Tarih boyunca pek çok medeniyetin doğduğu topraklar, günümüzün siyasi haritalarında sınırlara ayrılmış olsa da insanlığın ortak geçmişine ev sahipliği yapıyor. Bu topraklardan biri de tarihin belki de en verimli ve etkileyici bölgesi olan Bereketli Hilal’dir. İlk kez Amerikalı arkeolog James Henry Breasted tarafından kullanılan bu terim, tarımın ve yerleşik hayatın doğduğu yer olarak bilinen geniş bir coğrafyayı ifade eder. Akdeniz ikliminin hâkim olduğu, hilal şeklinde uzanan bu verimli bölge, güneyde Arabistan Çölü’nden kuzeyde Doğu Anadolu dağlarına kadar uzanan toprakları içerir. Dicle ve Fırat nehirleri boyunca uzanan bu coğrafya, Babil, Asur ve Fenike gibi büyük medeniyetlerin doğduğu bir bölgedir. Bu bölge, hem tarıma elverişli doğasıyla insanlığa önemli katkılar sağlamış hem de tarihsel ve kültürel mirasıyla “Bereketli Hilal” adını kazandırmıştır.
Bereketli Hilal’in bu kadar önemli olmasının en sebebi, dünya tarımının temelini oluşturan bitkilerin bu topraklarda evcilleştirilmesidir. Buğday, mercimek, nohut, keten gibi birçok bitkinin tarımı burada başlamıştır. MÖ 9000 dolaylarında bölge halkı, sulama tekniklerini geliştirerek yerleşik tarıma geçmiş, adım adım köy toplumları oluşmuştur. İnsanlık tarihi açısından büyük bir dönüm noktası olan bu topraklar, aynı zamanda kutsal metinlerde de sıkça anılmıştır. Eski Ahit’te sıkça bahsedilen bu topraklar, Yunan ve Roma uygarlıklarından da kaynak alırken medeniyetlerin izlerini taşır. Bölgedeki ilk yerleşik tarım topluluklarının izleri, 1948’den beri devam eden Filistin meselesine kadar da doğrudan uzanmıştır. Bereketli Hilal, modern Ortadoğu’nun siyasi ve toplumsal karmaşasına giden süreçte, insanlık tarihindeki yeri tartışmasız şekilde büyüktür.
Ancak günümüzde bu verimli coğrafya, tarihi zenginlikleri kadar iç savaşlar ve siyasi çıkarların merkezi hâline gelmiş durumda. 20. yüzyıldan bu yana Batı’nın şer planlarının odak noktası olan bu bölge, petrol, doğal kaynaklar ve stratejik konumları nedeniyle sürekli bir ateş çemberi içerisinde kalmıştır. Türkiye, Suriye, Irak, Filistin, Lübnan ve Mısır gibi ülkeler, adeta bu ateş çemberi içerisinde kıvranmakta; iç karışıklıklar ve dış müdahalelerle şekillenen siyasi yapılar, bölge halkının refahını her geçen gün daha da zorlaştırmaktadır. Bereketli Hilal, bir zamanlar insanlığa verimli topraklar sunmuşken, bugün ne yazık ki kan ve gözyaşının aktığı bir coğrafya hâline gelmiştir.
Bu durumun en büyük sebeplerinden biri, bölge halkının kendi yönetimlerini Batı’nın bıraktığı mirasla yürütememesidir. Batı’nın bölgedeki statükoyu sürdürme isteği, halkları bir arada tutan değerleri zayıflatmış, mezhepçilik ve etnik ayrımcılık ön plana çıkmıştır. Filistin davası, Lübnan’ın karışık yönetimi bu duruma örnektir. Bu süreçte, Batı ve diğer emperyalist güçler, bölgedeki çıkarlarına zarar gelmesin diye hiçbir erdemli temele dayanmayan müdahalede bulunmuş, bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmeyi tercih etmiştir. Irak’ta Saddam rejiminin sona erdirilmesi, Suriye’de taşeron örgütler aracılığıyla yürütülen müdahaleler, bu sürecin sadece birkaç örneğidir.

Bu kaotik ortam, bölgenin en büyük işgalcisi olan İsrail’e de büyük bir avantaj sağlamıştır. Bölge halkının çevresindeki ülkelerdeki çatışmalar, İsrail’in güvenliğini pekiştirmiş, bölgedeki çıkarlarını derinleştirmiştir. Bölgedeki Müslüman ülkeler, zalimlere sesini duyurup kurtarmaya yönelik adımlar atmak yerine, İsrail uzun vadeli stratejilerle Arz-ı Mev’ud hayallerini gerçekleştirme yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Müslümanlar ise mezhepçilik, ırksal ayrışmalar ve menfaat çatışmaları nedeniyle, kendi ilahi buyruklarından uzak bir yönetim tarzını benimseyerek bu dağınıklığın önüne geçememiştir.
Kur’an-ı Kerim, toplumların kendi kaderini değiştirme gücünü vurgulayan şu ayetiyle bize yol göstermektedir: “Bir toplum, kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Rad Suresi, 13:11). Bu ayet, halkın ahlaki ve sosyal durumunun yönetime yansıdığını, halkın iyiliği ya da kötülüğünün yönetimi de belirlediğini ifade eder. Bereketli Hilal’in kuşattığı bu zengin topraklar, bölge halklarının daha fazla gayret etmesini ve üretken olmasını zorunlu kılmaktadır. İsrail, kendi dinsel ütopyalarını gerçekleştirmek için bilim, teknoloji ve üretim sahasında büyük adımlar atarken, Müslümanlar da kendi tarihi sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır.
Tükenmişlik, tembellik ve neme lazımcılığı bırakıp, bölgedeki mazlum coğrafyayı yeniden inşa etmeli ve barışın hâkim olduğu bir hayat ortamı oluşturmalıyız. Bunu yaparken, her birey üstüne düşen sorumlulukları yerine getirmeli ve ilahi beyanlara iman ederek yola çıkmalıdır. Unutulmamalıdır ki, her birey, kendi toplumunun kurtarıcısı olarak hareket etmekle yükümlüdür. Bu sorumluluk, şu ilahi buyruğun ışığında daha da belirgin hâle gelir:
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi helak kılalım olan bu memleketten çıkar, bize katından bir veli gönder, bize katından bir yardımcı yolla’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa Suresi 4:75).
Bu ayet, Müslümanların zulüm altında kalanları kurtarmak için savaşmaya çağrıldığını hatırlatır ve toplumların kendilerini değiştirmedikçe, Allah’ın onların durumunu değiştirmeyeceğini vurgular.
Sonuç olarak, bu kadim topraklar üzerindeki savaşların ve zulmün sona ermesi, ancak bölge halklarının kendi aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakarak ortak bir hedef doğrultusunda hareket etmeleriyle mümkün olacaktır. Müslümanlar, birlik olmalı, değerlerine hareket ederek yeniden toparlanmalıdır. Bereketli Hilal’in varlığı, bu bölgedeki insanlara daha fazla çalışma ve üretme sorumluluğu yüklemektedir. İsrail’in kendi dinsel hedeflerini gerçekleştirmek için teknolojide, üretimde ve askeri alanda kendisini geliştirdiği gibi, bölge ülkelerinin de aynı çabayı göstermesi gerekmektedir. Kalplerimizde umutsuzluk, tükenmişlik ve karamsarlığa yer vermeden, sağlam adımlarla ilerleyerek büyük projelere imza atmalıyız. Bu zengin coğrafyanın asıl unsurları olarak, tüm dünyaya gücümüzü ve birliğimizi göstermeliyiz. Dağınıklık, ayrılıklar ya da taassuplardan uzak, ortak bir masa’da birleşerek, 21. yüzyılın yeni haçlılarına karşı mücadelemizi sürdürmeliyiz. İslam’ın bayraktarlığını ve temel esaslarını merkeze alacak yeni bölgesel ittifaklar kurmalıyız. Aksi takdirde, özellikle İsrail başta olmak üzere, İslam ümmetinin parçalanmış durumundan cesaret alarak, bölgedeki kanlı emellerini her zaman diri tutmaya devam edeceklerdir.