Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Fedakar KIZMAZ


Allah'ın delisi!!!

Fedâkar Kızmaz'ın " yeni" yazısı...


Biraz küçümseme gibi algılanabilecek bu söz, aslında imrenmeyi de barındırıyor sanki içerisinde...

"Akıllı"ların arasında az sayıdaki "deli"min sınırsız özgürlüğünü gördükçe, "Ulan benim neyim eksik şu deliden" dediğinizi duyar gibiyim.

Eksığimiz yok, fazlamız var; sorun da o fazlalıkta zaten!

Ah şu akıl, hakkını vermeyenlerin kafatasında civcive dönüşememiş cılk yumurta sarısına dönüyor, ama başta "akıllılar" sınıfına adı kaydedilmiş ya bir kere, bir ömür "sürü"nün peşinden ayrılmayan, her dayatılanı kabullenen bir mankurt olduğunun bile farkına varamadan hepi topu iki metrekarelik bir toprağa ve iki adet dikili taşa razı bir son için ne kavgalar, ne küskünlükler ne hamallıklar ne mücadeleler veriyor akıllı taife...

Halbuki "deli"ler hanesine yazılsaydı adımız, mahallenin gülü olurduk, her densizliğimize, "delidir ne yapsa yeridir" derler, gülüp geçerlerdi.

Suç işlesen "46'lıklar hanesinde kayıtlı olduğun için bir raporla "ip"ten alırdı avukatın.

Destursuza girsen fil misali züccaciye dükkanına tazminat talebinde bulunmayı aklının ucundan dahi geçir(e)mez akıl küpü esnaf abi!

Polismiş, Belediye Başkanıymış, Valiymiş, Bakanmış, Cumhurbaşkanıymış... "Yalova Kaymakamı" kadar takmazsın; korumalar bariyerleri  geçmene izin verirler, kaparsın kürsüdeki zevatın elinden mikrofonu, konuşursun, türkü söylersin, dans edersin; tutar cumhurbaşkanının boynuna sarılır, alnından öpersin... 

Cumhurbaşkanı, gerek gördüğünde kameralar önünde Bakanını, canı sıkıldığında Valisini azarlar. Sorunun kaynağı “Bozüyük yolu muymuş, bozuk yol muymuş” hiç seni ırgalamaz; milletin gözü önünde fırçasını yedikten sonra yeniden koltuğuna oturmayı içine sindirebilen Vali'nin karnının genişliğine kafayı takarsın ama bu sıkleti sendeki kırık teller kaldıramaz, sadece mırıldanırsın: “vay anasını sayın seyirciler….”

Muafsındır cezadan. fırçadan. kınanmadan yana: İstediğin kadar saçmalayabilirsin; sadece gülerler, imrenirler alkışlar eşliğinde, dünya(!)nın akıllıları…

Bir de deli raporunu konjonktür hazretlerinden alanlar olur.

Zamana ve zemine göre değişir makbul "deliler". Sarışın, güzel ve zeki(!); bütün hasletleri tek koltuğunun altında taşıyan, kocası Özer efendiye kendi soyadı Çiller'i kabul ettirecek kadar dominant bir Başbakanımız vardı: Ekonomi Profesörü olarak herkese iki anahtar vaadiyle siyasete hızlı bir giriş yapsa da çevresine üşüşen gazeteci, bankacı, iş adamı kılıklı hortumcular deveyi hamuduyla götürünce millet bırakın iki anahtarı birçok kişi tek evinin anahtarından da oldu 1994 5 Nisan Kararlarıyla, ama 

"Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de birdir" diye bir vecize kazandırma şerefine nail oldu Türk edebiyatına!

İbrahim Şahin vardı zamanın dehrinde... Bir ömür boyu derinlerde görev adamlığı yapmış; bir dönem Emniyet Müdürlüğü, sonrasında Özel Harekat Daire Başkan Vekilıyken “Yanlış insanlarla düşüp kalktığı, yanlış icraatlara imza attığı, görevini usulünce yapmadığı” için Medrese-i Yusufiye'de bir süreliğine misafir olması gündeme geldiğinde, devlet aklı harekete geçti ve hipokrat yeminli(!) doktorlardan bir heyet'in “devlet-i ebed müddet” hatırına hafıza kaybı raporu düzenlemeleri sağlandı da duvarın üstümüze yıkılması son anda engellendi.

İktidarlar değişse de her dönem derinlerden ülkeye yön vermeyi bir şekilde başaran Mehmet Ağar'ın özdeyişiyle ifade etmek gerekirse "Günün birinde dengesiz biri beklenmedik bir zamanda bir taş çekecek olsa duvardan, ülke altında kalır hafazanallah!" 

Okullarda başörtüsü takılmasına karşı aleyhte karar veren Danıştay üyelerine,  sırtında avukat cübbesiyle tekbirler getirerek topluca ateş açıp Başkanın ölümüne sebebiyet verdiğinde, aslında bir taşla bir sürü kuşu vurmayı hedefleyen zamanın egemen iradesi FETÖ’nün kumpası deşifre olunca, aslında Alparslan da bir "deli raporunu" hak ettiği halde sahip çıkan olmayınca yıllarca "deli rolü" yaparak sıyırabileceği hesabı yapan Arslan'ın cezaevindeki hesabı mahkemelerde tutmayınca intihar ederek/ettirilerek/intihar süsü verilerek o dosya da nice dosyalar gibi tarihin hafızası "emanet"e tevdi edildi.

"Deli Kadir"imiz vardı bir; Allah merhametiyle muamele eylesin.

Özellikle tarih konusunda "Derin" bilgilere vakıf idi; Gizli, saklı mahzenlerde, 60 ülkenin tarihi hafızasını barındıran Osmanlı Belgeleri sırf Arap alfabesinden kurtulma aşkıyla depolarda kurda kuşa yem yapılacakken, aklı evvel birileri Bulgaristan'a hurda kâğıt olarak kamyonlara yükletmişken, son anda müdahil olan bir vatansever sayesinde bir kısmı kurtarılabilen ve yeniden devlet arşivlerinde kayıt altına alınan "sakıncalı" bilgileri/belgeleri ortaya çıkaran "Deli Gadir"...

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin doktorlarından merhum Ayhan Songar; bir rapor düzenlemiş, "Kadir Mısıroğlu'nun ruh hali cezaevlerinde yatmaya elverişli değildir, hava değişimini gerektirir" mealinde bir yazıyı zamanın Adalet Bakanına (merhum Şevket Kazan) göndererek bi babalık yapmış ve o rapor sayesinde hapislerde çürümekten kurtarmış Merhum'u!

Ama...

Her nimetin bir külfeti var tabii ki...

Adın çıkmasın bi kere, o günden beri "Deli Gadir" aşağı, "Deli Gadir" yukarı!

Sırf şapka kanununa muhalefet olsun diye giydiği Osmanlı fesine bile tahammül edemeyen şirret İslam düşmanı malum güruh, adamcağızın vefat günü zil takıp oynamakla yetinmeyip, üstüne bir de anasına bacısına küfürler eşliğinde uğurladılar dar-ı bekâ'ya...

Ömrü billah sol kimlikle yaşayan, annesi "afedersiniz Ermeni"(!!!) olan, son anda kendi mahalle takımına attığı art arda gollerle adı "dönek"e çıkarılan merhum Cem Karaca ise yeni tercihini "Allah Yar"dan yana kullandığı için tekbirlerle uğurlandı "Deli Gadir"in mahallesinde ikamet eden "gerici"ler tarafından... 

"Diyarbakırlı Ramazan Hoca"  olarak başta Youtube olmak üzere sosyal medyada ünlenen bir Allah dostunu sırf kendi özürlü zekâlarına uymayan fikirleri yüzünden önce deli, sonra sapık ilan ettikten sonra namaz kılarken hançerlenerek ölümüne sebep olanlar, keşke merhumun aklının zekatı kadarcık nasipdâr olsalardı akıldan, vicdandan. merhametten yana!

Mekanı cennettir inşaallah, rahmetli babam derdi ki: "İki tür deli vardır; Gülen Deli, bir de Ağlayan Deli!

Gülen Deli iflah olmaz, boşa emek ve masraf yapmaya değmez.

Ama Ağlayan Deli'den umut kesilmez.

Çünkü kendisinin deli olduğunu bilecek kadar akıllı ve kendi haline ağlayacak kadar da duyguludur...

Ama gülen deli öyle mi?!; Dünya umurunda değil, kendi deliliğinden bile bihaber, o yüzden gülüp durur!"

Bir de: aklı kafatasından hiç uçmayacakmış, binlerce kılcal kablodan bir tanesi kopmayacakmış, son kullanma tarihine kadar garanti belgesi varmış gibi; "kablosu kopuk", "kafası kırık", "çatlak" diye tabir olunan "tahtası eksik"leri gırgır şamata menülerinde meze/maskot olarak kullanmaktan zevk alan tipler, dünyanın en aşağılık mahluklarıdır.

"Fıkrasına gülünmeyen adam!" sunumuyla Youtube'de kendisine en çok gülünen Hasan Mezarcı abimiz var bir de!

Neymiş efendim, Mesihliğini ilan ederek dinden çıkmışmış!

28 Şubat ayazında sakalını kısaltıp cübbesini sarığını tehlike geçene kadar rafa kaldıran zeka özürlü tarikatçılar karılarına erkeklenirken, bugün "deli" dediğiniz Hasan Mezarcı meydanlarda, kürsülerde Hz. İbrahim gibi put kırıyordu. 

"Bu adama ne içirdiniz, ne işkencelerle delirttiniz lan o….. çocukları!" diye hesap soracağınız yerde, biraz gülelim hele diye açtığınız o videolar hesap gününde sizin utanç belgeniz olacak, bilesiniz!

Hasan Mezarcı abimiz bundan sonra ne saçmalarsa saçmalasın, vicdanlı müminlerin kalplerinin en mutena köşesinde yerini koruyacaktır; çünkü o cennetteki ikramların bedelini peşinen ödemiş "Bedir Ashabı"ndandır, o kadar!

Mehmet Ali Ağca'mızı teğet geçersek tablomuzun bir yanı eksik kalır. Gazeteci Abdi İpekçi'yi öldürmekten mahkumiyetini çektiği cezaevinden derin abilerin eliyle yurt dışına kaçırılıp İtalya'da Papa'ya karşı düzenlediği sonuca ulaşmayan yaralamalı bir suikast girişimiyle uluslararası üne kavuşan Malatyalı Ağca da cezaevlerinde deliliğe vurarak İtalyanlara kafayı yedirdikten sonra “Yahu biz işin içinden çıkamıyoruz, bunun dilinden yine siz Türkler anlarsınız!” diye Türkiye'ye teslim ettikten sonra, bir süre daha İsa Mesihlik rolleriyle mahkemeleri oyalayıp, tahliye edilip ekibiyle beraber yeni maceralara atılmasına Devlet=i Aliye'mizce karar verilip “gölgelik” alana çekilmesi sağlandı. herhalde yeni yeni görevleri icra ediyordur….

Ben, kafalarımızın biraz sıyrılması gerektiğini düşünüyorum.

Toplumları uyaranlara baktığımızda; onların biraz sıyrık, biraz deli, biraz veli oldukları gerçeğiyle yüzleşiyoruz.

Eskiler dava adamlarına "Allah Delisi" derlermiş.

Savaşlarda en önde Deliler Bölüğü olurmuş.

Akıllı padişahlar yanlarında (Behlül Dânâ gibi) deli-veli danışmanlar bulundururmuş.

Osmanlı sokaklarında en mutlu, en dokunulmaz, en şanslı insanlara "deli" bile demeye diller varmaz, “meczup” veya “veli” denirmis.

Avrupa'da, içine cin girmiş diye deliler yakılarak tedavi edilirken(!) Osmanlı'da yeşiller içinde kurulan şifa hastanelerinde müzik ve su şırıltısı eşliğinde iyileştirilirmiş bizim velilerimiz! 

Çok akıllı insanlar hesap kitap yapmadan adım atmazlar; o yüzden de hiç adım atmazlar.

Deliler ise hesapsız kitapsız harekete geçerler.

Ve savaşlarda ilk şehit olanlar genellikle delilerdir ve deliler cennete akıllılardan çok önce gireceklerdir. 

Akıllılar önden göndermeye kıyamayıp miras bıraktıkları mallarının hesabını verirken (daha doğrusu veremezken), deliler cennetteki köşklerine çoktan yerleşmiş olacaklar.

Hz. Sümeyye, Hz. Yasir, Hz. Ebu Zer, Hz. Hüseyin, Hz. Tarık bin Ziyad, Hz. Malkolm X, Hz Osman, Yüksel Serdengeçti, Hz. Bahattin Yıldız bizim delilerimizden(!) birkaçı.

(Che Guevara ve Raşel gibilerine Allah ile irtibatlarının derecesini bilemediğimizden dolayı "Allah Delisi" diyemiyoruz; o yüzden, Hazret'siz de olsa onları da bizim delilerimizden saymak istiyor deli gönül.       

Bir de Ezan Delileri geçti bu vatan topraklarından.

1932 yılında getirilen Türkce ezan okuma mecburiyeti Anadolu'nun çeşitli vilayetlerinde korsan okunan Arapça ezanlarla kevgire dönünce 1938 yılında çıkarılan ek bir maddeyle Arapça ezan okuyanlar, kamet getirenler, Kur'an öğretenler, ayın(!) yapanlar cezalandırılmaya başlanır.

Bu cezalardan sonra daha da artar Ezan Delileri; aynı anda meydanlarda, özellikle Cuma namazlarında tüm camilerde ezan okumaya başlarlar. Polis, jandarma tarafından tutuklanırlar ama nafile...

Kendilerini "Ezancılar" diye tanımlayan bu ekip en büyük eylemini 4 Şubat 1949'da ezanın Türkçelestirilmesinin 17.yıldönümünde Meclis toplantısında gerçekleştirirler.

Osman Yaz ve Muhiddin Ertuğrul adındaki iki kişi her türlü cezayı göze alarak Cuma günü TBMM’de gerçekleşen kutlamalar sırasında yüksek sesle ezan okurlar. Böylece “Ezan Delileri” de tarihe geçer

Allah başımızdan delilerimizi eksik etmesin; çünkü dünya, deliler ve velilerin omuzlarında dönmeye devam ediyor vesselam. 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR