Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Celal TAHİR


6-7 EYLÜL: BİR FACİA, BİR MUAMMA

Celal Tahir’in “yeni” yazısı…


Denilebilir ki dünyada 1850-1950 yılları arasındaki 100 yıl,  demografi mühendisliği asrıdır. İnsanlar atalarının topraklarından kovulurlar, tehcir edilirler, iskân edilirler, katledilirler. Osmanlı’nın sonu ve Cumhuriyet döneminde, yaşananlar, bu çerçevededir. Bu yaşananları insanlık, ulus-devlet inşa olunabilmesi için, yaşamak zorunda kalır.   

Afrika, Amerika ve Avustralya kavimlerinin yaşadığı soykırıma, ırkçılık yol açar. Gerçi bizde ırkçılık Cumhuriyet sonrası bir dönem söylem düzeyinde kalır. Ancak savaş şartlarında Rum ve Ermeniler tehcire tabi tutulmuş, bir nevi “soysürüm” yaşanır

6-7 Eylül hadisesinin,  bir antik imparatorluk olan Osmanlı imparatorluğunu red ve inkâr sürecinin aşamalarından biridir. Ve nihayetinde Osmanlı’nın, siyaseten tasfiyesi, yani saltanatın kaldırılması ile tarih sahnesinden çekildiğini düşünmenin, noksan bir idrak olur. Tasfiye, toplumsal hayatın mertebelerinde ve zihniyet dünyamızda halen devam etmektedir.  Ve 6-7 Eylül olayları bu sürecin en önemli aşamalarından biridir. Çünkü Osmanlı’nın çok-dinli, çok- dilli, çok-milletli yapısı, ortadan kaldırılmaktadır. Esasen klasik antikitedekikavrayış, devletin adaleti daim kılmakla kaim olduğudur. Bu Osmanlı’da da böyledir. Bundan sebeple Osmanlı, kamu otoritesini ve toplumsal barışı tehdit edenlerin haricindeki bütün unsurlarla bir arada bir imparatorluk medeniyeti inşa etmiştir, yaşatmıştır.

İşte bu unsurlardan biri Rumlar, evvela Cumhuriyet mübadelesi ile (özellikle Anadolu Rumları ) Yunanistan’a gönderilmişler, sonrasında 6-7 Eylül faciası ile üzerlerine gidilmiş ve İstanbul Rumları yerlerinden edilmiş ve İstanbul Rumlarının son tasfiyesi İsmet İnönü’nün son başbakanlığında 1963 yılında yaşanmıştır 

Bu süreç bizde İttihat-Terakki ile Ermeni tehciri ile başlayan süreçtir. Tehcir bu bahse konu olmadığından, burada 6-7 Eylül hadisesinin zihniyet arka-planını aynıyla ortaya koyan 1946 CHP raporuna işaret edeceğiz. “ Zaten, dönemin siyasal ve bürokratik kadrolarının azınlıklara bakışı hiç de olumlu değildi ve bu durum, azınlıklara yönelik politikaların içeriğini de belirliyordu. Örneğin, Varlık Vergisi’nin uygulandığı dönemde CHP’nin azınlıklardan sorumlu 9. Bürosu tarafından hazırlanan rapor, siyasi ve bürokratik kadroların konuya bakışım göstermesi açısından oldukça önemlidir. Raporda, “Türkçe konuşanlar ve kendini Türk hissedenler” Türk ulusu tanımlaması içine dâhil ediliyorlar. Azınlıklar ise, sözü geçen ölçütlere uymayan, “memleketin asli unsurunu teşkil eden milletle kaynaşmayan ve sadakat göstermeyen”, “çok vakit hareketleri hıyanet halinden çıkmayan” unsurlar olarak nitelenmektedir. Raporda şunlar ifade ediliyordu:

Ermeniler: “Anadolu’da yavaş yavaş çöreklenerek küçük cemaatler haline gelmektedir. Politik herhangi bir tesirle nüfuslarım arttırmaya çalışıyorlar. Ermeniler öncelikle Anadolu’dan temizlenerek İstanbul’a nakledilmelidir. Böylece nüfus artışları kontrol altına alınabilir. (...) Bu suretle hem çoğalmalarının önüne geçilmiş, hem de yarın bu mesele halledilirken, topluca hal imkânı hazırlanmış olur.”Rumlar: “Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümüne kadar İstanbul’u tek Rumsuz hale getirmek.”Yahudiler: “Evvela bunların dışarıdan gelme suretiyle memlekette çoğalmalarına müsaade etmemek, imkân bulundukça memleketten çıkmalarında her türlü kolaylığı göstermek suretiyle, mevcutlarım azaltmak ve iktisadi menfaat kaynaklarından bunları uzaklaştırmak için devlet teşebbüslerinde ve taahhütlerinde yer vermemek.” -1- Burada Ermeniler ile ilgili söylenenlere özellikle dikkat etmek gerekir. Özellikle de tehcirin mukatele ’den ibaret olduğunu düşünenlerin raporda Ermeniler ile ilgili yazılanları iyi okumaları gerekmektedir. Rapor ismi ile müsemma gibidir. 46 raporu deli raporu gibidir. 9. büro tarafından hazırlanan bu raporun mantıki izahı oldukça zordur.       

 

Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs Sorunu Ve 6-7 Eylül 

1955 Londra müzakerelerinde Türkiye heyeti başkanı olan merhum Fatin Rüştü Zorlu konferansın açılış konuşmasında, Kıbrıs sorununu mantık oyunlarından çıkartır ve hukuk çerçevesi içine yerleştirir. Konferans Başkanı MacMillan, sözü Türk delegesine verdiği zaman Zorlu'nun okuduğu 28 sayfalı Türk tezinin özeti şu idi: “Lozan Antlaşması’nın 16. maddesi gereğince yeni Türk Devleti, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan topraklar üzerinde hiçbir hak iddiasında bulunmamayı kabul etmiştir. Ancak, yine Lozan Antlaşması'nın 30 ve 31. maddeleri -16. maddeden ayrı olarak - Kıbrıs adasına özel bir statü tanımıştır. Gerçekten de, 16. maddenin genel hükmüne karşılık, 30. madde ile Türkiye Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarım yalnız İngiltere'ye devrettiğini belirtmiştir. 31. madde ile de adada yaşayan halklara, antlaşmanın imzalanmasından başlayarak iki yıllık bir süre içinde Türk ya da İngiliz uyrukluğu arasında tercih hakkı tanınmıştır. Lozan Antlaşması nın tutanakları incelenince görülür ki, bu hükümler antlaşmaya rastgele değil, uzun müzakere ve tartışmalar sonucunda konulmuştur. Türkiye'nin Kıbrıs adasının geleceği üzerinde titizlikle durmasının nedenleri tarihi, coğrafi, etnik ve stratejik verilere dayanaktadır: Ada dört yüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuş, tarihin hiç bir devrinde Yunan idaresine geçmemiştir. Ada Anadolu kıyılarına kırk, Yunanistan 'a ise bin mil uzaklıktadır.  1. Dünya Savaşına kadar ada halkının çoğunluğunu Türkler oluşturmuştur ve hala da tapulu toprakların % 60't Türklere aittir. Güvenlik bakımından da Kıbrıs adasının önemi Türkiye için çok büyüktür. Bütün bu nedenlerle, Yunanistan'a karşı Kurutuluş Savaşı vermiş olan yeni Türk Devleti, Kıbrıs üzerindeki egemenlik hakkından ancak adanın İngiltere'ye devri şartıyla feragat etmiştir. Eğer İngiltere, Türkiye'den devraldığı egemenlik hakkından vazgeçmek niyetinde ise, Kıbrıs adası 'Asıl sahibine geri döner'. Çünkü çağdaş devletler hukuku - şahıs hukuku gibi - toprak parçaları üzerinde devletlere mutlak tasarruf hakkı tanımamıştır. İngiltere, Türkiye'den aldığı bir toprağı Yunanistan’a devredemez.” -2-  Zorlu’nun başarı ile takibettiği bu siyaseti akamete uğratan hadise ise halen karanlıkta olan 6-7 Eylül hadisesidir.

Darbe sonrası DP’lilerin yargılandığı davalardan biri de 6-7 Eylül’dür. Yassıada 6-7 Eylül davasındaki büyük skandal ise,  Zorlu’nun, Londra’daki müzakere esnasında Menderes’e çektiği ama aslı bir türlü bulunup mahkemede okunamayan telgraftır. Coşkun Kırca telgrafı her nasılsa yanlış hatırlamıştır?  Kırca, olayın bir tertip olduğunu, o tarihte önünden geçtiğini iddia ettiği bir telgrafa dayandırarak anlatır: " Tahminen 27-30 Ağustos 1955 tarihleri arasında Londra'dan Ankara'ya gönderilen bir telgrafın suretini okuduğumu hatırlıyorum… Bu şifre telgrafta " Başbakana arzı" kaydı ile şunlar yazılı idi: " İngilizler nezdinde tezimizin kabulü için ısrarlı faaliyetimiz devam etmektedir. Her ne kadar yaptığımız teşebbüsler kendilerini hayli şaşırtmış ise de, bu hususta yine de çalışılması kanaatindeyiz. Başbakanımızın bu ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını istirham ediyoruz ” -3-      Burada –ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını -  kısmını özellikle vurguladık. Sebebini izah için(Fatin Rüştü Zorlu’nun Adnan Menderes’e Londra konferansı esnasında çektiği) telgrafın aslından aynı bölüme bakalım. “Fakat ifadelerimizle haklarımızda musir davranacağımıza kendilerini teyakkuz ettirdiğimizi zannediyorsak da bu sahada çok çalışılması icap ettiğini, anlamaktayız. Tarafı devletlerinden bu husustaki ilgililere yerilecek emirlerin pek faideli olacağını, saygılarımla arz ederiz”  4-   Dikkat edildiği takdirde asıl metin ile Coşkun Kırca’nın hafızasından –hatırladığı kadarıyla?- aktardığı metin arasındaki fark rahatlıkla görülecektir. İyi ihtimalle Kırca yanlış hatırlamakta, kötü ihtimalle maksatlı olarak metni çarpıtmaktadır. Özellikle vurguladığımız “ilgililere talimat vererek dâhilde bu hususu temin buyurmasını” ifadesi ile “bu husustaki ilgililere verilecek emirlerin pek faideli olacağını” ifadesi arasındaki fark açıktır. Ve burada anahtar kelime dâhilde kelimesidir. Buradan konferansa tazyik maksadı ile bir tertibin işaretinin, Zorlu tarafından Menderes’e verildiği anlamı çıkarılmaktadır. 

Ancak Melih Esenbel ve Mahmut Dikerdem’in tanıklıkları bu tesbitleri doğrulamamaktadır. Dikerdem anılarında : “Zorlu, 8 Eylül'de dönüş yolunda şunu söylüyordu : " Bütün çalışmalarımız, Londra'da elde ettiğimiz basan, bir gecede heba olup gitti”    Esenbel : “Zorlu öneriyi Başbakan'a anlattı. Menderes'in karşılığı kısa oldu.: " Fatin Bey, siz ne söylüyorsunuz? Millet ayaktadır, ben moratoryumu falan kabul edemem, İstanbul yanıyor. Oradaki işi bitirip artık ülkeye dönünüz. " talimatını verdi” Esenbel'in anılarından anlaşılan, Zorlu'nun olayları Menderes ile telefon konuşmasında öğrendiğidir.  Yine Dikerdem: “ 6 Eylül 1955 akşamı, Londra Büyükelçiliğimizde toplandığımızda Fatin Bey Ankara'yı telefonla arayıp… Menderes'ten talimat almak istedi. Saat Londra'da akşamın 6'sını, Türkiye'de de 8'i gösteriyordu. Başbakan İstanbul'da Haydarpaşa Garı'ndan konuşuyordu. Menderes'le konuşmaya başlayınca Zorlu'nun renginin atmakta olduğunu fark ettim. Menderes, Fatin Bey'in sözünü kesmiş, saldın olaylarını anlatmış, " Londra'da artık ne arıyorsunuz? Hemen geri gelin” emrini vermişti ” Londra Konferansı'na katılan Atina Büyükelçisi Settar İlksel de: “Fatin, 6/7 Eylül hadiselerini Londra'da öğrendiği zaman, beyninden vurulmuşa dönmüştü” demektedir. -5- 

 Aleyhte tanıklık yapanlardan biriside sonradan 1974’te CHP-MSP Koalisyon hükümetinde dışişleri bakanı olan Turan Güneş’tir. Kırca ayrıca, o dönemde DP Kocaeli Milletvekili olan Turan Güneş'ten duyduğu bir olayı da aktarır. Bunun üzerine 25.10.1960 tarihli sabah celsesinde Güneş ifade verir ve bu duyumu anlatır : "...Bir grup toplantısından sonra idi. Bir kaç milletvekili, Bu hadiseler bizim milli itibarımızı kınıyor' dediler. O sırada yanımızdan geçen Zorlu " izam ediyorsunuz. Hadiseler sırasında ben Londra'da idim. Bu hadiseler beni oldukça takviye etti " dedi. Bu konuşma TBMM'nde postane yanında tuvaletin önünde oldu..."  -6-  Lakin hadisenin bilfiil içinde olan Melih Esenbel ve Mahmut Dikerdem’in tanıklığı bu tesbiti pek de doğrulamamaktadır.  Londra Konferansı'nın sona erdirilmesine neden olan 6/7 Eylül olayları kaosu kimin işine yaradı? Dış politikada Türkiye'yi zor durumda bıraktı. Eğer bu olayların başlangıcı, Zorlu'nun isteğiyle, halkın tahrik edilip gösteri yapılmasıyla olmuşsa, bunun sonuç alamadığı Dikerdem anılarında da ortaya konmaktadır. Örneğin Zorlu, 8 Eylül'de dönüş yolunda şunu söylüyordu : " Bütün çalışmalarımız, Londra'da elde ettiğimiz basan, bir gecede heba olup gitti” -7-  “Esenbel ise Zorlu ile Menderes arasındaki yazışmalar süresince Başbakan'ın hep yanında olduğunu söylemekte ve tanıklık yapmaktadır." Bu yazışmaların devam ettiği sıralarda Menderes hep İstanbul'da idi. 6 Eylül akşamı Cumhurbaşkanı ile birlikte trenle Ankara'ya döneceklerdi... Tren saat 21'de kalkışa hazırlandığı sırada, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay hızla yaklaştı ve Başbakan'a hitaben, Londra'dan acele telefon olduğunu söyledi. Başbakan beni de yanına aldı ve Gar'a yöneldik. Telefonu önce ben aldım. Dışişleri Bakanı Zorlu, 5 yıl için moratoryum yapılması önerisini tekrarlıyor ve Başbakan'ın onayını rica ediyordu. Telefonu tabiatıyla Başbakan'a verdim. Zorlu, bana kısaca bildirdiği öneriyi Başbakan'a anlattı. Menderes'in karşılığı kısa oldu. Sinirli bir tavırla: " Fatin Bey, siz ne söylüyorsunuz? Millet ayaktadır, ben moratoryumu falan kabul edemem, İstanbul yanıyor. Oradaki işi bitirip artık ülkeye dönünüz. " talimatını verdi. 6 Eylül olayından bu şekilde haberim oldu. Trene döndük ve Ankara'ya doğru yola koyulduk. Ancak, İstanbul'dan gelen haberler, olayın genişleyerek sürdüğünü duyurmuş olmalı ki, cumhurbaşkanı ve başbakan Adapazan'nda trenden inerek İstanbul'a döndüler." Esenbel'in anılarından Zorlu'nun olaylardan Başbakan'la yapılan telefon konuşmasında haberdar olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır ve bunu Dikerdem de doğrulamakta: "... Konferansı’ın sonuna yaklaştığı 6 Eylül 1955 akşamı, Londra Büyükelçiliği’mizde toplandığımızda Fatin Bey Ankara'yı telefonla arayıp ertesi gün Lancaster House'da görüşülmeye başlanacak " Ortak Bildiri " Metni üzerinde Menderes'ten talimat almak istedi. Toplantı odamızdaki telefon Türkiye'ye bağlandığı zaman saat Londra'da akşamın 6'sını, Türkiye'de de 8'i gösteriyordu. Zorlu karşısında Menderes'i bulmuştu ama Başbakan Ankara'dan değil İstanbul'da Haydarpaşa Garı'ndan konuşuyordu. Menderes'le konuşmaya başlayınca Zorlu'nun renginin atmakta olduğunu farkettim. Ortak Bildiri taslağını Başbakan'a okumaya hazırlanırken Menderes, Fatin Bey'in sözünü kesmiş, İstanbul'da Rum azınlığa karşı başlayan saldın olaylarını anlatmış, kendisinin Ankara'ya hareket etmekte olduğunu bildirerek; " Londra'da artık ne arıyorsunuz? Hemen geri gelin” emrini vermişti..."  Londra Konferansı'na katılan Atina Büyükelçisi Settar İlksel'in, 6/7 Eylül olayları ile ilgili tanıklığı; Zorlu'nun avukatı Orhan Fersoy'a yazdığı mektupta anlattıkları Dikerdem'in tanıklığıyla örtüşmektedir 5 Ekim 1967 tarihli mektupta S. İlksel kısa bir değerlendirme yapmaktadır : "...Fatin, 6/7 Eylül hadiselerini Londra'da öğrendiği zaman, beyninden vurulmuşa dönmüştü. O hadiseleri, hem aklı başında bir kimse gibi teessürle karşılıyor, hem de Londra'da elde ettiği neticelerin bu hadiseler dolayısıyla tehlikeye düşeceğinden endişe ediyordu. ” -8-

Yine bu çerçevede Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) başkanı Hikmet Bil, hatıratında, kişisel izlenimine dayalı kanıtlanması güç iddialar ortaya atar   “ Zorlu Türkiye'nin daha aktif olmasını istemişti. Öyle anlaşılıyor ki, o gece 5 Eylül gecesi Florya'da Bayar, Menderes ve Dr. Namık Gedik, şöyle bir tertip yapmışlardır”  -9- şeklinde yazan  Bil edindiği bilgileri aynı gün tarafından olağanüstü toplantıya çağırılan KTC yönetim kuruluna iletilir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ayrı bir muammadır. Cemiyet Sedat Simavi’nin eseri gibidir. Hikmet Bil Sedat Simavi’nin avukatıdır. Yassıada da“ Menderes:- Hâdiseden 24 saat evvel benimle görüşmüşler. Benim kendisine "aktif ol" demem tanığa "kırıp dökünüz. Tahribat yapınız, nümayiş yapınız" şeklinde bir ima kanaatini vermiş midir? Dediğinde,  “Bil:-Kesin bir şey söyleyemem”  -10- şeklinde cevap verir.                                                                                                                                               

Ve neticede Yassıada 6-7 Eylül davasında, Hikmet Bil’in kendisinden başka tanığının olmadığı ve muhatabının da doğrulamadığı ifadeleri ve Coşkun Kırca’nın da iyi ihtimalle yanlış hatırladığı, kötü ihtimalle maksatlı olarak çarpıttığı telgraf metni iradeleri üzerine mahkûmiyet hükmü bina edilir.

 

Tertip Kimlerin Eseridir

6-7 Eylül faciasının kim ya da kimler tarafından tertip edilmiş olabileceğini izah edebilmek için ayrıca iki olguya işret edeceğiz. İlki konu ile ilgili herkesin bildiği, Org, Sabri Yirmibeşoğlu’nun sözleridir.  “ İstanbul Ekspresin o günkü redaktörü Gökşin Sipahioğlu, kendisiyle yapılan bir röportajda, 6 Eylül 1955'teki saldınlann MAH tarafından organize edilmiş olduğunu anlatmıştır. Bir tuğgeneral,(Sabri Yirmibeşoğlu y.n.) Özel Harekât Dairesi nin yapısı ve çalışma yöntemleri konusunda 1991 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda, Sipahioğlu'nun bu açıklamasını onaylamıştır: ‘Elbette 6-7 Eylül saldırılan Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı. Olağanüstü planlı bir operasyondu ve amacına da ulaştı. Sorarım size; bu, sıra dışı başarılı bir eylem değimliydi”  -11- 

Ve ikincisi Dilek Güven’den öğrendiğimiz bir İngiliz belgesidir,  “  görünürdeki Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter." PRO FO 371/117642, RG 1081,  (19.08.1954 tarihli İngiltere’nin Atina Büyükelçiliği Raporu)  -12-      Ki bu, İngilizlerin hadiseye dahli olduklarının açık karinesidir. Kıbrıs’ta menfaatlerini korumak isteyen İngiltere, bu tertibin arkasında gözükmektedir.  (*)

Burada ayrıca 27 Mayıs İhtilalini gerçekleştirenlerden ve 1970’te Hürriyet’e Genel Yayın Yönetmeni de olan Orhan Erkanlı’nın sözlerine ise konu ile alakalı herkes dikkat kesilmelidir. “ 6-7 Eylül olaylarının soruşturulması sırasında, bazı politik mahsurlar meydana çıkmış, Dışişleri Bakanı Sarper ile temasa geçilerek muhtemel gelişmeler mütalâa edildikten sonra, tahkikatın birçok bakımlardan derinleştirilmesi uygun görülmemiştir. Yani ele geçen ipuçları ve deliller dış siyasetimizin selameti uğrunda dikkate alınmamış ve mevcut oklumu bilinen birçok delil ve şahit sorgulama dışı tutulmuştur.” -13-  “dış siyasetimizin selameti uğrunda” “tahkikatın birçok bakımlardan derinleştirilmesi uygun görülmemiştir” ne demektir? Son asırdaki darbeler ve tertiplerin çoğunda olduğu gibi, İngiltere midir? Böyleyse bunun, aksi ise ne ise onun vuzuha kavuşturulması mutlaka gereklidir.   

6-7 Eylül hadisesini bu çerçevede anlamak, bu sürecin bir parçası olarak anlamak gerekmektedir. Bu tertipte yer alanların bir kısmı, “devletin ali menfaatleri” için, kalabalık güruhun çoğunluğu ise yağma için tertibe dâhil olmuş olabilir. Zaten bu tür hadiselerde müdahil olanların çoğunluğunun, hadisenin gerçek içeriği ve hedeflerinden haberi dahi yoktur.

 En doğrusu merhum Sebahattin Zaim’in tesbitleridir. “İstanbul'daki "6 Eylül hadiseleri" organize edenin, Gladyo teşkilatı yoluyla Özel Harp Dairesi’ni harekete geçiren İngilizler olduğu anlaşıldı. Türkiye'deki gayr-i Müslimlerin huzurunu dünya siyasetini yöneten güçler bozdu. Sonunda olan gayr-i Müslim azınlığa oldu. Yahudiler İsrail'e, Ermeniler genellikle Fransa'ya, Rumlar da Yunanistan'a gittiler. Anadolu'dan İstanbul'a büyük bir iç göç dalgası da başlayınca, devletin dahli olmadan İstanbul Türkleşti. Eski kozmopolit karakterini kaybetti” -14-       

 

Demek ki:

1-) Ulus-devlet ve homojen bir Türk ulusu inşasının tamamlanması için, imparatorluktan miras kalan çok-dinli,  çok-dilli, çok-milliyetli yapının tasfiyesi elzem görülmüştür.       

2-) Benzer hadiselerde de görüldüğü üzre, “derin devlet”, Osmanlı’dan bu yana süregelen bir yapı, değildir. Aksine, İttihat-Terakki’nin iktidarı ile birlikte, bizatihi Osmanlı’dan miras geleneksel yapıyı tasfiye eder. Ve bu süreçte dünyanın dengelerini gözetmektedir. Bu sebepten de uluslararası güçlerle irtibatlı bir organizasyondur. 

3-) Britanya imparatorluğunu kontrollü olarak tasfiye eden İngiltere, arkasında çatışan unsurlar bırakma taktiğini burada da başarıyla uygular. 

4-) Türkiye 6-7 Eylül’den sonra bir daha, Kıbrıs tarihi hakkımızdan dolayı bizim olmalıdır, tezini hiçbir şekilde gündeme getiremez. ( Menderes’in tezlerinden biri özetle bu idi.) 

5-) Sedat Simavi’nin 6-7 Eylül’deki rolü dikkat çekicidir. Babası Hamdi Bey, 5. Murat’ın hastalığında, veliaht Abdülhamit ile yapılan pazarlığın içindedir. Levent Çiftliğinde oturan Abdülhamit ile görüşür ve Mithat Paşa ile gizli temasını sağlar. Ailenin Osmanlı ve Cumhuriyette hakkı ile elde ettiği bir yeri vardır. Ancak Sedat Simavi’nin Kıbrıs meselesindeki rolü, oğlu Haldun Simavi’nin bir dönem Süleyman Demirel ile kapışması, diğer oğlu Erol Simavi’nin merhum Özal ile çatışması,- hatta adının Özal suikastı ile anılması ve Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun da adının Özal suikastına karışması yakın tarihin dikkat çekici olgularıdır. (Erol Simavi ve Org. Sabri Yirmibeşoğlu iddiaları reddetmekte, Özal ile aralarının iyi olduğunu ifade etmektedirler) 

6-) Hürriyet’i Aydın Doğan’a devreden Erol Simavi’nin çekilmesi büyük ölçüde Özal’ın eseri olmalıdır.  AK-Parti ve R. Tayyip Erdoğan sonrası süreçte, Aydın Doğan geri adım atmış, Uzanlar tasfiye olmuştur. 

7-) Ancak Ergenekon ve derin devlet sorgulamalarında aydınlar ve medya, asker ve sivil bürokrasiyi sorgularken, perde arkasındaki iktisadi yapı, büyük aileler ya da karanlık süreçlerden beslenenler ya da bu süreçlerin finansörleri hali hazırda sorgulanmamaktadır. .

8-) Mete Tunçay’ın da dediği gibi, İstanbul'un imparatorluk kültürünün sona ermesi ve taşralaşma,  6-7 Eylül ilebaşlar. Balkanların genelinde Osmanlı izlerinin silinme çabası ile İstanbul’un “Türkleşmesi” karşıt değil paralel süreçlerdir. Ve bir bütün olarak hepsi aleyhimize olmuştur.

9-) Rumlar önce 1924'te mübadele olur. Ama sonra Atatürk'le Venizelos arasında, 1929’da Seyrisefain Antlaşması imzalanır. Gönderilen Rumlar ticaret yapan, ekonomi içinde yeri olan insanlardır. Onların gitmesi önemli bir sorun olur. Atatürk bunu görür. İşi olurundan halletmek için Seyrisefain Antlaşmasıyla bir bakıma Ege Federasyonu kurulur. Yani serbest geçiş bölgesi oluşturulur. O antlaşmaya göre vergi yok, ticaret ve yerleşim hakları var. Türkiye'de Yunan tebaalı Rumlar ikamet ederler. 

10-) Seyrisefain Antlaşması yeniden gündeme getirilebilir ve getirilmelidir de. Bu elbette, Seyrisefain Antlaşması adıyla olması gerekmez. Lakin modernizmin uluslaşma sürecinde, ayrı düştüğümüz Yunanlılara bugün, Seyrisefain Antlaşmasına benzer bir şekilde karşılıklı serbest dolaşım ticaret ve belki ikamet gündeme gelebilir. 

11-)  Sultan II. Mahmut Yunan isyanına destek verdiği gerekçesiyle zamanın Patriğini idam eder. Ancak bu gelişmelere binaen Patrikhane deiyiniyet gösterebilir. Bir asırdan fazladır kapalı tuttuğu “matem kapısını” açabilir.

DİPNOTLAR ve KAYNAKLAR :

(*)Yalnızlıktan Saygınlığa, Demokrat Partinin Dış Politikası Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Dr. Erol Mütercimler, Demokratlar Kulübü Yayını, Ankara, 2000, s. 213-214  “İngiltere'de genel seçimler yapıldı ve Muhafazakar Parti, yeniden iktidara geldi. A. Eden Başbakan ve HaroldMacmillan Dışişleri Bakanı oldu. Böylece, Kıbrıs için yeni bir girişimde bulunmak düşüncesi artık gerçekleştirilebilirdi. Eden, Macmillan ve LordSalisbury üçlü bir komite halinde, bu yeni girişimin ve bu bağlamda Londra'da düzenlenecek üçlü konferansın hazırlığı içine girdi¬ler. 1955 yılında İngiliz Güvenlik ve İstihbarat Birimleri'nin " çok gizli "damgalı raporundaki saptama; İngiltere hiçbir şekilde Kıbrıs'tan çıkamaz, self-determination ve şelf- government kabul edilemez ; Ada askeri stratejik açıdan bi-zim için çok önemlidir, eğer Ada'yı verirsek siyasi açıdan nüfuzumuz tamamen biter. ( 13) Başbakan Eden'ın düşüncesi de zaten aynı doğrultudaydı. İngiliz Başbakanı, Yunanistan'ın " Enosis " isteğine karşı Ada'da tek nefret edilen olmayı istemiyor ve Türkleri işin içine çekerek İngiliz çıkarlarını korumayı düşünüyordu.(14) 

Dipnot: 13- BrendonO'Malley / lanCraig, TheCyprusConspiracy, ( Londra / New" York, 2000) s.21.     

Dipnot: 14-  A.y. s.21 

 

1- M. Çağatay Okutan Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları. İstanbul 2009  s.292-293 

2-  6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda yeni bakış Yassıada 6/7 Eylül Davası Mehmet Arif Demirer Demokratlar Kulübü Yayınları 1. Baskı Ankara 2006 s.58-59 

3- YALNIZLIKTAN SAYGINLIĞA Demokrat Partinin Dış Politikası Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Dr. Erol Mütercimler s. 219

4- Mehmet Arif Demirer YASSIADA 6/7 EYLÜL DAVASI Bağlam yay.  s. 404

5- YALNIZLIKTAN SAYGINLIĞA Demokrat Partinin Dış Politikası Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Dr. Erol Mütercimler s.221- 217

6- a.g.e,  s. 219

7- a.g.e,  s. 217 – 218

8- a.g.e. s. 218 

9- Hikmet Bil - Kıbrıs Olayı Ve İçyüzü İtimat Kitabevi İstanbul,  s. 110     

10- M. Hulusi Dosdoğru,  6/7 Eylül Olayları Bağlam yay. İstanbul,  s. 221

11- 01. 06. 1991 tarihli Milliyet’ten aktaran, Dilek Güven,  Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 Eylül 1955 Olayları Tarih Vakfı Yurt yay, İstanbul. 2005 s.94 

12- a.g.e, s.202 

13-   Anılar Sorular Sorumlular, Orhan Erkanlı, Taha Matbaası, İstanbul 1973 s.106 

14- Sebahattin Zaim, Bir Ömrün Hikâyesi, İşaret Yay.  İstanbul. 2008 s. 80 

celaltahir@gmail.com 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR