Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


ALİYA İZZETBEGOVİÇ VE TÜRK MODERNLEŞMESİ

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın, "yeni" yazısı...


“Bütün medeniyetlerin özü ve ilerlemesi, yok edilmesi ve inkar edilmesine değil, devam ettirilmesine bağlıdır. Yazı, milletin tarihteki devamını sağlar ve ‘akılda tutma’ şeklidir. Arap harflerinin kaldırılmasıyla Türkiye için, yazıda korunan geçmişin, bütün nimeti kaybolmuş oldu. Birçok diğer ‘paralel’ reformlarla beraber, yeni Türk nesli kendini manevi dayanaktan yoksun ve adeta bir çeşit manevi boşluk içinde buldu. Türkiye kendi ‘hafızasını’, geçmişini kaybetti.

“Arap elifbasının ilgası, Türk tarihinin radikal bir inkarıydı. Eğer Türkiye’nin gerçekten geçmişini unutması, varlığını değiştirmesi, üzerinde bulunduğu mahiyetinden çıkması- ki özü itibarıyla son derece İslami bir ulustu- istenmişse, o zaman alfabe değişikliği bunu başarmanın en etkili yoluydu. Bir kanun vasıtasıyla empoze edilen başka hiçbir tedbir bu hedefi daha iyi ve daha hızlı gerçekleştiremezdi."

 Aliya İzzetbegoviç

 

Modernleşme serüveninde Türk ve Japon modernleşmelerini inceleyen İzzetbegoviç, bir toplumu dünyanın zirvesine, diğerini üçüncü sınıf bir ülke haline getiren tarihsel tecrübeyi analiz etmektedir. Japonya gelenek ile moderniteyi sentezlemeye çalışırken, Türkiye geleneğin bütün formlarını reddetmeye çalıştı. İzzetbegoviç geleneksel zihniyetin taşıyıcısı olan dil politikaları hakkında iki ülkeyi karşılaştırarak şu analizi yapmaktadır.“Yazı meselesinde Japon ve Türk reformistlerin gösterdikleri tavırlardaki anlayış farkı, başka konulara nazaran, belki en açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Arap yazısı basitliği ve aynı zamanda sadece 28 harfli olan, (Osmanlıca) bu özellikleri sebebiyle dünyanın en mükemmel ve yaygın yazısıdır, Japonya kendi Latinlerin (Romalılar) teklifini reddeder. O bütün reformlarından sonra 46 işaret yanında 880 Çin ideogram (anlamı belirten işaret) olarak tespit edilen ve karmaşık olan kendi yazısını korur. Bugün Japonya’da okuma yazması olmayan bulunmamaktadır. Türkiye’de ise –harf inkılabından 40 sene sonra- nüfusun yarısından fazlası ümmidir. Bu durum bir sonuçtur ve bu konuda âmâ olanlar dahi görmeye başlamalıdır. Sadece bu değil. Çok kısa bir süre sonra, yalnızca basit tescil aracı olan yazının sorun olmadığı anlaşıldı. Gerçek sebepler, sonra da sonuçlar, hakikaten çok daha derin ve önemli idi. Bütün medeniyetlerin özü ve ilerlemesi, yok edilmesi ve inkâr edilmesine değil, devam ettirilmesine bağlıdır. Yazı, milletin tarihteki devamını sağlar ve ‘akılda tutma’ şeklidir. Arap harflerinin kaldırılmasıyla Türkiye için, yazıda korunan geçmişin, bütün nimeti kaybolmuş oldu. Birçok diğer ‘paralel’ reformlarla beraber, yeni Türk nesli kendini manevi dayanaktan yoksun ve adeta bir çeşit manevi boşluk içinde buldu. Türkiye kendi ‘hafızasını’, geçmişini kaybetti.(1)

            Aliya Türkiye ve Japonya modernleşmesini karşılaştırarak, özellikle alfabe değişikliğini radikal biçimde eleştirir. " Öyle reformlar vardır ki içi den bir milletin bilgeliğini çıkarırken ( Japonya) , diğer taraftan ihanetin en büyüğünü barındıranlar da vardır. (Türkiye)" (2) “ Arap elifbasının ilgası, Türk tarihinin radikal bir inkarıydı. Eğer Türkiye’nin gerçekten geçmişi unutması, varlığını değiştirmesi, üzerinde bulunduğu mahiyetinden çıkması - ki özü itibarıyla son derece İslami bir ulustu- istenmişse, o zaman alfabe değişikliği bunu başarmanın en etkili yoluydu. Bir kanun vasıtasıyla empoze edilen başka hiçbir tedbir, bu hedefi daha iyi ve daha hızlı gerçekleştiremezdi.” (3)

            Aliya, Türk modernleşmesi ile Çin Kültür devrimi arasında karşılaştırma yaparak benzerlik kurar. “ Çin ‘Kültür Devrimi’ insanlık tarihindeki (Geçmişi silmeye yönelik) en radikal ve en kapsamlı teşebbüstü; sadece şimdiki ve gelecekteki nesilleri faklı geçmişin tesirinden uzaklaştırmak için değil, bizzat geçmişin hatırasını bile bu nesillerin şuurundan silmek üzere yapılmıştır. Herhangi bir kimsenin benzer bir hırsla hareket edip etmediğini bilmiyoruz. Belki 1920’ler Türkiye’sinin durumu buna benzetilebilir.”(4)

         Türk modernleşmesinde CHP ve karşıtları arasında yaşanan bölünmenin temelinde, Mehmet Akif -Tevfik Fikret kavgası vardır. Mehmet Akif, İslamcılığı, Tevfik Fikret ise radikal batıcılığı temsil etmektedir. Radikal batılaşmanın temsilcileri olan Kemalistler ile muhafazakarlar arasında ideolojik ve politik bölünmüşlük hala sürmektedir. "Kemalist kesime düşen, Kemalizm'in, İslâm'ın yerine geçecek bir "din" olmadığını hatırlamak, eleştirilebilir olduğunu kabul etmek, sonuç itibariyle onu Türk milletinin 1000 yıllık toplum ve kültür nizamının "temeli olduğuna" şüphe bulunmayan İslâm'a rakip bir din hüviyetiyle Türk toplumuna dayatmanın yanlışlığını görmektir" (5)

Oysa Milli mücadelenin başladığı yıllarda farklı bir bakış açısı vardı. “Milli Mücadele'yi, "İslamcı ideolojiyi" kullanarak sürdüren "yönetici kadro", savaş kazanıldıktan sonra "kökten Batılılaşmacı" yeni rejimi Osmanlı İmparatorluğu'nun klasik hakimiyet alanında, yani Türkiye toprakları üzerinde yerleştirmiş oluyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni rejiminin "İslâm'ın" artık "aktif bir role" sahip bulunmadığı yeni medeniyet anlayışını tercih ettiği mesajı çok açık bir biçimde veriliyordu"(6) 

            Cumhuriyet modernleşmesinin temel amacı hiçbir zaman dini hurafelerden kurtarıp Kur'an ve Sünnet eksenli bir ihya projesi olmadı.
Temel amaç, dini devlet hayatından tamamen, toplum hayatından olabildiğince uzak tutacak laik, seküler, milliyetçi bir toplum inşa etmekti. “Çin kültür devrimi, insanlık tarihindeki (Geçmişi silmeye yönelik) en radikal ve en kapsamlı teşebbüstü; sadece şimdiki ve gelecekteki nesilleri farklı geçmişin tesirlerinden uzaklaştırmak için değil, bizzat geçmişin hatırasını bile bu nesillerin şuurundan silmek üzere yapılmıştı. Herhangi bir kimsenin benzeri bir hırsla hareket edip etmediğini bilmiyoruz. Belki 1920´ler Türkiye´sinin durumu buna benzetilebilir.”(7)

Türk modernleşmesinin din algısı da bir hayli sorunlu bir noktada durmaktadır. "Öyle ki, başta Atatürk olmak üzere modern Cumhuriyetin kurucu seçkinleri, oldukça açık bir şekilde din konusuna el atma gereği duymalarına ve onu gündelik hayatın temel aygıtı olarak takdim eden vurgula(mala)rına rağmen, onların asıl problemi, Batılılaşma üzerinden gerçekleştirilecek bir modernleşme talebinin önünde oluşabilecek tüm engelleri tasfiye etmekti. Din de bu engeller arasında gözüküyordu."(8)

            Türk modernleşmesi kendine özgü bir tarih anlayışı da inşa etmeye çalışmıştır. "Milleti geçmiş bir topluluk olarak algılayan milliyetçi Türk kültürü, geçmişi ve tarihi bir yandan kutsayan, yücelten, bir yandan da tabu haline getiren bir anlayış geliştirmiştir. Ölü simalar, geçmiş olaylar, bu kültür kodu içinde ulaşılmaz birer kahraman, birer destana dönüşüvermektedir. Bu kültür kodu içinde mezarlar adeta yaşayan canlı topluluktan daha fazla önem kazanmaktadır. Bu tutumun yol açtığı temel sıkıntı, Türk siyasi kültürünün ayağının bir türlü yere değmemesi, yaşayan topluluğa karşı kör ve sağır kesilmesi, geçmişin hatırasını koruma refleksiyle katı ve tutucu bir tavra yönelmesidir."(9)

Cumhuriyet dönemi sürecinde yapılan değişiklikler gelecek kuşakları önemli ölçüde etkilemiştir. "Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında devletin dine ilişkin politikaları dört noktada özetlenebilir.

1- Dini kurumların ilga edilerek yerlerine seküler kurumların inşa edilmesi,

2- Dinin toplumsal dayanaklarını ortadan kaldırmak ve onun üzerinde mutlak anlamda hakimiyet kurmak üzere, eğitim alanındaki tek tipleştirme çalışmaları,

3- Hukuki düzenlemeler,

4- Sembolik değerdeki çalışmalar ( Şapka kanunu, Latin alfabesinin kabulü, Laiklik, dini unvanların yasaklanması)(10)

            Diğer yandan, Türk modernleşmesi kendine özgü bir amaç taşımaktadır. Bu amaç, tarihten köklü bir kopuşa işaret etmektedir. "Kemalist modernleşmecilik, medeniyetçi Türkçülüğü seküler bir din olarak vazeden bir millet yaratmaya çalışmış ama bunda başarılı olamamıştır."(11)
            Cumhuriyet modernleşmesinin büyük zaafı toplumsal değerler ile modern değerler arasında anlamlı bir sentez kuramamasıdır. Aldıkları pozitivist formasyonun etkisiyle dine Auguste Comte ve Durkheim gibi baktılar. Dini geriliğin sembolü olarak gördüler. Dini dışlayan modernleşmenin eğitim politikaları Köy Enstitüleri ile sembolleştirilebilir. Bu okullardan mezun olan eğitimcilerin çoğunlukla, kendi değerlerine yabancı, ateist olması tesadüfi değildir.

Kuskusuz Cumhuriyet modernleşmesi İslam'ı kamusal hayattan tamamen, toplumsal hayattan ise olabildiğince uzak tutmayı amaçladı. Bu proje, nihayetinde toplumsal değerlere çarptı. 1950 yılın da bu sürecin mimarları (CHP ve İnönü) ilk serbest seçim de iktidarı terk etmek zorunda kaldı.

Kaynakça:

 1-İslam Deklarasyonu, Aliya İzzetbegoviç, Tercüme. Dr. Rahman Ademi, Fide Yayınları.

 2-İslam Deklarasyonu, Aliya İzzetbegoviç, Tercüme. Dr. Rahman Ademi, Fide Yayınları.

 3-Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım, Klasik Yayınları

 4-Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım/ Zindandan Notlar, Tercüme: Hasan Tuncay Başoğlu, Klasik Yayınları

 5-A. Yaşar Ocak, Türkler, Türkiye ve İslâm, İletişim yayınları.

 6-A. Yaşar Ocak, Türkler, Türkiye ve İslâm, İletişim yayınları.

 7-Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe kaçışım/ Zindandan Notlar, Klasik Yayınları,

 8-Necdet Subaşı, Sosyoloji Günlükleri, Mahya yayınları

9-Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, Orion yayınları.

 9-Ömer Çaha, Çoban ve Efendi, Mana Yayınları

10-İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem/ Türkiye'nin Toplumsal Muhayyilesi, Küre Yayınları

Kaynak: Her Taraf

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR