Bu hareketin temeli, M. Fethullah Gülen’in liderliğinde oluştuğu gözlemlenen ve Nurcu camia içerisinden çıkmış olup, zaman içerisinde birçok açıdan ondan farklılaştığı gözlemlenen bir harekettir. Yine belirtelim ki, bu hareket temelde, Risale-i Nur’a dayanıyor ise de doğal olarak onu aşmış, bazı klasik ve ‘çağdaş’ yorum, durum ve davranışların karıştırıldığı revizyonist bir harekettir!
Gelşim sürecinde Hizmet Hareketi
Hizmet hareketi Said-i Nursi’nin vefatından sonra, ana gövde olarak bilinen Yeni Asya grubundan bir takım anlaşmazlıklar ve sonradan oluşan düşünsel ve stratejik değişimler sonucu Fethullah Gülen ve arkadaşları tarafından oluşturulan bir harekettir. “Kestane Pazarı Kur’an Kursu’nda çalışmaya başlayan Gülen, burada yaygın dershane ağının temellerini attı.”(1)
Bu hareket çerçevesinde, “1976 yılında Türkiye Öğretmenler Vakfı ve ardından da ‘Akyazılı Orta ve Yüksek Öğretim Vakfı’ kuruldu. ‘Türkiye Öğretmenler Vakfı’ adına Sızıntı dergisi yayınlanmaya başlandı.” “İzmir’de faaliyet gösteren Gülen 1980 ihtilalinden hemen sonra tutuklanacağı bilgisini alınca Erzurum’a gitti. Aynı yıl tayinini Çanakkale’ye aldırttı ve 1981 yılında da vaizlik görevinden istifa etti. Buna rağmen 12 Eylül askeri ihtilaline destek verdi.”...” Sızıntı dergisinde askeri öven başyazılar yazdı.” (2)
Fethullah Gülen’nin darbeye ve darbecilere bakışı
Gülen’in 12 Eylül kadrosunun kendisini tutuklayabileceğini gördüğü halde bu ihtilale destek verdiğini görmekteyiz. Hatta bir adım daha atarak “Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi(‘darbe’ kast edilmektedir) son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor, ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” (3) diyerek, Hizmet hareketinin ‘yeni Türkiye’nin nevi şahsına özgü ‘yeni rejiminin kurucusu hükmündeki AK Parti iktidarının, başta, askeri olmak üzere her alanda vesayeti sona erdirici, ne olursa olsun milli iradeyi baz alıcı ‘yasal’ operasyonlar çerçevesinde mahkemesi görülen Ergenekon ve Balyoz davalarında, kendi medyal organları üzerinden seslendirdiği vesayete karşı duruşu, elbette bir ilerleme olarak değerlendirilebilirdi.
Buna rağmen, zaman ve zemin değiştiğinde ise, yine vesayetçi yöntemlere başvurulacak ve yine vesayetçi yönetimlere methiyeler dizilecek mi, sorusunu sormamız gerekmektedir, yapılan ve AK Parti iktidarını hedef alan 17 Aralık operasyonuna ve bunun bir sonucu olarak görmemiz gereken 15 Temmuz ‘ihanet’ darbesinin ortaya konmasına ve sonuçlarına baktığımızda...
Harekerin âlemet-i farikası: Dinler Arası Diyalog…
Israrla Sünnilik vurgusu yapılmasına rağmen, dini bazda bağdaştırmacı /senkretik ve ezoterik yönü bulunan ve Sünni hattı savunduğunu belirtmeye çalışan, bölgesel bazda ise, mezhep farklılığına ve ayrımcılığa vurgu yapan, ya saldırmacı ya da suçlayıcı tavırlar içerisinde bulunan; küreselde ise, diyalogcu, daha açıkçası dinlerin arasını telif edici, onları dikkate alarak eritmeci, daha açıkçası Katoliklikten yola çıkarak Katoliklik dışı tüm dinleri ortadan kaldırma amacına yönelik bir dinler arası diyalog görüşünü savunan, başta Vatikan’ı ilgilendiren, oradan yola çıkıldığında da başını Bushların çektiği Evanjelist dinci anlayışa Neo-concu bir tarzda yaklaşılan flu bir manzara söz konusuydu.. Fethullah Gülen’in Papa’ya yönelik kullandığı şu ifadeler, meseleyi tamamen özetlemektedir; “En âciz bir şekilde, hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli diyalog hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.” (4)
Seksenli ve doksanlı yıllarda “Hizmet Hareketi”
Seksenlerde ANAP’ı destekleyen Gülen ve Hizmet hareketi bu dönemde hızlı bir yayılma göstermeye başlamıştı. Aynı zamanda Sızıntı dergisinin tirajını arttırdığı, yeni Işık Evleri açılmakta olduğu ve özellikle de orta büyüklükteki Anadolu sermayesi üzerinde ciddi bir nüfuzun ve ‘kalıcı’ bir etkinin kurulmaya başlandığı görülmektedir. Bu dönemde, hemen her kesimin ilgisini çeken Özalizm rüzgârına binaen, bu hareketin selefi olan Yeni Asya hareketine nazaran Demirel değil de Özal’dan yana tavır takınmaları, yine bir açıdan muhafazakâr bir yaklaşımın sergilendiğini ortaya koyuyor olsa da, bir kazanım olarak değerlendirilebilir özellikleri barındırmaktadır. Yani, Demirel’in değil de Özal’ın desteklenmesi yine bir açıdan ‘eski’ Nurcuların bir nevi kader gibi algıladığı ehven-i şer mantığının bir başka versiyonu olarak tarihteki yerini alacağa benzemekteydi...
Buna rağmen, “Fethullah Gülen, Kanal D’de Milliyet yazarlarından Yalçın Doğan’ın konuğu... Yalçın Doğan soruyor, Fethullah Gülen cevap veriyor: (N. Erbakan’ı kasdederek) “ Ben bu şahısla hiç sevişmedim. Allah ruhları yarattığında bazı ruhlara ülfet peyda eder. Bu ruhlar bu dünyada da sevişir ve görüşürler. Ancak ben bu şahısla demek ruhlar yaratıldığında da sevişmemişim ki bu dünyada da sevişemiyorum.” demektedir (.5)
Adil olmak gerekirse, Milli Görüş lideri merhum Necmettin Erbakan siyasi, sosyal ve ‘dini’ görüşü bağlamında, milletin nazarında F. Gülen’den daha iyi bir yerdeydi. Gülen 28 Şubat döneminde gizlenmeye, saklanmaya çalıştığında, Erbakan Hoca’nın efkâr-ı umuminin sözcüsü edasıyla değerlerimizi savunduğu ve bundan dolayı da ona ‘savunan adam’ payesi verildiği görülmeliydi...
2002 süreci ve AK Parti ile ilişkisi
Dost düşman herkes şunda ittifak eder ki AK Parti, 2002 ilk iktidar döneminde, en başta tüm toplumla ittifak yapmış, onun yönetimini üstlenmiş ve özelde de başta Gülen hareketi olmak üzere birçok STK ile birlikte, muhafazakâr yönü ağır basan çevrelerle daha özel ittifaklar yapmıştır. Ki bu ittifaklar sonucu, bir zamanlar ‘yeşil sermaye’ denilip dışlanan Anadolu sermayesi esas gücünü bu dönemde ortaya koyabilmiştir. Yapılan ittifaklar sonucu ‘peyderpey’ eli güçlenen AK Parti iktidarı, gerek kendi toplumsal dinamikleri, gerek yerel ve gerekse de bölgesel ve küresel farklılaşmaların artılarından güç alarak Kemalist karakterli laik/sol askeri vesayeti bitirmek için sahaya inmiş ve 2010’da yapılan anayasa referandumu sonucunda da birçok görece başarılar elde etmişti.
Bu vesayeti bitirme sürecinde, vesayetten on yıllardır muzdarip olan çeşitli toplumsal çevrelerden ziyade, Gülen hareketinin daha bir iştiyakla işin içerisinde olduğu, gerek kendilerine yakın iş çevreleri, STK’ları, gazetesi, dergisi ile hemen her fırsatı değerlendirdiği görülecektir. Kaldı ki diğer toplumsal çevreler belki de iktidara sunmaya çalıştıkları desteğin yeterli olacağını düşünerek topu AK Parti’nin kucağına atarlarken, cemaat, ise, belki de dershane tartışmaları ve Hakan Fidan/MİT olayı üzerinden sağlama almaya çalışmış, çeşitli sosyal ve siyasal kehanetlerde bulunarak, diğer toplumsal kesimlerin aksine, hatırı sayılır toplumsal, siyasal, bürokratik, maddi ve küresel imkânlarını kullanma yoluyla kendini bugünlere getirmiş oluyordu.. Buna rağmen şu ifadeyi de bir nevi telkin etmiş oluyordu, bugünleri anlamaya çalıştığımızda; “Tamam vesayete karşı birlikte mücadele ettik, ‘ama ey AK Parti veya ey diğerleri, bizde hatırı sayılır bir iktidar taliplisiyiz!
Bu meyanda 15 Temmuz’a bir vurgu
Zaten bunun böyle olduğunu da, salt bir iktidar taliplisi olmaktan ziyade, 15 Temmuz’da halkın üzerine tankları sürüdüğünde, halkın evlatlarını şehit ettiğinde, güvenlik mahallerini bombaladığında ve özellikle de milli iradenin tecessüm ettiği meclis binasına saldırı düzenlediklerinde, düpedüz, başta ihtiyar şizofren adam olmak üzere toptan şizofrenik vaka içerisinde bulunduklarını, olmayacak şeyleri sayıkladıklarını bilmekteyiz şu andan itibaren..
Serzenişleri şöyle sıralayabiliriz; 7 Şubat 2011’deki MİT operasyonu apaçık bir cemaat operasyonuydu. Şöyle ki, kendi cemaat tabanında hatırı sayılır bir Kürt kitle bulunan bir cemaatin, yapının, bu kitlenin, değil salt siyasete dayanan, en başta kültürel ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların dışa vurumu sayılabilecek talepleri elbette vardır ve olacaktır da! Cemaat’da bu ihtiyaca binaen, Türkiye tarihinin Kürtçe yayın yapan ilk özel televizyonunu -Dünya TV’yi- kurdu. Bu bir açıdan asırlık bir yara olan Kürt sorununa yönelik atıldığı gözlemlenen ilk adımdı. Evin içine yönelik bir iyileştirme, yara sarma ve belki de sus payı idi!
Külli anlamda hareket ettiğimizde ise, var olan bu sorunun çözümü konusunda, başına Hakan Fidan’ın getirilmesi yoluyla içeriği mümkün oranda bir temizliğe tabi tutulan, bilgileri güncellenen, daha operasyonel hale getirilip kendi hantallığından kurtarılmak istenen, devlet ve toplumun ‘güvenlik’ açısından en önemli asli bir kurumu olan MİT’in dolaylı değil de doğrudan –mantıklısı da buydu zaten-- PKK/KCK/Kandil’le görüşmeler ulusal ve uluslararası bir şebekenin deşifresi sonucu ortaya döküldü ki, kamuoyunda iktidara yönelik ‘ihanet ettin!’ tepkileri çoğalsın, iktidar yüzü görmeyen müzmin, endazesiz ve çapsız muhalefete de saldırı için gün doğsun!.. Hatta son dönemde artan canlı bomba eylemlerinin bir ucunun FETÖ’ ye dayandığını söylemek zor olmasa gerek...
Amaç ise, ‘kendi yutar salkımı, halka verir talkını” misali, terör örgütleri ile işbirliği içerisinde olmasından dolayı, bir yandan terörden medet umma, bir yandan da AK Parti iktidarını, daha açıkçası İslamcı camiayı ulusal ve uluslararası arenada “yanlış yapıyorlar!” diye yalnız bırakmak ve iktidarı alaşağı etmekti...
MİT’in değil de bizzat Hakan Fidan’ı hedef alan saldırılara bakıldığında, bir ucunda İsrail, bir ucunda dış temsilcilikleri ile birlikte ABD ve yerel uzantılarını görmekteyiz. Belki de modern diplomasi tarihinde, bağımsız bir ülkenin, belki de ‘sıradan’ bir bürokratik atama çalışması, ulusal ve uluslararası güçleri ilk kez bu kadar ilgilendirmekte, kaygılandırmakta, endişelendirmekte, korkutmakta ve onlar açısından tehlikeli addedilmektedir!
FETÖ’nün Gezi’deki marifetine bir değini
Dikkat etmişsinizdir belki, Gezi kalkışması sırasında muhafazakâr iş çerçevesinde iki büyük kurumdan birinin, salt maddi gelecekleri açısından AK Parti iktidarına yönelik yapmış olduğu eleştirilerin benzerleri o süreçte ve daha sonraki süreçte cemaatin yayın organları olan Bugün ve Zaman gazetesinde yayımlanıyordu. İleri sürülen iddiaların önemli bir kısmının doğrudan ‘mağdur’ olmuş toplumsal kesimlerle ilgili olmaktan ziyade ya bizzat cemaatin, ya da olası bir iktidar değişiminde iş başına gelecek olan laik iktidarların yanında, güçten, takatten düşmeden var olmak, kendi hayatiyetini sürdürebilmesini içermekteydi...
Bu hareketi kim/kimler neden ve hangi Saiklerle desteklemişti?
Fethullahcı yapının bugünlere gelmesinde hiç kuşkusuz yanlış ve sapkın din anlayışına meyyal insanlardan oluşan koca bir güruhun, gözü ve idraki kapalı, imanını –vardı ise eğer-sahih amelle süsleyeceğine, hurafen, kinaye ve büyük bölümü İslam öncesi ezoterik dinsel anlayışlarla doldurulmuş bulunan bir dinsellikle hareket etme suretiyle, doğal olarak da bu harekete emir eri olmaya namzet insanların etkisi ve katkısı söz konusuydu...
Karşımızda her ne emredilmişse, fertleri bağlamında o emirleri harfiyen uyguladığı bilinen bu güruhun yanında farklı birçok insan bloklarını da görmekteydik...
Bunlar içerisinde, önemli bir kısmı, din algısı ve elde etmiş bulunduğu İslam düşüncesi açısından bu tür hareketlerle hiçbir uyuşacak tarafı bulunmadığı hemen herkes tarafından bilinen ve bir kısmı da ‘acemi akademisyen, gazeteci ve yazarların, o hareketin şaşaalı dönemlerinde, hareketin etki alanına girmeye çalıştığı da kayda değer, ama İslamcı camiayı da rahatsız eden bir duruma sahip olmuştu.. Allah’a şükür ki, -bir kısmı bazı indi mülahazalarla bir anlık ‘kanmış’ olsalar da, paralel ihanetin safha safha yayılması sonucunda, kendi benliklerine, camiasına ve toplumuna döndüğünü söyleyebiliriz...
Meclis binasının vurulmasının anlamı üzerine…
15 Temmuz darbe girişiminde dikkat çeken en önemli saldırılardan birinin ve belki de en önemlisinin TBMM binasının vurulması olmuştur. Bu tesadüf olmamakla birlikte, ortaya konan eylem planında olmadığı halde, bir iki askerin işgüzarlığı olarak da okunamazdı. Bu başta, Türkiye’nin –yanlışı ve doğrusuyla- doksan küsur yıllık bağımsızlığının, başta Amerika olmak üzere emperyalizm adına yok sayılmasının olası bir ihalesi ve aynı zamanda da o bağımsızlığı ‘ti’ ye alacak oranda halkın iradesini ve parlamenter demokratik yapının, partilerin şahsında bir itibarının olmadığını göstermekti...
Bir de buna bağlı olarak, o karmaşık ruh halinden aldığı güçle(!) kendini mehdi/mesih ilan eden, hatta kâinatın imamı olduğunu söyleyen Fethullah Gülen’in, Mehdi geldikten sonra –’Sahi Mehdi diye bir varlık var mıydı ve de gelecek miydi acaba?’..- İnsanları Allah adına yönetme ve ‘sürüleştirme’ imkânı oluşacaksa, ne Şura’ya, ne demokrasiye yer olmayacaktı! Adam işi biliyordu ve hem de Amerika onu bizler için profan (Laik) halife olarak işliyordu. Bu zat ne diye Amerika’daydı sanıyordunuz!!!
Kısacası, Gülen hareketi ezoterik, Mehdici, Mesiyanik ve hurafeci bir karaktere sahip olup hem klasik doneleri, hem pozitivist doneleri kullanan, 20.yüzyıl mantığıyla hareket eden ve 21 yüzyılın ilk çeyreğinde kalkışmada bulunan, ama artık tankların önüne yatıp ülkeyi ve meydanı darbecilere kaptırmayan asil halkın asaletli duruşuna ve direnişine mağlup olan bir hareket olup ömür boyu ihanetiyle ve bağiliğiyle anılıp duracaktır.
DİPNOTLAR
1. Hulusi Şentürk, Türkiye’de İslami Oluşumlar ve Siyaset ‘İslamcılık’ s.258, Çıra yay. 2011 İst.
2. Hulusi Şentürk, age, s.259
3. Hulusi Şentürk, age, s. 259
4. M. Fethullah Gülen, Papa’ya Mektup, Zaman Gazetesi, 10.04.1998
5. Hulusi Şentürk, age, s. 260
***
Not: Bu yazı, 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde, daha sonra örgüte (FETÖ) dönüşecek olan Gülen hareketinin mahiyeti ile ilgili olarak, var olan donelerden hareketle kaleme alınmış olup hemen darbe girişiminin akabinde(Temmuz 2016) Özgün İrade Dergisinde yayınlanmış olup, şimdi de, yayınlanarak okuyucusunun istifadesine sunulmuştur.