Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Oktay YILMAZ


ADALET: Hakkın Ölçüsü, Toplumun Vicdanı

Oktay Yılmaz'ın yeni yazısı...


Adalet, insanın vicdanında doğan; toplumun ruhuna ve kurumlarına kök salması gereken temel bir değerdir. İnsan, hakikat arayışını adaletle anlamlandırır; toplum, adaletle huzura kavuşur; devlet ise adaletle meşruiyet kazanır. Bu nedenle adalet, yalnızca bir hukuk sistemi ya da yönetim ilkesi değil, aynı zamanda bir ahlâk, bir duruş ve bir inşa faaliyetidir.

Tarihin suskun taşlarında, yıkılmış medeniyetlerin kalıntılarında, bir zamanlar adaletin terk edildiği için çöken sistemlerin izleri vardır. Her iktidarın, her yapının en büyük sınavı adaletle verilir. Güç, servet, zafer ya da teknik ilerleme… Bunların hiçbiri tek başına kalıcı değildir. Ancak adaletin kök saldığı yapılar, zamanın imtihanına direnebilir.

Adaletin olmadığı yerde hak çürür, hukuk eğilir, huzur bozulur. Zira adalet yalnızca mahkemelerin konusu değil; hayatın tüm alanlarını kuşatan temel bir ilkedir. Ailede, okulda, iş yerinde, sokakta, yönetimde, üretimde, paylaşımda… Adalet, bir ölçü, bir denge ve hakkaniyet bilinci olarak var olmalıdır.

 

İnsandan Devlete: Adaletin Yolu

Adaletin ilk durağı, bireyin iç dünyasıdır. Vicdan, bu yolculuğun başlangıç noktasıdır. İnsan, kendi iç sesini susturup başkasının hakkını yok saydığında adaletsizlik doğar. Bu nedenle bireydeki ahlaki duruş, toplumsal adaletin de ön koşuludur. İç dünyasında adaleti özümsememiş birinin dış dünyada adil olması beklenemez.

Toplum, bireylerin çoğul birlikteliğidir; bu birliktelik de ancak adalet temelinde kurulduğunda huzurlu ve sürdürülebilir olur. Adaletin olmadığı bir toplumda huzur da kök salamaz. Adaletin varlığı, zayıfların da güven duymasını sağlar. Bu güven, toplumsal dayanışmanın ve ortak aidiyetin temelidir.

Devlet ise adaletin kurumsallaştığı yerdir. Devlet yalnızca güvenliği sağlamakla değil, herkesin hakkını korumak, fırsat eşitliği sunmak ve kaynakları adil biçimde dağıtmakla da sorumludur. Yöneten ile yönetilen arasındaki meşruiyet köprüsü adalettir. Bu köprü yıkıldığında yönetim çürür, kurumlar halktan kopar, sosyal barış çözülür.

Adaleti sadece ceza sistemiyle sınırlayan bir anlayış, onun ruhunu kavrayamamıştır. Adalet, yalnızca suçluyu cezalandırmak değil, haksızlığın hiç doğmaması için önleyici bir bilinci kurmaktır. Sorunlar büyümeden önce alınan önlemlerle adaletin varlığı hissedilmelidir.

 

Sosyal Adalet: Eşitlik Değil, Hakkaniyet

Sosyal adalet, toplumsal hayatın her alanında adil bir denge kurmaktır. Bu denge yalnızca eşitlik değil; bireylerin ihtiyaçlarına, emeklerine ve imkânlarına göre hakkaniyet oluşturmayı hedefler.

Gerçek sosyal adalet:

•⁠  ⁠Nitelikli eğitime herkesin erişebildiği bir sistemdir.

•⁠  ⁠Sağlık hizmetlerinin coğrafyaya, gelir düzeyine veya kimliğe göre değil, insan olmaya göre sunulmasıdır.

•⁠  ⁠Kadınların, çocukların, engellilerin ve yaşlıların haklarını önceleyen bir toplumsal yapı inşasıdır.

•⁠  ⁠Gelir, istihdam ve yaşam standartlarında onurlu bir hayatı güvence altına alacak mekanizmaların oluşturulmasıdır.

 

Bu ilkeler, sosyal adaleti yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluk hâline getirir.

Bunlar yalnızca teknik düzenlemeler değil, adalet anlayışının hayata yansımasıdır. Çünkü adalet, yalnızca kurumların değil, toplumun ortak vicdanının çağrısıdır. Bu çağrının sustuğu yerde hak, sadece güçlülerin ayrıcalığına dönüşür.

 

İslam Düşüncesinde Adaletin Yeri

İslam düşüncesinde devletin dini adalettir. Meşhur ifadedir: Devlet küfür ile kaim olabilir, ancak adaletsizlik ve zulüm ile varlığını sürdüremez. Adalet, yalnızca dünyevi bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda ilahi bir emirdir. Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda ayette adalet, imanın ve salih amelin bir parçası olarak ifade edilir. Özellikle şu ayet bu bütünlüğü açıkça ortaya koyar:

“Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

(Nahl, 16/90)

 

Bu ayet, İslam toplumlarında hutbelerde yüzyıllardır okunur. Çünkü adalet, İslam’da yalnızca bir erdem değil, toplumun varlığını ve bütünlüğünü sağlayan ilahi bir ilkedir.

Zira “el-adlü esâsü’l-mülk”, yönetimin temeli adalettir.

Hz. Ömer’e atfedilen, “Fırat kenarında bir koyun kaybolsa, hesabı Ömer’den sorulur” sözü, adaletin ne kadar geniş ve derin bir sorumluluk olarak görüldüğünü gösterir.

 

Adaletin Ruhu: Vicdan, Ahlâk, Özgürlük

Adaletin özü, yalnızca yasalarda değil, bireyin vicdanında hayat bulur. İçsel hakikat ile toplumsal vicdan örtüştüğünde, gerçek adalet zemini oluşur. Bunun için özgürlük, çoğulculuk, şeffaflık ve hesap verebilirlik temel ilkeler olmalıdır.

Adalet, güçlü olanın hakkını değil, haklı olanın gücünü savunur. Bunun sağlanabilmesi için:

•⁠  ⁠Liyakat esaslı bir sistem,

•⁠  ⁠Eşit fırsatlar,

•⁠  ⁠Bağımsız ve tarafsız yargı,

•⁠  ⁠Etkin denetim ve kamusal ahlâk gerekir.

 

Bunlar yoksa orada sadece kanunlar vardır; ama adalet yoktur.

Adalet, geç de gelse, varlığı bir toplumun kendine olan saygısının ve geleceğe duyduğu inancın ifadesidir.

 

Sonuç: Adaletle Yükselen Toplum ve Devlet

Adalet, bireyin hakkı olduğu kadar toplumun ortak sorumluluğudur. Adaletle beslenen bir toplum, yaralarına merhem bulur; farklılıklarını tehdit değil, zenginlik olarak görür; ortak geleceğini korkularla değil umutla inşa eder.

Bir devletin itibarı, şatafat ile değil, ne kadar adil olduğuyla ölçülür. Çünkü gerçek güç, adaletin sağladığı rıza ve gönüllü itaate dayanır. Zorbalıkla sürdürülen her düzen geçicidir. Oysa adaletle kurulan bir sistem, köklerini insanın derin vicdanında bulur.

Herkes için, hepimiz için, hakça bir dünya için… Adalet.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR