Kaygı; bedenin ve zihnin, gerçek yada hayali, tehdit yada tehlike algısıyla oluşan bir durumudur. Kaygı durumları, korkunun ve endişenin aşırı bir derecesi olarak tanımlanır ve strese verilen en ortak tepkilerden biri olarak kabul edilir.
Kaygı ve korkularımız gün geçtikçe artmakta ne kadar mal, mülk, makam, mevki sahibi olursak o kadarda kaygılarımız, korkularımız artmaktadır. İçinde yaşamış olduğumuz dünyanın en önemli hastalıklarından biriside kaygı ve korku hastalığıdır. Yani gelecekle ilgili kendini güvende hissetmeme karamsarlık, umutsuzluk hali gelecek endişesi!
Ben bu olayı tamamen imani bir olay olarak değerlendiriyorum.Çünkü biz mü'minler başımıza gelecek bela, musibet ne kadar büyük olursa olsun, Rabbimizin bizi koruyacağını, bize sahip çıkacağını, onun izni olmadan hiçbir şeyin olmayacağını, ona güvenmemizi, tevekkül etmemizi, ona sığınma mız gerekliliğine yürekten inanırız.
Bizler günümüzün davetçileri olarak; korku, kaygı, endişe tünellerinden geçmeden, buralara takılıp kalarak, hiçbir mücadeleyi sonuna kadar sürdüremeyiz.
Sürekli hareket halinde olmalı ve davamızı, dinimizi gündemimizin birinci sırasına koymalıyız.
Sağımıza ve solumuza bakmadan önümüze bakarak geçmişten geleceğe bir köprü olma noktasında çaba sarf etmeliyiz.
Gerçekten bu duygu, inanç, düşünce insanı gayet rahatlatan ve her türlü kaygı, korku, endişeden azade eden bir duygudur. İnsan elbette bir takım duygular yaşar; kaygı, korku, endişede bunlardan bazılarıdır. Ama bu korku, kaygı, endişe insanın hayatını zehir eden, sürekli onu rahatsız eden, onun özgüvenini yitirmesine sebep olan bir durum ise bu rahatsızlık olarak kabul edilmekte ve tedavisi gerekmektedir. İşte bundan dolayı şeytan bizim en büyük düşmanımızdır!
Şeytan insanlara zorla bir şey yaptıramaz! öyle bir gücü yok, ancak onun gücü üflemek, fısıldamak, vesvese vermek şeklinde cereyan etmektedir. Şeytan insanlara sürekli olarak kaygı, korku, endişe pompalamaktadır. Onları kaygı, korku ve endişe tuzaklarında, vahalarında umutlarını yok etmekte geleceklerini karartmakta özgüvenlerini yıkmaktadır.
Ondan dolayı şeytan ilk insan Hz Adem ile Hz Havva’yı da cennette bu şekilde kandırmıştı, aldatmıştı.
Orada meskun olan bu insanlara şu şekilde yanaşmıştı;
Derken (şeytan) örtünerek gizlenmiş bulunan avret yerlerini açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi. Ve dedi ki: “Rabbinizin bu ağaçtan yemenizi yasaklaması, melek olmamanız ve ebedî yaşayanlardan olmamanız içindir.” (7/A'râf 20)
Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin ve oradan dilediğiniz yerden yiyin. Şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa zalimlerden olursunuz.” (7/A'râf 19)
İşte şeytan Hz Adem ile Havva’ya şayet siz bu ağaçtan yerseniz burada ebedi kalacaksınız şeklindeki fitnesine, vesvesesine, fısıldamasına tav oldular, kandılar, aldandılar.
Orada ebedi kalmak adına şeytanın sağdan yanaşması sonucu kandılar.
Öyleyse biz bu dünyada ebedi kalmayacağız!
Burası geçici bir sınav yeri.. İşte günümüzdeki biz müminlerin maalesef en çokta yanıldığımız nokta tamda burası. Bizler inanan müminler olarak bu tür gereksiz, abartılı kaygı, korku endişe tünellerinden vaha larından dehlizlerinden geçmedikçe ve tam anlamıyla Rabbimize tevekkül edip, teslim olup, ona hakkıyla tevekkül etmedikçe bu mücadeleyi sürdüremeyiz.
Dünya hayatını gözümüzde olduğundan çok daha büyük bir şekilde büyüttükçe bu sınavı kaybederiz, dünya sınavımızı kazananlardan olamayız.
Görevlerimizi; kulluk, mücadele, tevhidin tebliği gibi görevlerimizi yerine getirmekten aciz düşeriz. Dünyaya meylederiz çakılıp kalırız.
Müminler bilinçli, şuurlu, yakini İmanı olan insanlardır.
Ondan dolayı alelade, boş, mantıksız, akılsız, ilimsiz, hikmetsiz kimseler değildirler.
Özellikle Rabbimizin davasını yüklenmiş olan müminlerin, davetçilerin, dava sahiplerinin mutlaka ve mutlaka bu konuda daha donanımlı ve dirayetli olmaları icap eder.
Bugün yaşadığımız dünya'da bizler geçmişe oranla çok daha bolluk, zenginlik içerisinde yaşıyoruz. Ancak dünya hayatı bizim sınav yeri, geçici bir hayat olmasına rağmen biz burada devamlı kalacakmış gibi davranıyoruz!
Sürekli dünyaya meylediyor, dünyevileşiyor, bireyselleşiyor, sekülerleşiyor ve dünyayı kendimize kalıcı yurt haline getirmeye çalışıyoruz.
İşte bu dünya hayatı o derece bizi oyalıyorki gündemimizin tamamını meşgul ediyor; geçim, gelecek ile ilgili duygu ve düşünceler sürekli beynimizi yoruyor, meşgul ediyor, yüreğimizi sıkıyor, moralimizi bozuyor ondan dolayıda sürekli dünyada kaybetmekten!(makamımızı, aşımızı, ekmeğimizi, işimizi kaybetme korkusu) sürekli olarak bizleri tedirgin ediyor, kazandıklarımızı kaybetmekten endişe ediyoruz.
Buranın bir sınav olduğunu ve Rabbimizin sürekli olarak bizleri sınadığını, hayatta karşımıza çıkan her şeyin bizim için bir sınav, deneme olduğunu ve iman edenlerin her türlü şeyle imtihan edileceğini unutuyoruz.
Bakara sûresi 155. Âyet Muhakkak ki, sizi (biraz) korku, açlık ve mallardan, canlardan ve mahsüllerden (kazançlardan) eksiltmekle imtihân edeceğiz. (Ama) sabredenleri müjdele.
İşte iman edenlerin, gerçek müminlerin, muvahhit insanların, kaygı, korkuları ve endişeleri ahiretle ilgili olmalıdır! onlar ahiret odaklı bir anlayış, yaşayış, düşünce zihin algısına sahip olmalıdırlar. Zihnimizi sürekli olarak Rabb'im benden razı mıdır? değil midir? yeryüzündeki halifelik misyonumu, görevimi hakkıyla icra ediyor muyum? etmiyor muyum?
Bu konudaki sınavımı hakkıyla yerine getirip getirmiyor muyum yoksa ıskalıyor, erteliyor muyum, gayretim ne kadar! imkanlarımı inandığım dava uğrunda ne kadar kullanıyorum! niyetimde ne kadar halis olabiliyorum.
Ayrıca yapmam gerekirken yapmadıklarım neler var! bilmem gerekirken bilmediklerim neler var! Söylemem gerekirken söylemediklerim neler var!
Ve bunlardan dolayı Rabbim beni sınava, hesaba çekecek duygusu ve düşüncesi müminin sürekli olarak gündeminde olmalıdır. zihnini bunlar kurcalamalı ve hesap verme duygusu, kaygısı, korkusu, endişesi bu olmalıdır.
Bunun dışındaki kalan korkular, kaygılar, endişeler yersiz nefsani ve şeytani dürtülerdir. İnsanlar mal biriktirme, mülk sahibi olma, makam elde etme, zengin olma şöhret gibi konularda birbirleriyle yarışıyorlar. Elbette insanların bu kim olursa olsun, davetçide olsa oda bir insandır nihayetinde asli ihtiyaçları, geçimi olacaktır.
Yaşaması için gerekli olan ihtiyaçlarını gidermesi gerekecektir. Bu noktada esnaf, memur, işçi, işveren, fabrikatör olacaktır. Bunlarda sıkıntı yok; ama bunları davası ile Rabb'i, kitabı ile arasına koyarsa o imtihanı kaybetmiş olacaktır.
Bunlara tav olmamız , meyletmemiz, bunların elimizden çıkması ile ilgili kaygı ve korkularımızdan kurtulmamız gerekiyor. Çünkü dünya hayatında müminler sürekli bir hicret halindedirler! yani muhacirdirler.
Onlar dünyaya çakılıp kalmazlar, onlar kendilerine bir iyilik dokunduğu zaman bunun Rablerinden olduğunu, bir kötülükte dokunduğu zaman bununda nefislerinden olduğunu bilirler ve sürekli nefislerini bir muhasebe içerisinde kontrol etmeye çalışırlar.
Rabbimiz insanı yaratan, onu donatan, onun girdisini, çıktısını, eksisini, artısını, zaafını, kusurunu en iyi bilendir.
Ondan dolayı insanın özellikle nisa suresi on beşinci ayeti kerimede belirtildiği gibi;
Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılınmıştır....
İşte bunlar insana çekici bir özellikte yaratılmış şeyler.
İnsanoğlu bunlara düşkün yaratılmış, fıtraten bu böyle ama Rabbimiz bunların bir imtihan olduğunu ve geçici olduğunu, bunlara kanmamak gerektiğini bunların dünya hayatının süsü olduğunu, velhasıl varılacak yerin Rabbimiz katında olduğu ve oranın daha değerli olduğunu bize bildiriyor.
Buradaki bu tür imkanları gerekirse insanın inancı, idealleri ve imanı doğrultusunda feda etmesi ve bunları kaybetmekten korkmaması, endişe etmemesi gerektiğini bize öğretiyor.
Çünkü müminler diğer insanların sahip olmadığı bazı özelliklere sahiptirler. Bundan dolayı da Rablerine tevekkül ederler, sığınırlar, onun kendilerini yalnız bırakmayacağı inancını içselleştirmişlerdir. Cahiliye ortamlarında tek sığınakları, düşünceleri Rableriyle olan bu dikey bağlantılarıdır.
Yatay (dünyevi, insani, insanlara olan) sıkıntılarını dikey bağlantılarıyla (Rableriyle olan) Rablerinden aldıkları güç ve enerji ile Rablerine olan güven ile yeryüzünün tüm çekiciliklerinden kurtulan ve kendisini her türlü dünyevi şeylere zincirlemekten ziyade; bütün bu dünyevi arzu ve isteklerinden arınma sıyrılma, gayreti içinde olmalıdırlar.
Nasıl ki bir kuş ruhlu iken uçabiliyorsa ruhu kaybolduğu zaman yere çakılıp kalıyorsa, mümin de mutlaka ve mutlaka tevhit, dava, iman, cihat şehadet ruhunu diri tutmalı ve şeytan ve dostlarının kendilerine sunmuş olduğu zehirli şerbetleri, içecekleri asla kabul etmemeli onlara meyl etmemeli kendi, kendi inancına, düşüncesine sımsıkı sarılmalı her türlü endişeden, kaygı ve korkudan kurtularak yoluna emin adımlarla devam etmelidir.
İbrahim (as) eşi Hacer ve oğlu İsmail'i bugün ekin bitmez bir çöl olan Mekke'ye getirip bıraktığı zaman, Hz. Hacer. şöyle figan ediyor, feryat ediyordu!;ey İbrahim nereye gidiyorsun! bizi buraya bırakıp tek başımıza diyerek korku ve endişe taşıyordu. Çünkü orası bir çöldü! çölde ve bir kadınla, çocuk orada nasıl yaşayacaklardı! bunu üç defa tekrar ettiğinde İbrahim (as)a şu soruyu soruyordu; “Ey İbrahim Allah aşkına söyler misin beni ve bu küçük çocuğumuz İsmail'i buraya bırakmanı Allah mı emretti dediği zaman İbrahim (as) evet diye dönüp bakmadan kafasıyla onu onayladı ve oradan çekip gitti.
Hacer validemiz bu evet sözünü duyduktan sonra bir mümine yakışır şekilde bütün kaygı, korku ve endişelerini bir tarafa bıraktı ve Allah bize yeter hasbinallah ve ni’mel vekil ve ni’mel mevla ve ni’men nasir dedi.
Hayatta kalmak için oturduğu yerden Allah'tan dua edip yardım istemedi! bizzatihi mücadele etti o dağdan bu dağa koşarak yaşam kaynağı olan suyu bulmak için mücadele etti.
İşte bu teslimiyet mümine has bir durumdur.
Mümin kaybettiği zaman aşırı üzülmez, kazandığı zamanda aşırı sevinmez. O sürekli olarak içinde bulunduğu her şeyin Rabb'i tarafından kendisine emanet olarak verildiğini, bundan dolayı da bunlarla yetinmemesi gerektiğini, bunların kaybolmasının da dünyanın sonu olmadığını bilir ve mücadelesine davetine davasına devam eder.
Diğer insanlar onları korkutmak, endişe, kaygı ve korku pompalamak için onlarla mücadele ederler bu noktada Rabbimiz şöyle buyurur; “Onlar ki: “İnsanlar sizinle (savaşmak için) toplandı. Onlardan korkun.” denildiğinde imanları arttı ve dediler ki: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” (3/Âl-i İmran, 173)
Onlar Rablerinin her şeye hakim olduğunu, bildiğini işittiğini, gördüğünü, kendilerini yalnız bırakmayacağına iman edenlerdir.
Rablerinin iman edip, salih amel işleyenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenlerle beraber olduğuna tam inanmışlardır.
İnsanlar onları korkutmak için onlara endişe, kaygı ve korku pompalamak için mücadele ederler.
Başında korku yelleri esen, bulutlardan nem kapanlar için Allah’tan yardım dilemekten öte yapılacak bir şey yok ne yazık ki.
Eğer siz en küçük şeylerden bile korkan biriyseniz ve küçük kaygılar için zihin yoruyorsanız kendi kendinize hayatı kendinize zehir ediyorsunuz demektir.
İş hayatındaki zorluklar sizi mahvedemez. İşinizin zorluğu ve ağırlığı da sizi alt edemez ve ancak yanlış düşünce ve kaygılar yüzünden mahvolur ve başarılı olamazsınız.
Kuluçkaya yatmışçasına üzüntü, kuşku ve kaygı üreten birçok insan vardır. Bu kişiler asla mutlu değillerdir, olmaları da imkansızdır zaten.
Bu tip insanlar ruhsal bozukluk içindedirler. Böyle oldukları içinde sağlıklı ve sakin bir kafayla düşünemezler; işlerini düzenlemezler.
Korku ve sıkıntı içinde bocalamaktan vazgeçin. İsabetli kararlar vermeniz mümkün olamaz, çünkü bu koşullar altında normal bir durumda değilsinizdir zaten.
Endişe kuluçkasına yatmış insanlar, devamlı panik halinde olacaklarından dolayı, bu engelleri aşmaya çalışırken, onların altında kalırlar.
Bu konuda Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur; “Kararlarınızı, üzüntülü ve korku hallerinde almaya kalkışmayınız. Böyle durumlar insanın zayıf halidir. Zayıf halde bulunan insanlar zayıf kararlar alırlar.
Çünkü bu haldeyken aldıkları kararlar yüzünden servetlerini, sağlıklarını, kazançlarını kaybeden o kadar çok insan var ki.”
Her şeye karamsar bakanın en büyük zararı, yetenekli kişilerin cesaretini ve girişimciliklerini yok etmesidir.
Karamsar düşünce her şeyin sadece değerini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda tahrip eder.
Çok korktuğunuz şeyden zamanında daha az korkmuş olsaydınız, o şey gerçekleşmiş olacaktı.
İnsanların imanı yakini arttıkça ahiret endişeleri korku, kaygıları da artar! şayet insanların imanın azalınca dünyevi kaygı korku ve endişeleri de o oranda artar
Selam ve dua ile.