Sait ALİOĞLU

Tarih: 09.03.2023 11:22

AK Parti’nin Başarı Hikâyesinden Masa Mutabakatına…

Facebook Twitter Linked-in

Modernleşme Batı’da ekonomik alanda kendini göstermişken, bizde ise tam tersi bir oranda, şekilsel olarak Batılı bir toplum kurma açısından bir yol takip etti. İzlenen bu yolla, birbirine zıt iki ayrı sınıf oluştu; Batılı, modern/asrî ve Müslümanlardan oluşan halk/avam sınıfı. Böyle bir yol takip edilince, işin varlık sebebine bağlı olarak oluşacak olan kurumlarda bu zıtlık üzerine bina edilecekti. Bunlardan biri de, bize ne türden faturalar ödetmiş olsa  da, partiler ve siyaset kurumu idi.

Osmanlının son döneminden bu yana tanışık olduğumuz siyaset alanında kurulan ilk parti İttihat ve Terakki Cemiyeti idi. Bu partinin/fırkanın kuruluş amacına bakıldığında, Mutlakiyet’in yerine ikame edilmek istenen Meşrutiyet, yani “şarta bağlanmış, padişahın yetkilerini oldukça kısıtlayan yönetim” çerçevesinde insanların Batılı formda yönetilmesini öne çıkarıyordu.

Gerçi böyle bir yönetim tarzının, İslamî karakter taşımasından mütevellit olup ta İslam’ın ilk döneminde bir müddet uygulanmış olup Emevici mantık sonucu rafa kaldırılan şura’ya/istişareye uygun bir yönetim şekli olarak dönemin İslamcı aydınları tarafından bir hayli önemsenmiş ve epey heyecana yol açmıştı. Ör. Said-i Nursi’nin konu bağlamında düşünceleri dikkatte şayandır. Ama İTC’nin daha sonra, işi getirip Türk ulusalcılığı ile sınırlaması ve bu uğurda hareket etmesi, bu tarz bir yönetim anlayışının, bir açıdan başlamadan bitmesi ile sonuçlanmıştı.

İTC’nin ülkeyi içerisine soktuğu kaos sonrası kurulan cumhuriyet döneminde kurulan ilk parti olan CHP’nin de ülkenin tüm renklerini baz alan, ama daha sonra içeriği muğlak olan “Türkiye’nin, daha açıkçası rejimim kendine özgü şartları” bahane edilerek dile getirilen renkler çeşitli sebeplerle bir bir solmaya yüz tuttu.

Bu durum, aslında var olan devletin, demokrasi diye bir şeyi istememesine rağmen uluslararası (buna en başta ABD diyelim) sistemin, en azından kendi bulunduğu nokta baz alındığında Türkiye’den istediği “demokrasiye geçiş” çabalarına bağlı olarak tek parti diktatoryasının yerine “çok partili demokratik yapı”nın oluşması söz konusu olmuştu. Bu da, haliyle CHP’nin 27 yıllık saltanatının bilfiil sona ermesi demekti. O günden bugüne birkaç ortaklık dışında yetmiş küsur yıllık bir nevi “boşta kalma” durumunu doğurmuştu.

MHP ile özdeş görülen “biz içerideyiz, ama fikirlerimiz iktidarda” söylemine yakın bir tarzda, CHP, altmış ihtilali döneminde muktedirlerce kurulan anayasal kılıflı birçok vesayet kurumu üzerinden “elinde dosya” ile muhafazakâr iktidarlara karşı açmış olduğu davalar ve vermiş olduğu “bürokratik/yerine göre de askerî mücadele” 2010’lara kadar devam etmişti.

CHP’nin ellilerden sonra ciddi anlamda iktidar yüzü görmemesi, onun 27 yıllık süreçte yapıp ettiklerine bağlı olarak değerlendirilmekle birlikte, bürokrasi üzerinden vermiş olduğu mücadele bugün, o bürokratik mücadeleye maruz kalanların bazı devamcı kurumları/partileri tarafından, kendi kitlelerine yönelik olarak tersinden devam etmektedir. Böyle bir manzara pek istenmemekle birlikte, boşu, boşuna ve kendiliğinden mi oluştu? Tabii ki de hayır!

Tabiri caizse, gücünü Müslüman halktan alan, ama yüzü sisteme dönük, ona baka, baka onun suretine bürünen ve bir müddet sonra, ona her açıdan angaje  olan, olumlulukları sisteme yarayan, ama olumsuzlukları Müslüman kitleye yansıtılan milliyetçi, muhafazakâr partilerin yapa geldikleri “çoğu da affedilmez” yanlışları sonucu CHP “Altılı Masa”da patron olarak belirdi. Buna bağlı olarak, yapılan “epeyce” doğru işlerle birlikte yapılan yanlışlar, her nedense iktidarda bulun(a)mayan bazı muhafazakâr partilerin, ne olursa olsun iktidar olma hırsının birer sonucu olarak Altılı Masa’nın oluşumunu tetiklemişti.

Ha şöyle desek, demokrasinin, içerdiği donelerden ziyade, bizim gibi Müslüman ülkelerde kullanıldığı şekliyle ciddi anlamda önemli bir faydasının öne çıkmamasından dolayı, bir masa etrafında kümelenmeyi “ülke demokrasi tarihinde” aliyu’l-âlâ yeni bir duru gibi takdim etmek pek de isabetli durmuyor.

Tamam, diyelim ki, bu durum, gelinen siyasi süreçte bir ilk olarak kabul edilsin, bilinsin, birçok partinin oluru ve onayıyla kabul edilsin, ama konuyu ilk ele alan iradenin maksadı hususunda “ileriye dönük” birçok bilinmezleri barındırıyorsa, bu şekli ile masa, kime hizmet edecek, kimin istek ve arzusunu büyük oranda giderecek, buna mukabil kimin istek ve arzusunu yarıda bırakacak; bunlarla ilgili birçok bilinmeyen var.

Kısacası, baştan beri vermiş olduğu fotoğraf/lar ve Meral Akşener’in önce itiraz, daha sonra ise –içeriğini tam olarak bilmiyoruz- kabul edip yanaştığı Altılı Masa, aynı zamanda, çok başlılık olarak okunabilecek tarzda bir yönetimsel kaosa yol açacaksa, bu engel nasıl ve ne şekilde izale edilecektir?

CBHS’ne karşılık olarak düşünülen “güçlendirilmiş parlamenter sistem’e gideceği düşünülen yolda, daha şimdiden masayı oluşturan parti liderlerine ve hatta o da Akşener’in masaya tekrar dönmesinin bir nevi ödülü olan belediye başkanlarını, süreç içerisinde cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atanma durumu ile parti liderlerinin tümünün birden başkan yardımcısı olarak atanma sözünün gerçekçiliği henüz test edilemezken, o havaya girmenin bir anlamının olmadığı söylenebilir.

Şimdi nasıl ki, bu iktidarın yaptığı yanlışlardan dolayı masa bağlamında gidici olarak değerlendirilmesine benzer bir şekilde, AK Parti’nin de iktidar sürecinde dönemin laik siyasetçilerinin beceriksizlikleri söz konusu olmuştu. Bu durum, galiba çağdaş dünyada siyasi alanda revaç bulan bir içeriğe haizdir.

İmdi, Türkiye siyasetinde “şunlar gelirse böyle olur, şöyle olur, bu sebeplerden dolayı şu partiye, partilere var ya oy vermeyin” türü yaklaşımlar ile “bizimkiler şu hataları işlemeselerdi, ömür billah bunlar iktidar yüzü göremezlerdi” türü yaklaşımlarda bir çaresizliğe işaret etmekte olup var olan gerçeği gözler önüne sermektedir. Demek gerekmez mi “yahu elinize vuran mı oldu? Yaptınız da kim engel oldu?”  Zevatın, bu sorulara yönelik mutlaka kendi açılarından doyurucu(!) ve mes’eleleri izah edici cevapları mutlaka vardır ve ayrıca siyasetleri icabı bir şeyler üreteceklerdir de!

Şimdiye geldiğimizde, 90’ların katı laik uygulamalarının bir sonucu olarak dönemin laik tandanslı sağ ve sol partileri, yapılan ilk seçimde cezalandırıldılar, bazı partiler tek kelimeyle tarih oldular, izleri, tozları kalmadı. Bu manzaranın yerine, onları cezalandıran halkın teveccühüyle iktidar koltuğuna oturan AK Parti’nin, “sistemden yana” bazı çekincelerine rağmen, “askeri ve sivil” vesayet odaklarına karşı kazanmış olduğu zaferler sonrası, – bazı iç ve dış sebeplere binaen-  giderek otoriterleşmesi sonucunda partide bir daralma ve çatırdama oluştu.

Bu çatırdama vs. nispi iyileştirmelere rağmen dikiş tutmaz bir hal almış oldu. İşte buna binaen, taş çatlasın oy oranı %25 civarında olan CHP’nin birden hemen hepsi de sağcı/muhafazakâr olan partilerle mutabakatı sonucunda ortaya bir masa gerçeği çıktı. Bu durum, bir açıdan da demokrasi tarihinde bir ilk olarak anılmayı hak etmektedir. Bir nevi koalisyon manzarasına sahip görünen bu masa, CHP’nin şahsında onlarca yıldır iktidar yüzü görmediği söylenen laik sol taifeyi kendi açılarından sevince boğarken, masanın sağdan ziyade muhafazakâr partilerini de doğrudan CHP’ye stepne yapmaktadır.

Bu aşamadan sonra AK Parti’nin ellinde, muhafazakâr oylarla Kürt oylarını kendisine kanalize edecek ciddi ve “inanılır” kozları kaldı mı? Buna sağlıklı ve sonuç alıcı cevaplar bulmak ve çözüm üretmek gerekir. Buna rağmen suçluyu dışarıda, CHP’nin kimliğinde ve ona yakın duran partilerin tutum ve davranışlarında aramak beyhude bir çaba olarak kalacaktır. “Ha gayret!” denilecek olsa da, bu dar ve kısa zaman diliminde var olan olumsuzlukların olumluya dönüşmesi dahi epey zaman alacaktır.

Sözüm ona AK Parti tekrardan kazanacak olsa da, yeni bir tarz olan bu masa siyaseti’nin artık demokrasi tarihimizde kalıcı bir iz bırakacağı öngörülebilir. Bu görünen olguyu, siyasi alanda yaşamsallaştırmak ve işi kuralına göre ahlaki ilkelere irca etmek ona inanacak olan herkese yararlı olabilir. Denemek gerekir. Dener iken de, korkularımızla yüzleşmek ve onu alt etmek zorundayız…

 

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —