Eğitim çeşitli bileşenlerin oluşturduğu ve bu bileşenler arasında öğretmenin özel bir yer kapladığı süreçlerin toplamıdır. Her bireyin hayatında verdiği kararlarda pozitif ve negatif anlamda yer tutan bir öğretmen mutlaka bulunur. Herkesin bir nedenle öğretim hayatında karşılaştığı, tutum ve davranışlarından etkilendiği, unutamadığı öğretmen mutlaka vardır.
Hiç şüphesiz öğretmenden istenen şeyin büyük ölçüde o ülkenin resmi ideolojik sistemiyle bağlantılı olduğu gerçeği yadsınamaz. Bu yüzden iktidarlar eğitim olayını iktidarlarını sürdürmenin en önemli ensturmanı olarak görürler. Özellikle siyasi çalkantıların üst düzeyde yaşandığı 1970-80 arası dönemde iktidar değişikliği ile okul yönetimleri de değişir ve öğretmenler siyasi sürgünlere tabi tutulurdu.
Yazar Beşir Ayvazoğlu, on yıl gibi uzun bir süre öğretmenlik yapmış olmanın tanıklığı ile özellikle 12 Eylül öncesi Türkiye’de öğretmenlerin çektiği sıkıntıları anlatır: “Hükümetler değiştikçe yüreğim ağzıma geliyor; çünkü her yeni bakanın eğitim meselesini ne kadar iyi bildiğini ispat etmek istediğini ve kolları sıvayıp bozuk sistemi büsbütün işlemez hale getirdiğini biliyorum; çünkü ben öğretmenim! Bildiğim bir şey daha var; birilerinin çocuklarımızın düşünen kafalar olarak yetişmelerini asla istemediği… Ve nedense Bülent Ecevit’in adı geçince aklıma hep sürgün geliyor. Bu günlerde kafam hep sürgünle meşgul; bu kışta kıyamette beni Türkiye’nin bir uçundan diğer uçuna savuracak kararnameyi bekliyorum. Biliyorum,gelecek; çünkü ben bir öğretmenim!
24 Kasım’ların gelmesini istemiyorum hiç. O yaldızlanmış samimiyetsiz laflara nasıl dayanılır? Susun politikacılar, atın maskelerinizi; oynamaktan bıkmadınız mı? Sen de sus köşe yazarı! Her yıl 24 Kasım’da sözümona beni övmek için aynı parlak kelimelerle aynı yaldızlı cümleleri kurduğunu bilmiyor muyum sanıyorsun?
Biliyorum, çünkü ben öğretmenim!”(1)
Ne yazık ki, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren öğretmenler daima ideolojik bir misyonun temsilcisi oldular. Onlar kutsal devletin ülkeyi aydınlığa çıkaracak davanın kutsal temsilcileriydi. Aldıkları eğitimle gericilik simgesi olan imam ve şeyhlerin karanlık dünyalarına aydınlık getireceklerdi. Aslında cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren vurgulanan öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğu retoriği bir yanılgıydı. Öğretmenliğin kutsallığı devletin kutsallığından geliyordu. Zaman içinde devlet kutsallığını kaybedip normal bir aygıta dönüşünce öğretmenlerde sanal kutsallıktan arındılar. Aslında öğretmenlerin kutsallığı seküler bir kutsallıktı. Özellikle Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların eserleri okunduğunda, öğretmenlerin devletin köylerdeki misyonerleri olduğu görülecektir. Bu arada devlet o dönemlerde uyguladığı laiklik politikalarıyla dini kamusal alandan tamamen, özel alandan ise kısmen dışlama anlayışına sahipti. Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerin çok büyük bir bölümü de bu paradigmanın temsilcileri durumundaydılar. Oysa öğretmenlerin kutsallığı devletin ideolojisini temsil etmelerinden değil, hakikatin ışığını yansıtmalarından gelmektedir. Çünkü kutsallık devletten kaynaklanan bir kavram değildir.
Öğretmen eğitim süreçlerinin en önemli bileşkesidir desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Bundan dolayı eğitim politikalarının merkezi konumunda öğretmenlerin yetiştirilmesi önemli bir yer tutar. Rahmetli Ali Şeriati’den esinlenerek öğretmenleri toplumu değiştirecek daha doğrusu peygamberin misyonunu üstlenecek kimseler olarak görülmelidir. Tıpkı aydın gibi öğretmenler de kendi toplumunu tanımalı, sorumluluğunu bilmeli, toplumunun tarihsel sorunlarına çözüm üretmeye çalışmalıdır. Bazen bu çalışmaları yaparken ideolojik olarak baskı görmeyi de göze alırlar.
Tek parti döneminin ünlü Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile ünlü şair Arif Nihat Asya arasında geçen bir olay anlatılır. Arif Nihat Asya, Adana’da bir lisenin müdürüdür. Okulun çeşitli ihtiyaçlarının giderilmesi için paçalarını sıvar ve çalışmalara katılır. Çalışma sırasında pantolonunun paçaları çamura bulanmıştır. Hasan Ali Yücel muhtemelen sert bir şekilde ona öğrencilerin arasında niçin çamurlu paçalarla gezdiğini sorar. Ünlü şair Arif Nihat Asya’nın cevabı bakanın suratına tokat gibi patlar: “Paçalarımı ağzınıza almayınız.” Ünlü şairimiz bu olay üzerine Kıbrıs’a sürülür, ancak onurundan zerrece taviz vermez. Ne yazık ki, özellikle 1970- 80 arasında ideolojik nedenlerle öğretmenler sürgünlere tabi tutulurlar. Artık bu dönemlerde öğretmenlerin nitelikleri değil siyasi görüşleridir belirleyici olan.
Diğer yandan öğretmenlerin yetersizliği de önemli bir sorun alanıdır. Öğretmenlerin yetersizliğinin en büyük nedenlerinden biri, mezun oldukları dönemde edindikleri ve önemli bir bölümünün geçerliliğini yitirdiği bilgi ile 30- 35 yıl mesleğini yapmayı sürdürmeleridir. Bu, onların zihniyet olarak hep mirastan yemelerinin yetersizliğini yaşamalarına yol açmakta, bu mirasın üzerine bir şey koymadan idare edebileceklerini zannetmeleriyle sonuçlanmaktadır. Bu durumda tekrara düşmek kaçınılmazdır. Çünkü söylenecek yeni bir şeyiniz yoktur. Roman, hikaye, şiir, tarih ve İslam düşüncesiyle ilgili kendini geliştirmeyen ve anlattığı konuyu güncele bağlayamayan bir öğretmenin dersi nasıl bitireceği bir sorun alanıdır.
Derste sıkılmak anlatacağı malzemenin sınırlılığı ve entelektüel yetersizliği ile ilgilidir.Ne diyordu N. Topçu. "Derse bir mabede girer gibi girerdim" Ne yazık ki, derse nasıl gireceğiyle değil, nasıl çıkacağı ile daha çok ilgilenen bir öğretmen tipiyle karşı karşıyayız. Bir öğretmen verdiği dersten sıkılır mı? Sıkılıyorsa vahim.
Ne diyordu Mevlana: "Dün dünde kaldı cancıazım, bugün yeni şeyler söylemek lazım." Yeni şeyler söyleyemeyen bir öğretmen iyi bir öğretmen değildir; kötü bir aktarıcı ve devlet memurudur.
Diğer yandan mesleğini hakkıyla yapmaya çalışan, vicdanlarının sesini dinleyen, toplumunun sorumluluğunu omuzlarında taşıyan, ülkelerinin geleceğini sorun edinen, görev yapmasını hiçbir mazeretin engelleyemediği öğretmenler de vardır.
Öyle öğretmenler vardır ki, onlar Allah’a güvenerek gelecek nesilleri kurtarmaya çalışırlar. Onlar talimin üst düzeyde terbiyenin ise hemen hemen hiç olmadığı bir sistemde elinden geleni yapmaya çalışırlar. Öğrencilerine sadece üçüncü derece denklemlerinin nasıl çözüldüğünü, potasyumun simgesinin ne olduğunu, Ağrı dağı’nın hangi paraleller arasında bulunduğunu, hangi bölgede hangi ürünün ne kadar yetiştirildiğini vermezler. Aynı zamanda yaşadıkları coğrafyanın ve bağlı bulundukları kültürün özelliklerini de vermeye çalışırlar. Talim kadar terbiyenin de farkındadırlar. Hatta asıl sorunun talim değil terbiye olduğunun bilinci içinde yaşamlarını sürdürürler. Ahlaki değerlerin verilmediği bir eğitim sisteminden nitelikli dolandırıcıların yetişeceğinden emindirler. Türkiye’de banka soyanların, dolandırıcılık yapanların, hayali ihracat ile uğraşanların büyük bölümünün iyi bir öğretim sürecinden geçtiklerinden emindirler. Bundan dolayı toplumu bir arada tutan ahlaki değerlerin öneminin farkındadırlar. Halkın tabiriyle eğitimin değer yönü eksik bırakılırsa cehaleti gidereceği, ancak eşekliğin baki kalacağını bilirler.
Onlar ayaklarını bastığı toprağın değerlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu topraklarda anlatılan Bektaşi fıkralarının içeriğini anlamak için bile İslami terminolojinin bilinmesi gerektiğinin şuurundadırlar. Onlar kendi branşlarının teknik bilgisini vermekle işlerinin bittiğine asla inanmazlar. Aynı zamanda ait oldukları dünyanın düşünsel kodlarını da vermenin telaşı içindedirler. Hayatında bir kez olsun bir öğrencinin başını okşamayan, hatırını sormayan öğretmen tavırları onlara uzaktır. Çünkü onlar yetişecek nesillerin sorumluluklarını omuzlarında hissederler.
Sorunlu bir öğrenciden devamlı şikayet eden bir psikoloji içine asla girmezler. Bilirler ki, asıl görevleri o sorunlu öğrencilerle uğraşmaktır. Yaptıkları işten asla şikayet etmezler, bundan dolayı gözlerine bakarsanız Anadolu insanının derin tevekkülünü görmeniz mümkündür.
Onlar öğretmenliği mesai saatleriyle sınırlı olduğunu düşünen paradigmaya uzaktırlar. Lüks araba almak yerine bisikletleriyle öğrenci evlerini ziyaret ederek kazançlarının bir bölümünü buraya ayırırlar.
Dünyadaki gelişmeleri iyi okurlar disiplinin öğrencilerin karşısında korkutan titreyen bir pozisyonda durmaları demek olmadığını bilirler. Karşılarında ses çıkarmayan, kendini ifade edemeyen, silik öğrenciler görmekten hoşlanmazlar. Soğuk savaş döneminin cezaya dayalı öğretim sistemi onlara uzaktır. Onlar demokrasinin, hukukun, adaletin, temel hak ve özgürlüklerin yanında dururlar. Asla meşru olmayan baskılarla halkın oyuyla iktidara gelmiş bir iktidara karşı demokrasi dışı yapılan müdahalelere destek olmazlar. Sevgiyi dostluğu, merhameti ilke edinirler. Kendi toplumunun değerlerine karşı asla mücadele etmezler.
Dünyadaki bunca değişime karşın siyasal muhayyilesini soğuk savaş mantığı üzerine oturtan, otoriter davranışın ve merkezi planlamanın en iyi yönetim tarzı olduğunu düşünen, bireysel özgürlüklerden haz etmeyen, bireyi değil devleti yücelten bir anlayışa asla prim vermezler. Milletin asli değerleriyle alay etmeyi ilke edinen türedi aydınların söylemlerine asla boyun eğmezler.
Geçmişte uygulanan Köy Enstitüleri projesinin ulusalcı- milliyetçiler ne kadar savunursa savunsun uyguladığı eğitim programlarıyla bu ülkenin değerlerine uygun olmadığını bilirler. Piyanonun, kemanın neden serbest, bağlamanın niçin yasaklandığını da iyi bilirler. Bu işin aslında piyano ve kemanın temsil ettiği değerlerin bağlamanın temsil ettiği değerlerden daha üstün gösterilmesi amacına dönük olduğunun farkındadırlar.
Günümüzde öğrencilerini ilham veren öğretmenlerin sayısı o kadar az ki. Çoğunluk okuldan çıktığı anda eğitimle ve öğrencisiyle ilgisini kesen, yolda gördüğü öğrencisinin selamını almaktan imtina eden ve hayatının geri kalan kısmını oyun ve eğlence ile geçiren bir düzlemde hayatların sürdürürler. En önemli sorunları döviz kurları arasındaki değişim miktarı,borsa ve araba fiyatlarıdır. Sürekli yaşadıkları hayattan şikayet ederler. Davası olmayan toplumların hiçbir sorunuyla ilgilenmeyen yalnızca bireysel sorunlarını ön plana alan kimselerdir. Siyasal ve kültürel ufukları dardır. Öğrenciler bir şey verme ihtiyacı duymadıkları için kendilerini geliştirecek hiçbir faaliyet içinde bulunmazlar.
Bu ülkenin geleceğinin endişesini duyan, yetiştirdiği öğrencilerin hatırını soran, onların dertleriyle ilgilenen öğretmenlere selam olsun. Onları asla sokakta bağırırken, slogan atarken, boş ve içeriksiz siyasal tartışmalar yaparken göremezsiniz. Konuştukları zaman öğrenmenin ve bir şey öğretmenin derdindedirler. Bundan dolayı siyasal sloganlardan hoşlanmazlar. Cemil Meriç’in deyimiyle sloganın ilkenin ideolojisi olduğunu bilirler. Onlar derin milletin hizmetindeki görünmez kahramanlardır. Onların yaşadıkları bunca sıkıntıya rağmen gösterdikleri vakarlı duruşu, öğrenci yetiştirmedeki azimlerini, bu ülkenin geleceğini inşa etmek için gösterdikleri çabayı alkışlamak gerekir.
Ülkenin geleceğini bu topraklarla ilgisini kesmeyen, ayırımcı söylemlere pirim vermeyen, toplumu önemseyen, yerli düşünmeyi becerebilen, evrensel gelişmeleri takip eden, kendi kültürel ve ahlaki değerlerinin önemini bilen öğretmenler inşa edecektir.
1-Siretler ve Suretler, Beşir Ayvazoğlu, Ötüken yayınları)
Kaynak: Her Taraf