Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ramazan DEVECİ


Aksa Tufanı ve Gazze Ateşkesi Üzerine

Ramazan Deveci'nin "yeni" yazısı...


7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı operasyonu, direnişin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Direniş, ilk defa işgal edilmiş topraklarda işgalciye karşı bu kadar büyük ve kapsamlı bir operasyon gerçekleştirmişti.

Aksa Tufanı karşısında işgalci Siyonist rejim uzun süre kendine gelememiş; daha sonra ise tüm savaş hukukunu hiçe sayarak ölçüsüzce Gazze’ye saldırmış ve yüzbin civarında çoğunluğu kadın ile çocuk olmak üzere sivilleri katletmiştir.

Bugün Aksa Tufanı’nın iki yılını doldurduğumuz şu günlerde işgalci İsrail dünyanın birçok yerinde, özellikle halklar nezdinde soykırımcı olarak görülmektedir.

Aksa Tufanı, Hamas’ın askeri kapasitesinin yanı sıra Filistin halkının İsrail işgaline karşı süregelen direniş iradesini de ortaya koydu. Direniş ve Gazze halkı, soykırımcı İsrail’in iki yıldır süren ölçüsüz, hukuksuz ve alçakça saldırıları karşısında destansı bir mücadele ve fedakârlık örneği sergiledi.

Direnişin ve Gazze halkının bu onurlu mücadelesi, Direniş Cephesi dışındaki Müslümanlar ile adı “İslam ülkesi” olan devletler nezdinde işgalciyi kınamak ve Gazze’ye insani yardım dışında bir karşılık bulamadı.

Hatta birçok İslam ülkesi, iki yıldır Gazze’de yaşananlar karşısında soykırımcı İsrail ile diplomatik ilişkilerini bile kesmedi; siyasi ve ticari ilişkilerini bir şekilde sürdürerek bu soykırıma karşı olduklarını söylerken bile dolaylı destek vermiş oldular.

Soykırımcı İsrail, Aksa Tufanı’nın şokunu atlatıp Gazze saldırısına başladığında hedef olarak şunları ortaya koymuştu:

7 Ekim 2023’te Hamas’ın ele geçirdiği tüm tutsakların hem canlıların hem de ölülerin geri getirilmesi,

Hamas’ın  askeri altyapısının (tünel ağları, silah depoları, roket atış sistemleri vb.) hem de yönetim organlarının (görevli kurumlar, sivil hükümet işlevleri) bozulup etkisiz hâle getirilmesi ve Gazze’nin yeniden “tehdit kaynağı” olmaktan çıkarılması,

Hamas’ın silahlı kapasitesinin yok edilmesi ve Gazze’de yeni, güvenli bir yönetim kurulması.

Bugün iki yıl sonunda Gazze’de, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere, yüzbinin üzerinde insan katledildi. Gazze’nin yüzde seksen beşi yerle bir edildi. Ancak işgalci ordu tüm bu ölçüsüz saldırılarına rağmen esirlerini kurtaramadı. Esirler, ateşkes süreçlerinde Filistinli esirlerle takas edilerek bırakıldı.

Hamas ve Gazze’deki tüm direniş grupları, Gazze’nin yönetimini sadece Filistinlilere bırakabileceklerini; ancak silahlarını bırakmayacaklarını ifade ediyorlar.

İki yıldır süren işgalci İsrail’in hukuksuz, ölçüsüz saldırılarının ardından ilan edilen ateşkes, sadece soykırımın durması ve fedakâr Gazze halkının bir süreliğine üzerlerine bomba yağmasından kurtulması açısından sevindiricidir. Ancak direnişin silahları, ateşkesin geleceğini belirsiz kılıyor. ABD Başkanı Trump, Hamas silahlarını teslim etmezse İsrail’in yeniden saldırıları başlatacağını söyledi.

ABD Başkanı Trump tarafından “20 maddelik Gazze barış planı” diye ilan edilen metin, Gazze’ye barıştan çok esareti ve teslimiyeti dayatıyordu; bu yüzden Hamas tarafından reddedildi. Daha sonra Trump, BM toplantısını fırsat bilerek aralarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu sekiz İslam ülkesi liderini toplayıp onların desteğini aldı. Hamas ise bu durumda barışı istemeyen taraf durumuna düşmemek için rehineleri bırakmaya ve ateşkese hazır olduğunu ilan etti. Gazze’nin yönetimini devretmeye hazır olduğunu söyleyen Hamas için asıl sorun, direnişin silahsızlanması meselesidir.

Cevap bekleyen önemli bir soru şu; Direniş silahlarını teslim etmeyi kabul etmezse (etmeyeceğini söyledi) soykırımcı İsrail yeniden Gazze’ye saldırırsa; ABD Başkanı Trump öncülüğünde 20 ülke liderinin Mısır’da, Şarm el-Şeyh’te toplanıp (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dahil) dört ülke liderinin imzaladığı metin ne işe yarayacaktır?

ABD Başkanı Trump, Mısır’a gitmeden önce İsrail Parlamentosu’na (Knesset) gidip orada bir konuşma yaptı. Konuşmasında soykırımcı Netanyahu’ya yaptığı saldırılardan ötürü övgüler dizdi: “Verdiğim silahları çok iyi kullandın, büyük zafer kazandın” dedi. Trump, İsrail’e verdiği desteği açıkça ilan etti ve bu konuşma nedeniyle İsrail Parlamentosu’nda dakikalarca ayakta alkışlandı.

Trump’ın İsrail Parlamentosu’ndaki konuşmasından sonra Mısır’a gitti ve dünyadaki kimi ülke liderlerini yanına alıp “barışı getiren lider” rolüne girerek şov yaptı. Soykırımın en büyük destekçisi barış güvercini olarak kendini pazarlıyordu. Pakistan lideri o toplantıda yaptığı konuşmada Trump’a övgüler yağdırdı. Bu nasıl bir iştir ki; soykırımın en büyük destekçisi, İslam ülkelerinin liderlerinden “barış güvercini” olarak övgüler alabiliyor?

Soykırımcı İsrail’in kurulduğu günden beri en büyük destekçisi olan, iki yıldır Gazze’de yaptığı soykırımın en büyük silah tedarikçisi olan ve verdiği bu destekle övünen zalim bir emperyalist ülkenin; zalim bir emperyalist liderini övmek ve onun övgüsüyle onur duymak nasıl bir şeydir, anlamakta zorlanıyorum.

Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı övdüğü ve sevdiğini söylediği haberini, eleştiri olsun diye paylaştığım gün; otuz yıl birlikte tefsir yaptığımız bir arkadaşım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a övgü olsun diye paylaştı. Çok şaşırdım. İslamcı olduğunu bildiğimiz, birlikte onlarca yıl tefsir dersi yaptığımız insanlar; büyük şeytan dediğimiz Amerika’nın belki de en Siyonist başkanlarından birinin övgüsünü kendileri ve liderleri için övünç vesilesi göremezlerdi. Bu kadar değişmiş olamazlardı. Ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemedim.

Ak saçlı, bilge insan Atasoy Müftüoğlu bir konuşmasında Müslümanlar için “Trump gibi karanlık figürlerin dost ilan edilmesi başka bir onursuzluğun, başka bir aşağılanmanın ifadesidir” demişti. Bugün, Trump’ın dost ilan edilmesinden ve Trump tarafından dost ilan edilmekten rahatsız olmayan; hatta bundan övünç duyan, İslamcı geçinen ve dindar geçinen bir kitle var. Bu kitle sözde Gazze’nin dostu, soykırımcı İsrail’in düşmanı. Biz nasıl bir İsrail düşmanıyız ki; soykırımcı İsrail’in en büyük destekçisinin övgülerinden mutlu olabiliyoruz? Biz nasıl bir İsrail düşmanıyız ki; İsrail ile normalleşmelere karşı çıkmıyoruz? Biz nasıl bir İsrail düşmanıyız ki; ülkemizin İsrail ile tüm siyasi ve ticari ilişkilerini kesmesini talep etmiyoruz?

Böyle bir İsrail düşmanlığı olmaz. Şayet Özgür Filistin davasını savunduğumuzu, soykırımcı İsrail’e düşman olduğumuzu iddia ediyorsak, öncelikle yapmamız gereken şey ülke yöneticilerimizden, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, İsrail ile tüm diplomatik ve ticari ilişkileri kesmesini, İsrail’i normal bir ülke olarak tanımaktan vazgeçmesini istemek olmalıdır. İsrail’in terörist ve soykırımcı bir devlet olduğunu söyleyen yöneticilerimizin görevi budur: İsrail ile tüm diplomatik ve ticari ilişkileri keserek, İsrail’i normal bir ülke olarak tanımaktan vazgeçmek ve adı “İslam ülkesi” olan devletlerin İsrail ile normalleşmesine karşı çıkmaktır.

ABD Başkanı Trump’ın göreve geldiği günden beri neden İsrail ile İslam ülkelerini normalleştirmeye çalıştığı üzerinde birazcık düşünürsek, normalleşmenin Özgür Filistin davasını bitirmek anlamına geldiğini görürüz.

Abraham Anlaşmaları, New York Deklarasyonu, Trump Anlaşması veya bundan sonraki benzer anlaşmaların tamamı iki amaca hizmet ediyor:

1.   İşgal rejimi ile normalleşmek,

2.   Soykırımcı rejim ile normalleşmeyi kabul etmeyenlerin, yani direnişin, silahsızlandırılması.

İşgalci İsrail ile normalleşmeyi kabul etmeyen tek taraf direniş cephesidir. Bu yüzden iki yıldır Gazze’deki soykırım boyunca Gazze direnişinin gerçek manada tek destekçisi yine direniş cephesidir. Direniş cephesi, Yemen’de Ensarullah, Lübnan’da Hizbullah, Gazze ile birlikte şehitler verdi; Gazze ile tam bir dayanışma gösterdi.

Normalleşme cephesi ise İsrail’i bunca soykırım karşısında kınadı, sadece kınadı, döndü, bir daha kınadı; sonra da şiddetli bir şekilde kınadı ama sadece kınamakla yetindi.

Aksa Tufanı ve Gazze direnişi, Gazze halkı, Hamas ve direniş cephesi için dünyevi anlamda olmasa da gerçek anlamda tam bir zaferdir. Ancak dünyanın geri kalan Müslümanları için tam bir yenilgi ve zillettir. İki milyarlık İslam dünyası, iki yıl boyunca iki milyon civarındaki kardeşlerinin Gazze’de soykırıma uğramasına engel olamadığı gibi, kardeşlerine insani yardımın girmesini bile sağlayamadı. Ülkelerinin İsrail ile olan diplomatik ilişkilerinin kesilmesine, limanlarının ve hava sahalarının soykırımcı İsrail’e ve İsrail bağlantılı gemi ile uçaklara kapatılmasına vesile olamadı.

Bugün sağlanan ateşkesin geleceği ne yazık ki belirsiz. Mısır’da, Şarm el-Şeyh’te imzalanan ve garantör ülke olarak Amerika ile birlikte Mısır, Türkiye ve Katar’ın imzaladığı metin, tarafların üzerinde anlaştığı bağlayıcı bir anlaşma metni değil; sadece temennileri dile getiren bir metindir.

Esasen kendimizi kandırmayalım: Gazze ateşkesinde gerçek anlamda tek garantör ülke vardır; o da Amerika’dır. Sizin anlayacağınız, Gazze ateşkesi soykırımcı İsrail’in en büyük destekçisi Trump’a emanet edilmiştir.

Yazının sonunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın garantör ülke olarak Şarm el-Şeyh’te attığı imzayı Hamas adına atılmış bir “zafer imzası” olarak gören kardeşlerime sormak isterim: Soykırımcı İsrail ateşkesi ihlal ettiğinde Türkiye Cumhuriyeti devleti yani devletimiz soykırımcı İsrail’e ciddi yaptırımlar uygulayacak mı, yoksa İslami direniş hareketi Hamas’a silah bırakması için baskı mı yapacak?

Kendi adıma, Şarm el-Şeyh’te atılan imzayı bir zafer imzası olarak görmesem de; soykırımcı İsrail’in ateşkes ihlallerine uygulanacak yaptırımlardan ve İslami direniş hareketi Hamas’a sahip çıkılmasından büyük mutluluk duyacağımı belirtmek isterim.

Yaşasın, denizden nehre özgür Filistin.

 

Kaynak: İslami Analiz

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR