Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


ESAT HOCALAR


Bir İsim, Bir Kimlik, Bir Duruş

Bir dönemde, sadece bir isim bile kimliğin, inancın ve direnişin sembolü olabiliyordu. 1980’lerin sessiz baskı yıllarında, bir babanın evladına verdiği isim yüzünden yaşadığı zorluk, aslında bir dönemin vicdan muhasebesiydi. Bu yazı, “bir isim”in nasıl bir kimliğe, bir duruşa ve bir direnişe dönüştüğünün sade ama yürekten hikâyesini anlatıyor.


Bir İsim Uğruna

1980’li yıllar, toplumun görünmez baskılarla kuşatıldığı, inanç ve kimliğin kimi zaman sessizce cezalandırıldığı yıllardı. Bazen bir başörtüsü, bazen de bir isim bile tartışma konusu olurdu.

İşte bu satırlar, o dönemin havasını solumuş bir babanın, “sadece bir isim” zannedilen şeyin aslında bir kimlik, bir inanç ve bir duruş olduğunu anlatan tanıklığıdır.

 

Bir İsim Meselesi

1987 yılında bir çocuğumuz dünyaya geldi. Gece saat 11.35 civarıydı. Doğumdan önce bebeğin ebesine bir ricada bulundum:

“Çocuk dünyaya gelirken Allah’ın kelamını işitsin,” dedim.

Doğum odasına bir kasetçalar koydum, içine de kârî Abdussamed’in okuduğu Meryem Suresini yerleştirdim. Doğum ebesine dedim ki “bebek doğduğunda kasetçaların şu düğmesine basar mısın?” Sağ olsun ebemiz de doğum anında kaseti çalıştırdı. Böylelikle çocuğumuz, ilk nefesini Allah’ın kelamı eşliğinde aldı. İlk duyduğu ses de Allah’ın kelamı oldu.

Doğum elbette büyük bir sevinçti. İnsan evlenirken bir sevinç yaşar; çocuk sahibi olduğunda ise bu sevinç bambaşkadır. Çocuğun anne rahmindeki varlığı bile başlı başına bir mutluluktu. Bebek henüz doğmadan anne rahminde bebeği okşardım, onunla konuşurdum, tekmesini hissederdim bu durumun verdiği mutluluk ve sevinç anlatılamaz. 

 

Nüfus Müdürlüğünde 

Birkaç gün sonra nüfus müdürlüğüne gidip çocuğumuzun nüfus cüzdanını çıkartmak istedim. Adını, soyadını, doğum tarihini ve saatini bir kâğıda yazıp memura verdim. Baş memur tanıdık biriydi, “Hay hay hocam,” dedi ve işlemi başlattı. Ancak yazıcı memur isme bakar bakmaz, isme îtiraz etti ve “Bu ismi yazamam, bu isim yasak,” dedi.

Ben de, “Bu ismin dışında başka bir isim koyamam, çocuğun velisi benim isim koyma hakkın bana aittir” dedim. O da “O zaman müdür beye gidin,” diye yönlendirdi. Müdürün odası hemen arkamdaydı. Kapıyı çaldım, içeri girdim. Müdür konuşmaları duymuş olacak ki, “Niye bu isimde ısrar ediyorsun?” diye sordu. Ben de "Bu isim, Peygamber Efendimiz’in eşlerinden birine ait olduğu için seçtim; çünkü o, bütün müminlerin annesidir" dedim.

“Hz. Hatice ya da Hz. Âişe de Peygamberimizin eşleri, neden onları koymuyorsun?” dedi.

“Bu ismin de onun eşlerinden birine ait olduğunu biliyor musunuz?” diye sordum.

“Bilmiyorum,” dedi.

“İşte herkesin bildiği değil, daha az bilinen bir ismi tercih etmek istiyorum,” dedim.

Uzunca bir tartışmadan sonra kısmen ikna oldu ama yine de sorumluluk almak istemedi:

“İsmi yazarım ama seni savcılığa bildirmem gerekir,” dedi.

“Yazın, bildirmeniz gerekiyorsa bildirin,” dedim.

Benden savcılığa gönderilmek üzere bir ifade aldılar, ardından nüfus cüzdanını verdiler. Bu, savcılığın konuyu inceleyeceği ve uygun görürse hâkim ya da savcının onay yazısını göndereceği anlamına geliyordu.

 

Hak Aramanın Önemi

Ne yazık ki çoğu insan, haklarını aramaktan çekinir. Küçük gibi görünen bir hak ihlali göz ardı edildiğinde, kişi ve ailesi uzun süreli mağduriyetlerle karşılaşabilir. Oysa haklı olduğuna inanan biri, sabır ve kararlılıkla hakkını aradığında çoğu engel aşılabilir, adalet sağlanabilir. Bizim yaşadığımız olay, küçük bir mesele gibi görünse de aslında sessiz bir direnişin ve bilinçli mücadelenin örneğiydi.

Nitekim iki ay sonra savcılıktan bir yazı geldi. Metinde şöyle deniliyordu:

“Her ne kadar bu isim Türkçe kökenli değilse de Türk adet, gelenek ve göreneklerine uygundur.”

Müdürü ikna ederken, “Bizim mahallede 45-50 yaşlarında Mariye isminde bir kadın var, aslen Niğdelidir,” demiştim. Belki de bu örnek, kararda emsal kabul edildi.

Sonrasında ikinci çocuğum doğdu; bu kez de ismini koymak istemediler. Müdür yine aynı kişiydi. “Bu ismi koyabilirsiniz,” diyerek memuru uyardı. Üçüncü çocuğumda da benzer bir durum yaşandı; müdür devreye girip yine aynı şekilde izin verdi.

O yıllar, yani 1985-1987 yılları arası, Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin yasaklandığı, Türkçe isim koymanın suç sayıldığı dönemlerdi. Türkiye’de de bu yasağın yankıları hissediliyordu. Benim yaşadığım olay, o atmosferin bir yansımasıydı.

Nüfus müdürlüğünde bu tartışma yaşanırken, sırada bekleyen iki vatandaş yanıma gelip, “Abi ne oldu, bir sorun mu var?” diye sordular. “Yok, hallederiz,” dedim. Yeni doğan çocuğumun ismini koymak istemiyorlar dedim. "İsim neydi?" diye sordular. “Neden ismi koymuyorlar?” dediler.

Ben de “Peygamberimizin hanımlarından birinin adı,” deyince ikisi birden öfkeyle memurlara dönüp, “Burası Bulgaristan mı!” diye bağırdılar. Ortalık biraz karıştı, ben sakinleştirdim:

“Sakin olun, ben halledeceğim,” dedim. Onlar da sustular, ben de müdürün odasına girip meseleyi nihayete erdirdim.

 

Benzer Bir Olay 

O yıllarda buna benzer birçok olaylar oldu. Bir süre önce de Konya Seydişehir’den bir arkadaşımın başına da böyle bir hadise gelmişti. Onun da bir evladı olmuş ve Yasir ismini koymak istemişti fakat Yasir “ismini nüfus müdürlüğündeki memur yazmamış, bana ne yapayım?” diye sordu.

“Israr edeceksin,” dedim. “Onlar kabul etmezse bu olayı mahkemeye taşıyacaklar. Mahkeme en fazla üç duruşmada karar verir ve çocuğun ismini koymak zorunda kalırlar. Mahkeme kararını nüfus müdürlüğüne gönderir, sen de bu kararla nüfus cüzdanını alırsın. O zaman da memura dönüp, ‘Bak, sonunda bu ismi koymak zorunda kaldın, keşke baştan zorluk çıkarmasaydın,’ dersin.”

Fakat arkadaşım farklı bir yol izledi. Başka bir ilçede tanıdık bir nüfus memuru bulmuş. “Ben bu ismi yazarım,” demiş. Ben de uyardım:

“Bunu yapma, hem sana hem memura ceza gelebilir. Git kendi ilçendeki nüfus müdürlüğünde ısrar et,” dedim.

Ama o kendi bildiği yoldan hareket etmeyi tercih etti. Sonra bir soruşturma geçirdiğini duydum; ceza alıp almadığını ise öğrenemedim. Tabii, bu isimleri yasaklama meselesi 1985’ten 1994’e kadar devam etti. 

Mersin’de bir arkadaşımız, farklı zamanlarda doğan biri kız biri erkek iki çocuğuna koymak istediği isimleri Nüfus Müdürlüğü’ne bildirdi. Ancak müdürlük bu isimleri kaydetmeyi reddederek konuyu mahkemeye sevk etti.

Mahkeme süreci boyunca arkadaşımıza, davanın nasıl ilerleyeceğini adım adım anlatmıştım. Her iki dava da sonuçlandığında mahkeme, arkadaşımızın talep ettiği isimlerin tesciline karar verdi. Böylece Nüfus Müdürlüğü de mahkeme kararına uyarak çocukların kimliklerine bu isimleri işledi. Türkiye’de velilerin çocuklarına koymak istedikleri isimlerin Nüfus Müdürlüğü tarafından kabul edilmemesi olayı, sadece bu örneklerle sınırlı değildi. Buna benzer yüzlerce vaka yaşandı. O dönemde bu konuda çeşitli gazetelerde de haberler yayımlandı. Ancak geldiğimiz noktada, artık bu tür hadiselerin yaşanmadığını söyleyebiliriz.

 

Bir İsimden Daha Fazlası

Bugün dönüp baktığımda anlıyorum ki, o gün yaşanan sadece bir isim meselesi değildi.

Bir baba olarak evladına bir isim verme hakkını savunmak, aslında inancına sahip çıkmanın sessiz ama şahsiyetli bir mücadelesiydi.

Bir dönemin görünmez baskılarını, bir kelimeye, bir isme sığdırmıştık.

Ve o isim Mariye idi. Bizim için sadece bir çocuk adı değil, bir kimlik, bir direnç, bir tanıklıktı.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR