Ali Bulaç’tan cevaplar
Başını Açanlar Neden Örtünmüştü?
(Haksöz Dergisi, Ekim-2021, Sayı: 367.)
1- Kemalist sistemin uzun yıllar boyunca dayattığı tesettür-hicap yasağı hususunda önemli aşamalar kaydedilmesine ve başörtüsünün daha önce hiç rastlanmadığı pek çok alanda yaygınlaşmasına rağmen toplumsal yapıda gözle görülür bir gevşeme, bir gerileme olduğuna dair tespit ve eleştirilere katılıyor musunuz? Bu konudaki gözlemleriniz nelerdir?
Giderek sayıları artan münferid baş açmalar vuku buluyor, ancak kitlesel düzeyde başını örtenlerin başlarını açtığını söylemek abartı olur. Baş açmaların kitlesel boyut kazanmasını, toplumsallaşmasını isteyenler var, bunu çeşitli mecralarda süren kampanyalardan anlayabiliyoruz. Söz konusu mecralarda birtakım kesimler –ki bunlar öteden beri başörtüsüne karşı yasakçı tutumlar içindedirler- şimdi münferid baş açmaları mercek altına alıp büyütüyor, sanki artık her başörtülü başını açıyormuş ve bu yaygın, genel bir trendmiş gibi göstermeye çalışıyorlar.
Münferid bazı kadın ve kızların başlarını açmasına karşı başını kapatan hanımlar da var. Kimi ölür, kimi doğar. Bu böyledir! Hayat gelişen olaylar karşısında insanın verdiği çetin bir sınavdır. Sınav ateşten geçmek gibi bir şeydir, “fitne” altının ateş potasında eritilmesine denir. Dayanabilen som altın olarak ortaya çıkar, kaybeden curufat olur, çöpe atılır. Zemininde sosyo-psikolojik olguların yattığı bu türden olayları hayatın olağan akışı içinde algılayıp değerlendirmek gerekir.
2- Eğitim ve iş hayatında yasağa karşı onurluca direnen bazı annelerin kızları, hatta bazen kendileri, maalesef şimdi hicabı değersizleştiren bir tutum içinde görünüyorlar. Kuran’ın açık bir emri ve Müslüman kadının hayat tarzı olan hicabın algılanmasına dönük bu zafiyete ne tür faktörler sebebiyet vermiştir?
Pek yaygın olmamasına rağmen bazı kadınların veya kızların başlarını açmalarının birtakım sebepleri var. Bu sebeplere inilebilindiğinde bazılarının neden başlarını açtığını anlayabiliriz. Ben şu sebeplerin altını çizebileceğimizi düşünüyorum:
İstismar kötülüğünü sadece dindarlara veya Müslümanlara hasredenler farkında olsun olmasın din ve İslam karşısında büyük cürüm (suç ve günah) işliyorlar. Çünkü kötülüğü sadece istismarcı dindara hasrettiğinizde dine ve İslamiyet’in kendisine “kötü bir öz” atfetmiş oluyorsunuz. Demek istiyorsunuz ki, din özü itibariyle kötülüktür, kim ona yanaşırsa bu kötülük ona bulaşır, kendisi de kötü olur, kötülük işler. “Milliyetçiliği, sosyalizmi, liberalizmi, laikliği istismar edenler var, ama dürüst olanlar da var” diyorsanız, “dini istismar edenler var ama iyi dindarlar, dürüst müslümanlar, iffetli İslamcılar da var” demelisiniz. İnsaf, vicdan ve adalet bunu gerektirir. Demiyorsanız, kasıtlısınız ve Allah’ın dinine karşı büyük cürüm işlemektesiniz.
3- Ülke içinde ve evrensel düzlemde yaşanan siyasal gelişmelerin bu duruma doğrudan ya da dolaylı bir etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu sorunun cevabını 2. Sorunun cevabında vermiştim
4– Başörtüsünü gerçek manada tesettürün bir parçası kılmak ve toplumda yeniden bir hicap bilinci geliştirmek için neler yapılmalıdır?
Başörtüsü olayı başladığı 1980’lerden bu yana ama özellikle 28 Şubat postmodern darbe sürecinde bu konuyu şu soru ekseninde tartıştık: Başörtüsü bir insan hakkı mı, dini bir vecibe mi? Ben yaklaşık 400 sahife tutacak yazılarımda şu tezi savundum: Başörtüsü dini bir vecibedir. Bir kadının başını örterken örtme hakkını kimselerden alamaz. Ne ebeveyni ne parlamentolar ne başka otoriteler bu konuda hüküm bina edemez. Başörtüsü namaz ve oruç ibadeti gibi yasamaya, halkoylamasına konu olamaz. Liberal bakış açısından başörtüsünü temel bir insan hakkı olarak gördüğünüzde, bu hak alınır, verilir, kısıtlanır, birtakım idari ve yasal düzenlemelere konu olabilir.
Tesettür Allah’ın emridir, bu emri yerine getirmek kesin ve tartışmasız dini bir vecibedir. Bu vecibeyi yerine getirmeyen dinden çıkmaz ama günahkar olur, günahın cezasını devlet vermez, Allah’a aittir, dünyevi ve maddi müeyyidesi yoktur. Bu açıdan İran’ın başörtüsünü devlet gücüyle herkese dayatması yanlış olduğu gibi, başaçıklığı herkese dayatan veya başörtülüleri kamusal haklarından mahrum bırakanlar da yanlış yapmaktadırlar. Baskı ve zor altında başını açan büyük bir zulme maruz kalmış demektir ve bu maalesef Türkiye’de büyük acılara ve hak kayıplarına yol açtı.
Tesettürün farz oluşu konusunda en ufak bir şüphe ve tereddüt mevcut değildir. Kur’an’da başörtüsü yoktur diyenler tamamen yanılıyorlar. Ben bu konuyu hem Kur’an, hem Sünnet, hem fıkhi içtihatlar açısından geniş olarak ortaya koymaya çalıştım (Bkz. A. Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, V, 122-129 ve 480-486.)
Bir kadın niçin örtünür veya kadın-erkek bir müslüman niçin dini vecibeleri yerine getirir?
Bu sorunun cevabı konuştuğumuz konunun özünü oluşturur.
Mesele şu ki, insanın himmeti ya Allah’ın rızasıdır veya dünyevi herhangi bir çıkar ve maksada matuftur. İhlas, dinin vecibelerinin her birini veya tamamını katıksız, katıkşıksız, saf-halis niyetle yaşanmasıdır ki, bu yaşantının maksadı Allah’ın rızasıdır. Niçin başörtülür, sebebi nedir, sorusunun cevabı “Çünkü Kur’an ve Sünnet’te emredilmiştir” hükmünün yer almış olmasıdır. Bu hükmün illeti/menatı, maksadı ve hikmeti ayrı bir konudur. Bir hanımdan istenen bu vecibeyi ihlasla yerine getirmesidir.
İhlas eylemin saf-halis özü demektir. Bu demektir ki, öze eklenen (başka, yabancı) bir gaye eylemi ihlaslı olmaktan çıkarır, süte su katmak, altına maden karıştırmak olur ki, buna tağrir ve tağşiş deriz. İhlaslı eylem elbette dünyevi faydadan hali değildir. Sadece niyet Allah’ın rızasıdır. Mesela oruç sadece dini bir vecibe olduğu için tutulur, bu ihlastır ancak oruç aynı zamanda vücuda sağlık kazandırır. Şu var ki biz vücudumuzun sağlığı için oruç tutmaz, spor yapmak için namaz kılmayız. Allah emretmiştir, bu emri ihlasla yerine getirdiğimizde sağlık da kazanırız. Sağlık tabii sonuçtur, sebep ve gaye değildir.
Bir kadın sadece vecibe olması hasebiyle başını örtüyorsa, tesettürünün özü ihlastır, ecri Allah’a aittir.
Küresel düzeyde İslami hayata karşı güçlü bir kampanya yürütüldüğü doğrudur. Belki zaman içinde bu acımasız ve ahlaksız kampanya karşısında mukavemet gösteremeyenler dinlerini bırakır, inançlarını, görüşlerini ve yaşama tarzlarını değiştirebilirler. Öyle yapanlar da var. Bunlara üzülürüz ama kendimizi kahretmez, harap etmeyiz. “Dinde zorlama yoktur, Hak ile bâtıl apaçık ortadadır; dileyen iman eder, dileyen inkâr eder.” Bizim görevimiz hikmetle tebliğ, güzel temsil ve mücadelenin en güzelini yürütmektir. Hiç şüphesiz “Allah nurunu tamamlayacak ve yeryüzüne salih kullar mirasçı olacaktır.” Biz zaferle değil, seferle mükellefiz.
Kaynak: Farklı Bakış