Türkiye’de sıradan halk arasında olduğu gibi aydınlar arasında da Batı söz konusu olduğunda toptancı bakışın egemenliği dikkat çekiyor. Toptancı bakış, olayları bir yönden ele alan değerlendirmeye dayandığından indirgemeci bir anlayışa yaslanır. İndirgemecilik, doğası gereği çok boyutlu olan sosyal olayları tek bir boyuta indirgeyerek ve onu tek doğru sayarak ortaya çıkan bir yaklaşımdır.
Aslına bakılırsa zihinsel yapımız indirgemeciliğe yaslanan bir metodolojiye son derece yatkındır. Bu yatkınlık tarihten devraldığımız aldığımız düşünce mirasına yaslanmaktadır. Siyasal ve düşünsel alandaki otoriterliğe yatkınlığımız da büyük ölçüde bu mirasın etkisi altında kaldığımızdandır.
Totaliter siyasal anlayışlar, mezhepçi bakışlar ve cemaatçi yaklaşımlar indirgemeciliğin bariz vasıflarını taşırlar. Tarihsel süreçte bu yaklaşımın İslam dünyasındaki en dikkat çeken örneklerinden biri Haricilerdir. Hariciler, dini ibadetlerine ve takvaya çok önem veren bir grup olarak görünmelerine karşın, Kur’an’a indirgemeci bir yöntemle yaklaşıyorlardı. Sıffin Savaşı sırasında ortaya çıkan ve kuşkusuz içinde bir hileyi barındıran Hakem Olayında, Hariciler, “Hüküm Allah’ındır” ayetini temel alarak hakem tayinine karşı çıktılar. Burada yaptıkları yöntemsel hata, tek bir ayeti indirgemeci yokla genelleştirerek, bağlamından ve Kur’an bütünlüğünün dışına taşıyarak karar vermeleri idi. Nitekim böyle bir hatalı yöntemden Hz. Ali’yi kafir ilan etmek gibi bir sonuca varıyorlardı.
Haricileri böyle davranmaya iten faktör indirgemeci yöntemle tikel bir ayeti genelleştirerek, Kuran bütünlüğünü aşacak bir şekilde değerlendirmeleri idi. İndirgemeciliğin sonucunda ulaşılan sonucun tek doğru sonuç sayılması ise daha vahim sonuçlar doğuracaktır. Nitekim böyle bir anlayıştan beslenen Haricilerin faaliyetleri sonucunda İslam Nehrevan bölgesinde Hz. Ali ve Haricilerin karşı karşıya geldiği, Müslümanların çok sayıda kayıp verdiği bir iç çatışma olarak tarihe geçmiştir.
Bu olay bize ayrıca ibadetlerine ne kadar düşkün olursa olsun indirgemeci yöntemin tuzağına düşenlerin uyguladıkları yöntemle genellikle İslam’a zarar verdiklerini gösteriyor. Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul eden Haricîlerin bu hatası bize Kur’an’ın sosyolojik uzantısı olan Sünneti ihmal ederek Kur’an Sünnet bütünlüğünü dikkate almamanın vahim sonuçlar üretebileceğini de gösteriyor. Asıl vahim sonuç ise Haricilerin kullandığı indirgemeci yöntemin her konuda sorunlu bir yöntem olduğunu ve bu yöntemim İslam birliğine vurduğu darbedir.
Haricilerin niyetleri iyi olsa da uyguladıkları yöntem onları vahim bir hataya sürüklemişti. Bu yaklaşım biçiminin izleri günümüzde dahi Müslümanların düşünce biçimini derinden etkilememektedir. Haricilerin yöntemi az ya da çok bütün siyasal akımları etkilemiştir. Bütün ekol ve mezhepler kendilerini tek doğru yerine koyup diğerlerini dışlamışlardır. Kuşkusuz bu dışlamada dönemin siyasal koşulları da belirleyici rol oynamıştır. Resmi anlayışın dışında kalan anlayışlar tekfir edilerek ötekileştirilmiş ve dışlanmıştır.
Müslüman dünyada Batı tartışmaları Haricilerin yöntemine benzemektedir. Taraflar Batı için öne çıkardıkları özellikleri üzerinden ret veya kabul anlayışı geliştirmektedirler. Oysa karşımızda bir tek Batı yoktur. Batı içinde Batı’nın izlediği siyasete karşı duruş sergileyen bir entelektüel ve siyasi tavır hep var olmuştur.
Batı hakkında indirgemeci anlayışın beslediği toptancı değerlendirmeler bir yönden doğru olsa da Batı’yı doğru değerlendirme konusunda eksiktir. Bir yönüyle Batı, emperyalist, sömürgeci, kendi dışında kalan ülkelerdeki iç çatışmaları besleyen, dünyanın geri kalanını talan ederek üzerine bir refah toplumu kuran bir yapı ve anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan Batı, geliştirdiği entelektüel birikim, teknoloji ve hukuk bilinciyle insanlık tarihinde eşik atlamış bir medeniyet olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öyle görülüyor ki, Batı’yı toptan reddetmek veya toptan kabul etmek şeklinde ileri sürülen anlayışlar bir yönüyle doğru olsa da, yöntemsel zaafın sonucu olarak, Batı değerlendirmelerinin önünde bir engele dönüşmektedir. Goethe, Kant, Foucault, Sartre da Batılıdır; Kipling, Hitler, Le Bon da. Faşisti, sosyalisti, liberali, ırkçısı iç içedir Batı’da. Dolayısıyla hangi Batıyı ya da Batının hangi yüzünü değerlendirdiğimiz önem taşımaktadır. İndirgemeci ve toptancı Batı değerlendirmeleri hayatın her alanında olduğu gibi burada da zaaf olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batı’yı “Tek dişi kalmış canavar “ olarak tanımlayan Mehmet Akif, diğer yandan Safahat’ta şu dizeleri yazmaktadır
“Alınız ilmini garbın alınız sanatını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok sanatın ilmin; yalnız, …”
Mehmet Akif, Batı’yı toptan reddedip, toptan kabul etmek arasındaki indirgemeci bakışın dışına çıkmaktadır. O, Batının bilim, teknoloji ve sanat ile ilgili yönü ile emperyalist, saldırgan ve ahlaksız yönünü birbirinden ayırmaktadır. Ayrıca Batıyı eleştiri ile yetinmeyen Akif, İslam dünyasının geri kalmasının asıl nedenini içeride görerek, İslam dünyasını çok daha sert biçimde eleştirmektedir.
Batı’yı toptan reddeden köktenci bakış bu medeniyetin geliştirdiği düşüncelerden de kendini mahrum bırakmaktadır. Bu konuda İslami camiayı Batı karşıtı düşünceleriyle etkileyen Necip Fazıl ve Cemil Meriç’in düşüncelerinin etkin olması, siyasal alanda Erbakan’ın 28 Şubat öncesi yoğun olmak üzere toptancı Yahudi be Batı karşıtlığı Müslümanların Batı değerlendirmelerini olumsuz etkilemiştir.
Öte yandan dindarlar, indirgemeci yaklaşımların zaaflarını aşarak, Batı karşısında eleştirel bir noktada durmalı akıl ve vicdan temelinde iyiliği temel alan yaklaşım çerçevesinde Batılılar ile bir araya gelip ortak çalışmalar yapmaktan da kaçınmamalıdırlar.
Türkiye özelinde Batılılaşma konusunda yaşanan indirgemeci yöntemle toptan kabul ve toptan ret tavrı düşünce sistemimize egemen olmuştur. Batılılaşma serüveninin başladığı dönemde radikal Batılılaşmacı akımın karşısına, geleneği kutsayan batı karşıtlığı çıkmıştır. Bu iki düşünce biçimi Batıyı doğru değerlendirip anlamayı da güçleştirmiştir. Batı’yı iki bakışın dışında değerlendirme yaklaşımı, bu iki keskin bakışın etkisiyle sınırlı kalmıştır.
Öte yandan Batı, jeopolitik ve jeokültürel konumumuz nedeniyle, hala entelektüel tartışma alanımızda bütün ağırlığı ile yer almaktadır. Özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci bu tartışmayı daha da alevlendirmektedir. Bu tartışmanın daha derin katmanı ise, “biz kimiz” sorusuyla bağlantılıdır. Siyasal yönelimi ile kültürel yöneliminin keskin farklılaştığı ülkelerde meydana gelen bilinç yarılması ülkemizde de yaşanmaktadır. Bu zihinsel yarılmışlık, İslam ile modern durum arasında anlamlı bir ilişki geliştirilememesinden de beslenmektedir.
Batı’nın ve Avrupa Birliğinin tüm değerlerine karşı çıkıp İslam ülkelerini totaliter, askeri ve yarı askeri kapalı toplumlar haline mahkum etmek tavrı ne kadar yanlışsa, aynı şekilde Batı’nın emperyalist tavrını savunmakta yanlış bir tavırdır.
Aslında en iyi sentez Batı’nın ilmi ve teknolojik gelişimi, siyasal anlayışı ve felsefi birikimi ile İslam’ın değerlerini birleştirmektir. Tabi dünyaya örnek oluşturabilecek bir ahlakımız kalmışsa!
Kaynak: farklı bakış