düzeyde bir yaklaşım sergiler.
Ülke gerçekliğinde, eğitim alanında özelleştirmeler anayasada karşılığı olan eğitimde fırsat eşitliğini nasıl parçaladığını sıradan birkaç veri üzerinden bile görmek mümkün. Okul öncesi eğitimden zorunlu eğitime, LGS, TYT ve AYT sınav sistemlerinin hazırlanma imkânları ve eğitim düzeyindeki bölgesel uçurumlara varan farklar bu durumun sadece basit göstergeleri. Üniversite eğitimindeki özelleştirme ile gelen varsıl azınlığın parasal gücü üzerinden elde ettiği imtiyazlar bu alandaki diğer bir handikap olarak karşımıza çıkmakta.
Ülke gerçekliğinde eğitimde fırsat eşitliğini imha eden iki farklı sosyoekonomik polarizasyona dikkat çekmek gerekir. Ekonomik üst sınıflar için yurt dışı başta olmak üzere yurt içinde de çok üst düzey ve özel koşullarda eğitim veren kurumlar üzerinden sosyal sınıflar arasında eğitimde fırsat eşitliği ortadan kalkmaktadır. İkinci önemli polarizasyon alanı ise sözüm ona devlet okullarında parasız eğitim veren okulların sınıfsal farklılıklarıdır. Özel okul ücretlerini aratmayan zorunlu bağışlarla ücretli çalışan kamu ve özel sektör ailelerinin karşılayamayacağı devlet okulları, özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde devlet okulları arasında da belirgin bir sınıf farkı oluşturarak eğitimde fırsat eşitliğini anlamsızlaştırmaktadır. Bazen aynı okulun içinde zengin çocuklarının sınıfları ve yoksul çocuklarının sınıfları verilen bağışalar üzerinden şekillendirilmektedir.
Bu durum alınan müzik ve sanat kursları, spor dalları ile ilgili kurslar, dil kurslarına yönelik özel programlar, kullanılan yardımcı sınav materyalleri, kitap, test, deneme ve kaynaklar LGS ve YKS (TYT, AYT, YDS) sınavlarına eşit olamayan koşullarda, eğitimde fırsat eşitliğini sadece anayasada yazılı bir madde düzeyine indirgeyen bir eğitim sistemini beraberinde getirmektedir.
Eğitim ve Sağlık alanında özelleştirmelerin Türkiye özelindeki deneyimler önemli sorunlarla karşı karşıya kalındığını göstermeye devam ediyor. Bu konularla ilgili çok daha kapsamlı sosyal, ekonomik boyutlarda akademik çalışmalara ihtiyaç var.
Taşradan merkeze eğitim hiyerarşisinin şekillenişi, atama, yönetim bürokrasisinin şekillenişi, sendika üzerinden gelişen politize ilişkilerin ürettiği çatışmalar bu alanda yaşanan zayıflıkların diğer bir göstergeleri. Sınav sistemleri ve burada ortaya çıkan şaibeler yine eğitim bürokrasisindeki önemli kırılma noktalarından birini oluşturmakta.

