17 Eylül 1961, Türk demokrasisinin en acı günlerinden birinin yıldönümü. Başvekil Adnan Menderes’in idam edildiği gün… Bu tarih, sadece bir siyasetçinin yaşamına son verilen gün değil; aynı zamanda bir milletin adalete, vicdana ve demokrasiye olan inancının sınandığı bir dönemin sembolüdür. O günün karanlığı hâlâ hafızalarımızda tazedir; çünkü idam edenler lanetlenmiştir ve tarihin karanlık sayfalarında kendi adlarını bırakmıştır; unutulmuş, silinmiş, gitmiştir. Ama Menderes’in adı, ezan okunduğu müddetçe, bu topraklarda kıyamete kadar yaşayacaktır.

Adnan Menderes, sadece bir siyasetçi değil, milleti devletle barıştıran, halkın sevgisiyle devletin hizmetlerini birleştiren bir liderdi. Onun siyaseti, halkın içinde olan, halkı dinleyen ve devletin gücünü halka hizmet için kullanan bir anlayışla örülmüştü. Türkiye’nin o zor yıllarında, ekonomik sıkıntılar, siyasi kargaşalar ve toplumun kutuplaşmaları arasında Menderes, milletine umut veren bir isim olarak yükseldi. İnsanlar onu yalnızca bir başbakan değil, dertleriyle dertlenen, sevinçleriyle sevinen bir dost olarak gördü.
Ona karşı kurulan mahkemelerin adaleti ise tam anlamıyla bir zulüm örneğiydi. Savunmasız bırakılan bir insan, demokratik yollarla seçilmiş bir lider, idam sehpasında can verdi. Bu, tarihin ve vicdanın asla affedemeyeceği bir yanlıştı. O idamı gerçekleştirenlerin yüzleri ve adları unutulsa da tarih onları kayıtlara lanetli olarak yazdı. Ama Menderes’in adı, milletin gönlünde ve tarih boyunca yaşatılacaktır. Onun mücadelesi, halkın özgürlüğünü, ibadet ve dini hayat alanlarını koruma mücadelesidir; onun hatırası, ezanla birlikte yükselen bir çağrı gibidir: “Özgürlük, devletin halkla barışık olmasıyla mümkündür; vicdan ve inanç alanı, milletin en değerli hazinesidir.”
Adnan Menderes’in idamının ardından hayat, acı bir şekilde ilerledi. Onun geride bıraktığı aile, özellikle oğlu Aydın Menderes, bu acının en somut tanığıydı. 1984 yılında, kendisiyle tanıştığımda, babasının idamının üzerinden 23 yıl geçmişti. Ama Aydın Menderes’in yüzündeki ifade, o kara günkü yüz ifadesinin yansıması gibiydi. Yalnızca bir yasın değil, aynı zamanda haksızlığın ve adaletsizliğin ağırlığını taşıyan bir bakıştı bu. Her sözü, her bakışı, tarihin unutulmaz bir dersini bize fısıldıyordu: “Haksızlıkla karşılaşan bir insanın yüreği asla kolayca dinmez.”
Menderes’in devlet ve millet arasında kurduğu köprü, bugün bile örnek alınması gereken bir mirastır. O, halkın sesi olmuş, halkın sorunlarını çözmeyi görev edinmiş ve devlet mekanizmasını millete hizmet eden bir araç hâline getirmiştir. O’nun politikası, yalnızca seçim kazanmak için yapılan bir siyaset değil, bir halk hareketi ve devletin yeniden halkla barışmasıydı.
Menderes’in hayatı ve mücadelesi, milletin özgürlük alanlarının korunması ve dini hayatın devlet politikalarıyla desteklenmesi açısından da büyük önem taşır. Onun döneminde ibadet alanları, camiler ve dini kurumlar devletin gözetiminde ancak halkın kullanımına açık tutulmuş, dini hayatın yaşanması teşvik edilmiş, dinî eğitim ve öğrenim imkânları yaygınlaştırılmıştır. Halk, dini vecibelerini yerine getirirken devletle barışık bir şekilde yaşayabilmiş, bireysel özgürlükleri güvence altına alınmıştır. Bu, Menderes’in halkla devlet arasındaki ilişkiyi sağlıklı ve sürdürülebilir kılma vizyonunun en somut örneğidir.
Oğlu Aydın Menderes ile tanıştığımda, babasının yokluğunun ve haksız idamının ağırlığını hissettim. Ancak Aydın Menderes’in bakışındaki derin üzüntü kadar, babasının mirasına duyduğu bağlılık ve adalet arayışı da dikkat çekiciydi. Bu bakış, bize bir mesaj veriyordu: “Zulüm geçici, adalet kalıcıdır; karanlık günler gelip geçer, ama hatıralar ve hakikatler sonsuza dek yaşar.”
Menderes, milletin sesi olmuş bir liderdi. Onun politikası, halkın refahını artırmak ve devletle milleti kaynaştırmak üzerine kuruluydu. Eğitimde reformlar, tarımda kalkınma ve sanayide gelişim, sadece ekonomik başarı değil, aynı zamanda halkın devlete güveninin yeniden tesis edilmesiydi. O, halkın yanında durmayı görev bildi; halkın inanç alanlarını güvence altına aldı ve dini hayata katkıda bulundu. O dönemde Türkiye’de camilerin, medreselerin ve dini kurumların işlevsel hâle gelmesi, halkın dini vecibelerini huzur içinde yerine getirebilmesini sağladı.
Menderes’in idamının yıldönümü, bize tarihî bir ders sunuyor. Adaletsizlik, hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın, kalıcı olamaz. Halkın seçtiği bir liderin ölümüne neden olanlar, tarihin lanetini üzerlerinde taşımaya mahkûmdur. Ama Menderes’in adı, milletin gönlünde ve tarih boyunca ebedî olarak yaşayacaktır. O, sadece bir başbakan değil, bir davanın, bir halk hareketinin ve bir milletin simgesidir.
Bugün bizler, Adnan Menderes’i anarken, onun mirasına sahip çıkmakla yükümlüyüz. Onun idealleri, halkla devletin barışması, ibadet alanlarının korunması, dini özgürlüklerin yaşanması ve milletin refah içinde yaşaması hâlâ gerçekleştirilmesi gereken hedeflerdir. Bu nedenle her 17 Eylül’de, sadece bir idam yıldönümünü anmıyor, aynı zamanda adaletin, vicdanın, dini özgürlüklerin ve toplumsal barışın önemini hatırlıyoruz.
Menderes’i tanımak ve onun mücadelesini anlamak, aynı zamanda bize halkla devlet arasında kurulan köprülerin değerini de gösterir. Onun politikası, sevgi ve hizmet temelliydi; güç değil, merhamet üzerine kuruluydu. Bu nedenle onun adı, milletin gönlünde hiç sönmeyecek bir ışık olarak kalacaktır.
Son söz olarak şunu söylemek gerekir: Adnan Menderes, bir milletin umudu, bir halkın sesi ve devletin halkla buluşmasının simgesiydi. Onu idam edenler tarihin lanetini taşırken, Menderes’in adı ezanla birlikte yaşatılacak, adalete, vicdana ve dini özgürlüklere olan bağlılığı her zaman hatırlatacaktır.

