Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ömer Naci YILMAZ


BİZ NEYİZ?

Ömer Naci Yılmaz'ın "yeni" yazısı...


İnsanoğlu, var olduğu günden bugüne kadar kendini tanımlama arayışı içinde olmuştur. Bazen bir kavme, bazen bir ideolojiye, bazen bir coğrafyaya tutunarak kimliğini inşa etmeye çalışmıştır. Fakat bütün bu tanımlar, gelip geçici olanın peşinde kalır. Çünkü insan, yaratılışı itibarıyla kalıcı bir hakikate, değişmeyen bir sabiteye yaslanmadan kim olduğunu tam olarak bilemez. Biz neyiz sorusu, işte tam da bu arayışın merkezindedir. Bu soru, sadece bir kimlik arayışı değil, aynı zamanda bir yöneliş, bir teslimiyet, bir anlam arayışıdır.

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “O, sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da ‘Müslümanlar’ diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz.” (22/ Hac, 78). Bu ayet, bize kim olduğumuzu ve nerede durmamız gerektiğini apaçık bildirir. Biz, Müslümanız. Başka bir sıfatın, başka bir ideolojik kimliğin gölgesine sığınmaya muhtaç değiliz. Ne bir kavmin ne bir rejimin ne de bir çağın tanımlaması bize yön verir. Bizi tanımlayan, Rabbimizin verdiği addır. O’nun “Müslümanlar” dediği yerde başka bir ad aramak, aslında kendi özünü gölgelemektir.

Zamanın rüzgârı, insanları farklı yöne savurabilir. Bir dönem “ilerici”, başka bir dönem “muhafazakâr”, bir başka dönemde “milliyetçi” yahut “liberal” kimlikleri revaç bulur. Fakat bunların hiçbiri insanı hakikate taşımaz. Bunlar, fani dünyanın renkli perdesinde beliren gölgelerdir. Asıl olan, o gölgenin ardındaki ışığı bulmaktır. Bizim ışığımız vahiydir. Vahiyden beslenmeyen her kimlik, köksüzdür. Köksüz olan, ilk fırtınada savrulur.

Kur’an, insana iki temel kimlik çerçevesi çizer: kul olmak ve şahit olmak. Kul olmak, teslimiyetin adıdır. Şahit olmak ise, hakikati temsil etmenin, onu yaşamın her alanına taşımanın sorumluluğudur. Biz, Allah’a kul olmakla onurlandık. Peygamber’e ümmet olmakla yüceldik. Bu kimliğin üzerine hiçbir sıfat eklemeye ihtiyaç duymayız. Çünkü bu kimlik eksik değil, bilakis tamamlayıcıdır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadiste şöyle buyurur: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buhârî, Îmân, 4). Bu tanım, bize hem içsel hem toplumsal bir ölçü verir. Müslüman, sadece inancı ile değil, ahlakı, adaleti, merhameti ve güvenilirliğiyle de tanınır. Biz, Müslümanız derken, sadece bir aidiyetten bahsetmeyiz. Biz, bir duruştan, bir ahlaktan, bir yaşama biçiminden söz ederiz.

Tarih boyunca Müslüman kimliği, hiçbir ideolojinin kalıbına sığmamıştır. Çünkü İslam, insanın bütününü kuşatan bir dindir. Ne sadece vicdanlarda yaşanacak bir inançtır ne de yalnızca siyasete indirgenmiş bir sistem. O, hayatın tamamını kuşatan bir nizamdır. Bu yüzden biz, üzerimize vesayet kurmak isteyen hiçbir yapının, hiçbir sistemin kimlik tanımına sığmayız.

Bize “laik misiniz?”, “milliyetçi misiniz?”, “Batıcı mısınız?” diye soranlara vereceğimiz cevap nettir: Biz Müslümanız. İnancımızın çizdiği sınırlar bellidir. Bizim neye evet dediğimiz, neye hayır dediğimiz Kitap’tan öğrenilir. Bizim rehberimiz, Kur’an’dır. Bizim önderimiz, Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.s.). Bizim istikametimiz, Allah’ın rızasıdır.

Yeryüzünde birçok kavim, birçok ideoloji geldi geçti. Kimisi özgürlüğü, kimisi eşitliği, kimisi ilerlemeyi bayrak yaptı. Ama hiçbiri insana gerçek huzuru veremedi. Çünkü hepsi insanın dışını düzenlemeye çalıştı, içini ıskaladı. İslam ise önce içi onardı. Kalbi, niyeti, yönelişi… Zira kalp düzelmeden dünya düzelmezdi. Bizim kimliğimizin temelinde kalp vardır. Kalbi Allah’a yönelmiş bir insan, dış etiketlerin ötesine geçer.

Hz. Ömer (r.a.) bir hutbesinde şöyle der: “Biz izzeti İslam’da bulduk. Onu başka yerde ararsak Allah bizi zelil eder.” Bu söz, asırlar öncesinden bugüne taşınmış bir hakikattir. Ne zaman kendi kimliğimizi bırakıp başka sıfatlara öykündüysek, zayıfladık. Ne zaman “biz Müslümanız” demekten utandık, o zaman başkalarının gölgesine sığındık. Hâlbuki Müslüman, izzetini imanında, gücünü teslimiyetinde bulur.

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ buyurur: “Allah’a teslim olan ve iyilik edenin ecri Rabbi katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (2/ Bakara, 112). Bu ayet, kimliğimizi sadece bir isim olarak değil, bir yaşam biçimi olarak ortaya koyar. Müslüman, teslimiyetin insanıdır. İyiliği hem düşüncede hem davranışta kuşanandır.

Bugün dünya, kimlik savaşlarıyla sarsılıyor. İnsanlar, kendilerine sunulan etiketlerin ardına sığınarak “ben buyum” demeye çalışıyor. Oysa biz, kimliğimizi insan yapımı kavramlardan değil, Allah’ın kelamından alıyoruz. Bizim için asıl olan, “ben kimim” değil, “ben kimin kuluyum” sorusudur. Cevap bellidir: Biz Allah’ın kullarıyız.

Ne laikliğin tanımladığı dar alanda ne ırkçılığın ötekileştiren bakışında ne de ideolojilerin çelişkili savruluşlarında yer buluruz. Bizim kimliğimiz evrenseldir. Rengimiz, dilimiz, coğrafyamız ne olursa olsun bizi birleştiren kelime tektir: La ilahe illallah. Bu cümle, bütün farklılıkların ötesinde bizi kardeş kılan ana ilkedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: “Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba; beyazın siyaha, siyahın beyaza takvadan başka üstünlüğü yoktur.” Bu evrensel ilke, insanlık tarihinin en büyük eşitlemesidir. Biz, bu ilkenin izinden yürüyen bir ümmetiz. Bizim üstünlük ölçümüz makam, servet, soy, ırk ya da statü değil; takvadır.

Takva, insanın Rabbine karşı sorumluluk bilinciyle yaşamasıdır. Bu bilinç hem iç dünyayı hem dış dünyayı şekillendirir. Takvadan uzaklaşan toplumlar, kendilerini sahte kimliklerin esaretinde bulur. Birileri adına yaşar, birilerinin diliyle konuşur, birilerinin tanımına razı olur. Biz, bu razılığı reddediyoruz. Biz, “Allah’ın verdiği isimle” anılmayı yeterli görüyoruz.

Bir dönem “çağdaş olmak” adına dininden utanan, bir dönem “millî kimlik” adına ümmet bilincini terk eden bir toplum olduk. Oysa biz, çağın değil, çağları aşan bir hakikatin insanıyız. Biz, toprağa değil, göğe yönelmiş bir kimliğin sahibiyiz. Bizim davamız, insanı Allah’a ulaştırma davasıdır. Bunun adı da İslam’dır.

İslam, sadece bir inanç değil, bir şahsiyet inşasıdır. Müslüman hem birey olarak hem toplum olarak Allah’ın yeryüzündeki şahididir. Kur’an’da bu görev şöyle ifade edilir: “İşte böylece sizi vasat (ölçülü, dengeli) bir ümmet yaptık ki, siz insanlara şahit olasınız; Peygamber de size şahit olsun.” (2/ Bakara, 143). Bu şahitlik, sadece dille değil, davranışla olur. Bizim şahitliğimiz, adaletle, merhametle, dürüstlükle, üretkenlikle anlam kazanır.

Müslüman kimliği, sadece bir aidiyet değil; bir sorumluluktur. Yeryüzünde adaleti, merhameti, hikmeti temsil etmektir. Hz. Ali’nin şu sözü, bu bilinci özetler: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Biz, bu dünyada uyanık olmayı seçenleriz. Hakikati sadece bilmekle değil, yaşamakla sorumlu olanlarız.

Bize “siz kimsiniz?” diye soranlara cevabımız ne bir ideolojik tanım ne de bir siyasi aidiyet olacaktır. Biz, Allah’a teslim olmuş Müslümanlarız. Bizi tanımlamak isteyenler, bizi kendi kalıplarına sığdırmaya çalıştılar; ama biz hep o kalıpların dışına taştık. Çünkü biz, kalıpların değil, vahyin insanıyız.

Biz, mazlumun yanındayız; zalimin karşısındayız. Biz, barışın dilini konuşur, adaletin izinden yürürüz. Bizim rehberimiz ne Batı’nın ne Doğu’nun aklıdır; bizim rehberimiz Kur’an’dır. Biz, yeryüzünde Allah’ın adını yüceltmekle görevli bir ümmetiz. Bu ne bir üstünlük iddiasıdır ne de başkalarını küçümsemedir. Bu, sadece bir kimlik beyanıdır: Biz Müslümanız.

Bugün dünyada Müslüman olmak, çoğu zaman bir meydan okumaya dönüştü. Kimliğini korumak cesaret ister hale geldi. Ama bilmeliyiz ki, Allah’ın verdiği isimden utanmak, en büyük kayıptır. Biz, Rabbimizin bize verdiği bu şerefli adı başımızın tacı ederiz. Çünkü bu ad, bize emanettir.

Bizi bir araya getiren, aynı kıbleye yönelten, aynı kelimeyi tekrarlatan bu iman bağıdır. Bizim “biz”liğimiz, ortak imanımızda saklıdır. Coğrafyalar ayrıdır, diller farklıdır, kültürler çeşitlidir; ama iman bir, kıble birdir, Rab birdir. Bu birliğin adı İslam’dır.

Son söz olarak tekrar hatırlayalım: “O, sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da ‘Müslümanlar’ diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz.” (22/ Hac, 78).

Biz üzerimizde vesayet kurmak isteyen her düşünceden, her ideolojiden, her dayatmadan uzağız. Biz ne laikiz ne ırkçıyız ne Kemalist’iz. Biz sadece ve sadece Müslümanız. Herkesin dini kendine, bizim dinimiz İslam. Biz neyiz sorusunun cevabı işte budur:
Biz Müslümanız. Rabbimizin bize verdiği isimle anılmaktan onur duyuyoruz.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR