Birkaç gün önce yeğenlerimden acı bir haber aldım; Gaziantep Nizip’te yaşayan “canım” ablam vefat etti diye…
O, rahmetli babamın yamağı, annemin can dostu ve benimde canım ablamdı.
O, aynı zamanda ailemizin yaşayan hafızası idi. Okuryazar değildi, ama sülalemizin, ailemizin tarihini günü, gününe bilen, hatırlayan, çektiği nice hastalığa, katlandığı nice acıya ve eleme rağmen bir gün dahi “aman, of!” dememiş olan, bunlara inat gülmesini bilen, yüzünden tebessümü ise hiç eksik etmeyen bir insan, kardeş ve abla idi..
Bana hep can-ı gönülden içinden gelerek “kardaş” ve –o dile de ailece aşina olduğumuzdan ve aile ortamında konuşulur olduğundan dolayı- Kürtçe olarak ta “keko” demeyi bir gün dahi ihmal etmedi.
Ona hayatım boyunca çok minnet duydum, onları, tamı tamına ödeyebilir miyim; bilemiyorum.
Ben, pek beceremesem de gülmeyi, tebessüm etmeyi ona, yani ablama borçluyum.
Biz, benden önce ve sonra vefat edenlerle birlikte –bir tek anadan doğma- tam on iki kardeştik.
Vefat edenleri saymazsak, biz beş kardeş kalmıştık; iki abla ve üç erkek çocuk.
Çocukluğumuzda, özellikle de biz çocukları derde salan, aileleri; anne ve babaları vs. çaresiz kılan, çocukları yatağa düşüren ve hatta ölmelerine sebep olan birçok hastalık söz konusu idi.
Çocukların bir kısmı, daha bir yaşına varmadan ölüyorlardı.
Büyük çoğunluğu okul çağına varmadan ölümle tanışıp nice dermansız derde düşerek hayattan kopuyor, ailesini; anne, babasını çaresizlik içerinde nice acılara boğarak dünya değiştiriyorlardı.
O zamanlar, birçok hastalık insan sağlığını tehdit ediyordu. Bunların bir kısmı, aynı zamanda çocukları da etkiliyordu.
Şimdilerde de, küresel güçlerin var olan dünya nüfusunu “sözde” dengelemek ve gelecekte ulaşılmasının bir hayli zor olduğu düşünülen gıda güvenirliğini teminat altna almak gibi afakî sebeplerle birlikte, ‘şimdikinden’ “çok farklı bir insan türü” oluşturma adına husûle getirilen hastalıkları önlemek için bol miktarda üretilen ve “neredeyse büyük çoğunluğu uyuşturucu mesabesinde bulunan ilaçlara bağlı olarak çocuk ölümlerinde gözle görülür bir azalma söz konusu idi.
-Ama bu ilaçlar çocukları pek etkilemese de yaşlıları “yavaş, yavaş” ölüme sürüklemektedir.
Biz de, sel felaketi gibi doğal afetler ve dermansız hastalıklarla birlikte, ta yetmişlerin sonuna dek, tamı tamına -kız ve erkek çocuğu- yedi kardeşimizi kara toprağın bağrına teslim etmiştik.
Ondan sonra ‘aile devleti’ mizin kurucu aslî ögeleri olan anne ve babamızı, birkaç yıl arayla kaybetmiş olduk.
Bu tür durumlar, gayet normal olup dünya hayatı içerisinde olağan olarak yaşanan kadim bir durumdu.
Onlar, doğdular, büyüdüler, evlendiler, yuva kurdular, aile adına maişet derdine düştüler, çocukları oldu, onları baş göz edip onların mürüvvetlerini dünya gözüyle görmek istediler.
Bizim ebeveynler, hayatta yiyecekleri bir parça ekmekleri, içilecek bir yudum suları ve bize yönelik” umut ve umutsuzluklarıyla dar-ı bekaya uğurlandılar; diğer vefat eden ebeveynler gibi…
Biz de kala, kala beş kardeş kaldık adına “dünya” denilen bu imtihan salonunda…
Aile devletinin kurucu unsurları aramızdan ayrılmalarına ve bizimde kendi yuvalarımızı kurmamıza rağmen –olsa olsa, “yaşlılık bizden uzaktır” anlayışına binaen-akıp giden zamanı eskitip nice yıllar yaşayacaktık; yapmaya çalıştığımız kendi nam-ı hesabımıza göre…
Şimdi hatırladım “yel uçurdu, su götürdü” kabinden, nice katlanamaz derde düçar olan zavallı anamın vefatına yakın bir zamanda şöyle bir dizeyi terennüm etmiştim;
“Ân gelir anam ölür/gözlerim yaşarır/ ân gelir anam gider/ellerim boşta kalır”” diye…
Evet dostlar babam bizi bırakıp aslî vatanına gittikten birkaç yıl sonra da, aynı vatana anamı da uğurlamış olduk.
Biz ise, daha gençtik ve “durup dururken” sıramızı beklememize ne gerek vardı ki?!
Ama “her çıkışın bir inişi olduğu üzere, her ikbalin de bir zevali vardı”, bu zeval durumu, genelde yaşla alakalı olan birçok hastalık üzerinden kendine yanımızda yer ediniyordu.
Bizden birkaç yaş büyük olan ablalarım, o da yaşlılığa bağlı olarak artık “dönüşü olmayacak bir şekilde” göz ağrısı, ayak sızısı, kalp çarpıntısı, tansiyon, şeker gibi vücudu bir hayli yoran hastalıklarla birlikte yaşamaya başlamış ve alışmışlardı.
Vefat eden ablam, kendi baştan beri yaşadığı dertlerle birlikte, kendi çocuklarına yönelik olup “dıştan gelen” baskılar ve eziyetler karşısında çaresiz kalınca da, bu durum onun sağlığını büyük oranda bir hayli etkilemişti.
Ablam, yaklaşık on küsur yıldır bir ayağı hastanede, doktor muayenehanelerinde idi.
Son üç yıldır da hastanelerde yoğun bakım ünitelerinde günlerce, haftalarca kaldı; gah iyileşti kendine geldi, gah durumu kötüleşti yatağa bağımlı kaldı; ayağını sürüyemediğinden dolayı tekerlekli sandalye yardımıyla ikamet ettiği çocuklarının evinde ortopedik yatakta yatrak hayli zaman geçirdi; yanı başında çocukları ve torunları ile ara sıra kendisini ziyarete gelen kardeşleri ile geçmişi anıp hasret gidererek.
En son iki yıl önce, onun yattığı hastanede yoğun bakım ünitesinden taburcu edip kalacağı eve götürmüştük.
Daha sonra birkaç kez yine hastaneye yatırılmıştı.
En son yatırıldığında, durumu ağırlaşınca, onun sağlığına kavuşması için nice çaba sarf eden doktorlarının hastanın tedaviye cevap vermediği, ya da veremeyeceğini düşünerekten aile fertlerini, sonuç açısından bildirmişti.
Biz de onu candan seven yakınları, kardeşleri ve hasseten çocukları olarak, ona yönelik son görevimizi yerine getirmek için seyr-ü sefere çıkıp hem taziyede bulunduk, hem taziyet durumunda olduk.
Sılayı rahimde bulunduk; yaşayan ve annenin yarısı olan diğer ablam ile hasret giderdik; birimizin son demlerini yaşadığını hissettik desem abartmış olmam!
Evet ablanın, annenin yarısı olduğunu öğrenmiş, hissetmiş ve idrak etmiş oldum; yaşayan büyük ablam ile hasret giderdiğimde ve vefat eden diğer ablamın yokluğunu da iliklerime kadar hissedip ürperdiğimde!
İşte ‘Ân gelir anam gider’den, ân gelir ablam gider’e acı ve tatlı yönleriyle bir ömür ve bu ömür içerisinde yer almak.
Yeri gelmişken şunu da söylemesem, onlara haksızlık etmiş olurum, o da; özgürlük dini olan ve insanları küfrün ve zulmün karanlığından Kur’an’ın aydınlığına çağıran İslam’ın kadim öğretisine rağmen, yine “sözde” İslam içre kadına karşı uygulana gelen ayrımcılık kadınlarımız için halen devam etmektedir.
Bu kötü manzarayı ve sakil durumu yok etmek gerekir.
Rabbim ablama, vefat etmiş bulunan tüm ablalara, anne, babalara; cümle büyüklerimize ve genç yaşta vefat eden Müslüman kardeşlerimize rahmetiyle muamele temennisinde bulunalım.
Rahmet dileklerimle…

