Modern dönem devlet anlayışının temeli aydınlanma süreci düşünürlerin görüşleri üzerinden şekillenir. Bir yanda insan insanın kurdudur(Homo homini lupus) diye T.Hobbes’un insana güvensizliği merkeze alan ve “Levithan” mitiolojik canavara devleti benzeterek tanımlamasını yapar. Öte yanda John Locke’un insan özgürlüğünün kutsallığı üzerinden korunmasını savunan ve devleti bu özgürlüklerin korunmasına hizmet eden örgütlü yapı anlayışı üzerinden günümüz batı merkezli anlayışlar üzerinden gelişerek devlet örgütlenme sistemleri tüm dünyada geçerliliğini korumaya devam ettiği görülür.
Toplumsal sözleşmenin örgütlü sonuçlarından biri olan devlet organizasyonunun temel misyonu kuşkusuz tüm toplumsal kesimlerin ihtiyaç ve çıkarlarını optimum bir paydada gerçekleştirmektir. Devletin örgütlü yapısı, egemenlik ve otoriteyi temsil eden siyasi yönetim ve tüm iş ve işleyişleri gerçekleştiren hiyerarşik bürokrasi düzeninden oluşur.
Günümüzde hiyerarşik bürokrasi devletin dışında özel kuruluşlarda da örgütsel düzenlemenin önemli bir unsurunu oluşturuyor. Öyle ki çok uluslu şirketlerde günlük akış, eş zamanlı olarak farklı kıtalarda onlarca ülkeye yayılmış devasa bürokratik örgütlenmeler üzerinden yürütülür.
Özel ve resmi devasa örgütlenmeler karşısında bireyin yaşam alanlarına yansıyan sorunlar, mağduriyetler ve çaresizlikler ise her geçen gün içinden daha çıkılmaz hale gelmekte. Egemenlik ve otoriteyi temsil eden yönetim erkinin çağdaş yönetim sistemlerinde tüm toplumsal kesimlerin seçimleri üzerinden şekillenmesine rağmen birey ve toplumun kitlesel çoğunluğunu göz ardı eden Bürokrasizimin rehin aldığı sistemlerin toplumsal patlamalarla yeni süreçlere evirilmesi kaçınılmazdır.
Fransızca ofis anlamına gelen “büreau” ve egemenlik, iktidar anlamına gelen “cratie” kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşan bürokrasi kavramı resmi devlet görevlilerinin, memurların iş ve işlem yapmada yetki alanlarını tanımlamada kullanılır. Bürokrasizim ise bürokrasinin ürettiği sorunları tanımlamada geliştirilen eleştirel bir kavramsallaştırma. Genel kullanımı iş ve işlemlerde keyfiliklerden kaynaklanan aksamalara, mevzuat nedeniyle ortaya çıkan aşırı kırtasiyeciliğe vurgu vardır. Bir davanın yıllarca sürmesi, Bir arsa düzenleme, inşaat ruhsatlandırma, proje onayları iskân işlemlerinin aylarca uzaması, bir ticari kuruluşun açılış ve mali formalitelerinin onlarca imzaya mecbur kılınması, bir arşiv belgesine haftalarca ulaşılamaması gibi fiziki kaynakların ve zaman yönetiminin kontrolsüz israf edilmesine yönelik eleştirileri tanımlar bürokrasizm.
Dijitalleşme ile kısmen bürokrasideki kırtasiyeciliğin azaldığı söylenebilir. Ancak bürokrasinin yönetim erki ile ilişki korelasyonlarından kaynaklanan ahlaki kırılmaların, kamuda ve özel sektör örgütlenmelerinde ürettiği adaletsiz uygulamalar, sömürü ve mağduriyetler daha derin bir sosyopolitik sorun olarak bürokrasim kavramı üzerinden analiz edilebilir.
Devlette ve özel sektörde çeşitli yönetim kademeleri ve görevlerde yaşanmış deneyimlere bakılarak, tüm ideal akademik tanım ve beklentilere karşın bürokrasi sistemin bu misyonunu yaşamsallaştırmasında ana ideolojik örgüsünün meşrulaştırması üzerinden temel direnç zeminini oluşturduğunu bir tespit olarak belirtilebilir.
Seçimle gelen yönetimin devlet denilen sistemi tüm toplumun ortak beklentileri ve temel yaşam zorunluluklarını gidermek gibi temel misyonu, ancak bürokratik sistem kastı kırılabilirse yaşamlalatırılabileceğinin altını çizmek gerekir.
Normal olan iktidarın toplumsal ortak çıkarlar doğrultusunda eğitimden sağlığa, hukuk siteminden ulaşıma, enerjiden tarıma, üniversitelerden askeri ve güvenlik alanındaki hizmetlere, ekonomiden yerel yönetimlere her alanda aldığı kararları hayata geçirme, kalite ve verimlilik odaklı iş ve işlemleri yürütme gibi bir işlevi vardır. Ancak bürokratik sistemi hiyerarşik olarak üst düzey yetki ve sorumluluk alanlarına çıkıldıkça ve devlet organlarının özerkleşme oranı yüksek yapılanmalarında kişisel çıkar, iltimas ve rant ilişkilerinin yozlaştırdığı ahlaki çürüme ile karşı karşıya kalınır.
Geçmiş deneyimler KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsleri), BİT (Belediye İktisadi Teşebbüsleri) niteliği kısmen daha özerk olan yerlerde ortaya çıkan akıl almaz yolsuzluklar bunun en tipik göstergesidir. Örneğin bir Başbakan İLKSAN ile ilgili fonların kullanılması, yerlerinin yasadışı tahsisleri için, “verdimse ben verdim” diyebilmiştir. Üniversiteler, Başkanlık statüsündeki yerler, yerel yönetimler, kamu ortaklığı olan şirket ve kuruluşlar, yasal nedenlerle TMSF kuruluna devredilen şirket ve kuruluşlardaki süreçler, yeni düzenlemelerle varlık fonu üzerinden tek yönetim çatısı altında toplanan kamu bankalarındaki kredilendirme, mali yapılandırma, vb. iş bankacılıkla ilgili tüm iş ve işlemlerde kullanılan tasarruflar ülkemiz genelindeki özerkleşmiş bürokrasinin kontrolsüz uygulamaları ile ilgili örneklerle doludur...
KİT’lerin özelleştirilmelerinin en önemli nedenlerinden biri de buralarda yaşanan usulsüzlüklerin, verimsizliklerin önüne geçilememesidir. Ancak bu özelleştirmeler stratejik alanlarda kamu otoritesi (dolayısıyla kamunun/toplumun ortak çıkarlarını) kontrolünü minimize etmekte ve yandaş sermayenin palazlanmasını beraberinde getirmektedir.
Örneğin şeker fabrikalarının arazi bedellerinin bile altında özelleştirilmesi ortak kamu zararı oluşturması yanı sıra temel tüketimde stratejik ürün olan şeker ve türevi ürünlerin keyfi fiyat uygulamalarını beraberinde getirmektedir. Bir yandan fiyatların aşırı artışı diğer yandan şeker pancarına dayalı tarımsal alanda çiftçilerin özel sektörün insafına terkedilerek yoksullaşması çelişkileri kaçınılmaz olmaktadır.
Yine TÜBRAŞ’ın özelleştirilmesi stratejik ürün olan rafine edilmiş petrol ürünlerinin fiyatlarındaki keyfilikleri EPDK’ya rağmen tetiklemektedir. Özel sektörün kâr hırsı kamu bürokrasisi oluşturduğu ağır mobbing ve yönlendirmeler küresel piyasanın ritminin dışında fiyat dalgalanmalarını beraberinde getirmektedir. Üretim maliyetleri bağlamında dizel yakıtın benzinden ucuz satılması beklenirken son birkaç yıllık süreç içerisinde sadece ülkemize has bir durum olarak maliyeti daha ucuz olan dizel yakıt benzinden daha yüksek fiyatlara satılabilmektedir. Bunun farklı sosyal, ekolojik, teknolojik nedenleri olabilir mi? Bu bağlamda çevre duyarlılığı, yeni teknolojileri teşvik gibi bazı gerekçeler hayatın her alanına ulaşım ve nakliye giderleri üzerinden yansıyacak olan pahalılıkla gelen kitlesel yoksulluğa tercih edilemez. Bu durum bir siyasi yönetim stratejisi üzerinden mi şekillenmekte yoksa küresel petrol şirketleri ile bürokratların manipülasyonlarına terkedilmiş bir durumun sonucu mudur? Enflasyon ve neden olduğu kitlesel yoksullaşma ile mücadele kapsamında ortaya konulan popülist, insan onuru ile bağdaşmayan süspansiyonlar yerine en önemli dinamiklerden biri olan akaryakıtın süspanse edilmesi daha isabetli bir tercih olmaz mı? Aksine tahsili en kolay verginin vazgeçilmezliği üzerinden bir akaryakıt fiyatlandırma politikası doğrudan sosyal yaşam standartlarından zorunlu feragatlere, sosyal dokunun çözülerek bireyselleşmenin çıkar merkezli acımasız kültürünün ajitatij hâkimiyetine yol açmaktadır. Bu ve benzeri uygulamaların sonuçları ile ilgili sorulacak soruların yanıtı, sorumluluğu taşınası gereken seçilmiş iktidarın iradesinde karşılığını bulacaktır.

