Celal TAHİR

Tarih: 22.05.2020 15:51

12 Mart Çatışma İçinde Oyun

Facebook Twitter Linked-in

12 MART’IN ULUSLARARASI ZEMİNİ

1960’ların sonunda ve 70’lerin başında, Sovyetlerin bazı Arap ülkelerine yaptığı yardım ve Akdeniz’deki varlığı, ayrıca Türkiye ve İran’la yakınlaşması ve Ortadoğu’da artan Çin etkisi, o dönem Orta-Doğu’da ve Türkiye’de yaşananları anlamak için dikkate alınmalıdır. Mısır’da, Cumhurbaşkanı Enver Sedat, kendisini iktidardan devirme planları olduğu gerekçesiyle,  Sovyet yanlısı grubun lideri olarak bilinen, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Sabri’yi, tutuklatır. Bu, muhtemelen Ali Sabri’nin ABD ile yakın ilişki kurulmasına karşı çıkması ve Suriye ile kurulabilecek bir federasyona muhalefeti üzerine yapılır. Mesele Sedat’ı devirme planları değil, fakat darbe gerçekleşecek olursa, SSCB yanlısı bir çizgi izlenecek olmasıdır. Sudan’daki durum da buna paraleldir. 1971 Temmuz’unda Başbakan Numeyri, Albay Hasan El-Ata liderliğindeki bir grup subay tarafından görevinden uzaklaştırılır. Mısır ve Libya ile Numeyri’ye sadık ordu mensuplarının acil müdahalesi, Numeyri’yi tekrar iktidara getirilir. Darbe önderleri idam edilir. Numeyri, Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ın İsrail’le barış girişimlerini destekleyen ilk Müslüman devlet başkanı olur. Tüm bu gelişmeler içinde, Hafız Esad, 1965’ten beri sürdürdüğü mücadelesi neticesi, 13 Kasım 1970’te kansız bir darbeyle iktidarı ele geçirir. Hafız Esad’ın, sonraki yıllarda SSCB ile ilişkilerini geliştirmesi, Mısır, Ürdün, Türkiye’de, Sovyet etkisinin geriletilmesi/tasfiye edilmesi ile birlikte düşünüldüğünde, oldukça dikkat çekicidir. Tüm bunlar Suriye’nin pozisyonu ve işlevi itibariyle, özel bir ülke olduğunu akla getirmektedir. Türkiye, Mısır ve Sudan’da 1971’de meydana gelen olaylar, bu sosyopolitik arkaplan çerçevesinde incelenirse daha anlaşılır olur.

Suriye ve Irak’taki Michael Eflâk’ın geliştirdiği Baas hareketinin, -Mısır’da Cemal Abdülnasır’ın, bütün üçüncü dünya ülkelerini etkileyen ulusalcı-sosyalizmin- ideolojik dayanağı Kruşçev önderliğinde toplanan Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) 22. kongresidir. Bu kongrede “kapitalist olmayan yoldan kalkınma tezi ortaya atılır. Bu teze göre, bazı ülkelerin proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirmeden kapitalizmin etki alanının dışına çıkabilir. Kapitalist olmayan yoldan kalkınma tezi, ülke içinde, ekonomide devletçi siyaseti olan bir tek-parti diktatörlüğü, uluslararası planda ise Sovyetler Birliği ekseninde hareket edildiğinde, sosyalizm yoluna girilebileceği şeklinde, çok kısa özetlenebilecek bir tezdir. Kapitalist olmayan yoldan kalkınma tezinin Mısır’daki karşılığı Nasır sosyalizmi, Libya’daki karşılığı Kaddafi’nin yeşil sosyalizmi, Irak ve Suriye’deki Baas Partileridir. 12 Mart’ta ortaya çıkan 9 Mart sol cuntası, 28 Şubat hareketi ve son dönemdeki Ulusalcı hareketin de bir ölçüde bu eski Baasçı tezleri anımsattığı söylenebilir.

Türkiye’de de 12 Mart’ı hazırlayan sebeplerin arasında, 12 Mart öncesi Demirel hükümetinin dış politikada Sovyetler Birliği ile olan ilişkileri geliştirmesi ve 1969 senesi ile birlikte ABD’nin Türkiye’ye haşhaş ekimini yasaklaması yönünde yaptığı baskılar vardır. SSCB ile ilişkiler noktasında yaşananları daha sonra Demirel Cüneyt Arcayürek’e şöyle ifade eder: “ABD bu gelişmeleri hep kuşku ile karşıladı Türkiye’nin Sovyetler ile yakınlaşmayı öngören yeni tutumundan rahatsız oldu. O kadar ki, Menderes’in 27 Mayıs öncesi Moskova’ya gitmeyi Planlaması, daha sonradan Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında bir senato heyetinin Rusya’ya giderek Kruşçev ile görüşmeleri ve bu görüşmeler sırasında ‘Sovyet Lideri’nin heyete 1954’deki Stalin Dönemi istekleri (Kars ve Ardahan’ın Türkiye’den istenmesi, Sovyetlerin Boğazda bir üs kurmak istemesi) olan önerilerinin çok geride kaldığını söylemesi ile ABD’nin geneldeki kuşkuları iyice artıyordu”  Ve en çarpıcı olanı: “1967 yılındaydı. Yönetimlerle içli dışlı olduğu bilinen ünlü Amerikalı gazeteci Sulzberger görüşme yapmak için bana geldi ve kapıdan girdi, oturdu, ilk sözü ‘siz aks mı değiştiriyorsunuz” olur. –1-     5 Ocak 1971 tarihli Hürriyet gazetesinde New York kaynaklı bir habere göre de: “Mısır’a gitmekte olan Rus Mig uçakları ‘sık sık’ Türk hava alanlarına inerek yakıt ikmali yapmaktadır.”  Buna karşı Demirel, Türkiye’deki üslerin Lübnan’a asker gönderilmesinde kullanılamayacağını açıklar. Doğu Akdeniz’deki Sovyet filosunun gemileri, hiçbir kontrole uğramaksızın boğazlardan geçmekte, Türkiye SSCB ile geniş kapsamlı yardım anlaşmaları imzalamaktadır. İsrail Başbakanı Abba Eban, BM toplantısında Türkiye’nin tutumunun dostça olmadığını belirtir. Ve o yıllarda, 9 Mart 1971 gününe kadar TSK içinde güçlü bir kanat, 27 Mayıs’ı tamamlamayı düşünmektedir. Ancak 9 Mart akşamı Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan iki saatlik bir toplantıda bu ihtilal teşebbüsü masaya yatırılır ve darbe o toplantıda biter. 9 Mart’ın içte desteği yetersizdir. Ve belki İngiltere arkasında olmakla beraber,  9 Mart cuntasının o dönem Basçılığa ve Nasır’a özenen Sol-Kemalist yorumunu ABD’nin desteklemesi zordur.   Burada bir İngiltere-ABD ayrışması da gündeme gelir. Ve aralarında bir bilek güreşi de yaşanır. Ancak dünya egemenlik sisteminin akıl merkezi Britanya-Londra olmakla birlikte artık ABD özellikle siyasi-askeri açıdan öndedir.2. Dünya Savaşı’ndan beri Dünya’da ve Türkiye’de söz ve nüfuz sahibidir.

Ayrıca muhtemelen oyun içinde bir oyun vardır.   ORHAN KABİBAY VE OYUN İÇİNDE OYUN

Uğur Mumcu çok evvelden şu soruları sorar. “12 Mart nasıl gerçekleşti? 15 Mart’ta silahlı kuvvetlerden çıkarılanlar kimlerdi? Bu subayların gerçekleştirmek istedikleri neydi? 12 Mart’tan önce ne gibi hazırlıklar yapılmıştı? Kimler bu hazırlıklara katılmıştı? Gürler ve Batur’un bu hazırlıklardan haberi var mıydı? Orhan Kabibay’ın bu çalışmalardaki payı ve etkisi neydi? 12 Mart’tan önceki bir hafta nasıl geçti? Nihat Erim’in bu işlerle ilgisi nasıl açıklanabilir? Kabibay hem sağ hem sol cuntanın kilit adamı mıdır? 12 Mart’a gelen günlerde, yerli ve yabancı bazı çevrelerde 12 Martçıların, yurt içinde ve dışında temasları olmuş mudur?”  -2-

 Uğur Mumcu haklı gözükmektedir.  “Madanoğlu Cuntası/İddianame” kitabında “31 Ağustos 1969, İstanbul’da C. Madanoğlu’nun evindeki toplantıda, “7-8 ay evvel Orhan Kabibay’’n bir ihtilâl grubu kurduğu ve bu grubun içinde İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Güney Özçebe ve Fakih Özfakih’in de bulunduğu ve Cemal Madanoğlu’nun başkan olmak şartı ile bu grup tarafından yapılan teklifi kabul ettiği” yazar. Yine 24 Ekim 1969’da MİT elemanının annesinin evinde Hıfzı Kaçar, Necdet Düvencioğlu’nun üçlü olarak yaptıkları bir toplantıda, “Başlangıçta birbirinden ayrı olan Mucip Ataklı ve Ekrem Acuner gruplarının hem birbirleriyle, hem de Orhan Kabibay ile birleştikleri, kendi sivil kadrolarının da Orhan Kabibay ile irtibat halinde olduğu” görüşülür.    -3-

Kabibay cuntası ihtilal hazırlığı yapan generallerle de irtibat kurar. Generallerin meydana getirdiği gruba, büyük cunta denir. Bu cuntanın başında, Selim Paşa ve Yavuz Paşa diye anılan, Faruk Gürler ile Muhsin Batur vardır. Ayrıca Deniz Kuvvetleri’nden Donanma Komutanı Kemal Kayacan cuntanın içindedir.  Bir tek Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç yoktur ama onun da genel sekreteri cuntadadır. Cuntanın diğer ayağı ise Çankaya’dadır.  Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri Cihat Alpan da cunta ile irtibatlıdır.

Ancak 12 Mart’a doğru gelirken bir başka –belki de asıl- oyun devreye girer ve 9 Mart cuntası âkim kalır.  Bu süreçte dört husus dikkat çekicidir:

1- Ankara Gazi Çiftliği’ndeki toplantıda Süleyman Demirel ve MİT Müsteşarı Fuat Doğu’nun Muhsin Batur’a açıktan cunta faaliyetlerinin içinde olduğunu söylemeleri Batur’u sıkıştırmaları.

2- Tağmaç ve Faik Türün’le birlikte “merkezin” ağırlık koyması ve muhtıranın tarihinin 9 Mart’tan 12 Mart’a, yönünün ise soldan sağa dönmesi.

3- 12 Mart’a yakın günlerde Muhsin Batur’un ABD siyaseti ve içeriği hâlâ meçhul, büyük ihtimalle Türkiye’deki gelişmeler ile ilgili ziyareti ve görüşmeleri.

4- Kabibay ve/veya başkalarının iç ve dış çevrelerle yaptığı tahmin edilen/söylenen, içeriği bugüne kadar gizli kalan görüşmeleri.

11 Mart’ı 12 Mart’a bağlayan gece 23.00’da DEV-KUR olarak bilinen devleti kurtarma hareketi, yani karşı darbe başlar ve muhtıra verilir. Aynı gün saat 15.00’de, TBMM’de muhtıra okunur. Koca Meclis’te bir tek Hasan Korkmazcan ayağa kalkarak, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı tezkereleri dışında bir tezkerenin mecliste okunamayacağını söyleyerek itiraz eder. Meşhur şapkasını mecliste bıraktığı söylenen Demirel Saat 17.00’de istifasını Cumhurbaşkanı’na gönderir ve saat 19:00’da da makamını terkeder.

Kabibay’ın çeşitli cunta oluşumları arasında mekik dokuyan ve kilit rol oynayan kişilerden biri olduğu Erim Hükümeti’ne verdiği destekten de anlaşılmaktadır. Kurtul Altuğ “12 Mart ve Nihat Erim olayı” kitabında,   “Kabibay’m evi o sıralarda bir karargâh oldu. Bütün CHP’li ileri gelenleri —bir kısmı sonradan bakan oldular— bütün gençlik kuruluşları temsilcileri, eski ihtilâlciler, Tabiî Senatörlerin bir kanadı, Kabibay’a geliyorlar orada durum muhakemesi yapılıyor. 12 Martın hedefine ulaşması için elden gelen gayret esirgenmiyordu. Kabibay, sık sık toplantılar tertip ederek, kurulacak olan 12 Mart Hükümeti’nin desteklenmesini salık veriyor, bildiriler Kabibay’ın evinde hazırlanıyor, TRT’ ye buradan aktarılıyordu.” satırları okunmaktadır.  -4-

Yeni duruma adapte olamayan, hâlâ 9 Mart’ın hedefleri beklentisi içinde olanların başına olmadık işler gelmektedir. Yine Kurtul Altuğ’un  “Genelkurmay’ın Işıkları Yanıyordu” kitabımdan okuyoruz. “12 Mart’ın o sıcak günlerinde Bakanlar Kurulu henüz teşkil edilirken Kabibay sık sık Nihat Erim’e gidiyor, ona siyaseten yardımcı oluyordu. O akşamüstü Orhan Kabibay’ın eski arkadaşları onu ziyarete geldi. Numan Esin, Talat Turhan ve galiba bir de İrfan Solmazer. Kabibay o buluşmadan keyifsiz ayrılmıştı, bana şöyle anlattı: “Arkadaşlar, Nihat Bey’in Başbakanlığını içlerine sindirememişler. Onlar hâlâ 9 Mart’talar. Ben de onlara hiç değilse kendi emniyetimiz için Nihat Bey’e destek vermemizi tavsiye ettim. Onlar işe devam etmek istediler! Ben, ‘O halde yollarımız ayrılıyor. Bundan sonra benden yardım beklemeyin!’ dedim!” Bir süre sonra bu dostların Boğaz Köprüsünün altına bomba koymak iddiasıyla tevkif edildiklerini ve pek çok yazarla önce Selimiye Kışlası’nda, sonra kontrgerilla karargâhı olarak tanınan Ziverbey Köşkü’nde çok sıkıntılar hatta işkenceler çektiğini duyacaktık.”  -5-

Çünkü 12 Mart Orhan Kabibay’a göre, “bir yörünge düzeltme hareketi”dir.  Tıpkı Çevik Bir’in deyişi ile 28 Şubat’ın “demokrasiye bir balans ayarı” olması gibi. Orhan Kabibay’ın 12 Eylül’de Kenan Evren’e Danışma Meclis’inin hazırlanmasında bazı isimleri tavsiye ederek yardımcı olduğu, 28 Şubat’ta da Çevik Bir ekibi ile irtibatlı olduğu, söylenmektedir. Kabibay’ın 27 Mayıs’ın bir numaralı isimlerinden olduğu ise zaten malumdur. Demek ki Türkiye’nin son yarım yüzyılının ve neredeyse yaşanan bütün darbelerin, 2004’te vefat eden Orhan Kabibay’ın biyografisi yazılmadan açıklığa kavuşması, mümkün gözükmemektedir.

Neticede 1970-80 arası yaşanan ve 12 Eylül ile neticelenen sürecin tohumları 12 Mart’ta atılır. Bu süreçte solda “Tam Bağımsız Ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganıyla harekete geçen, Doğan Avcıoğlu-Mihri Belli çizgisi, sağda da “Yeniden Milli Mücadele Hareketi” dikkat çekicidir.  CHP-MSP koalisyonu bozulduktan sonra birinci MC kurulur. Bu durumda Ülkü Ocakları hükümetin en azından bir bölümü tarafından kollanır olur. Sol’un da 9 Mart hareketinin devlet içinde yer tutan unsurları eliyle desteklenmiş olması mümkündür. Dış güçlerin senarist, yönetmen ve hem de başrol oyuncusu olduğu, geçen zaman zarfında daha da iyi anlaşılmıştır. Neticede olan Türkiye’ye, özellikle ülkenin gençliğine, yani geleceğine olur.

Kaynaklar ve Dipnotlar

1- Cüneyt Arcayürek açıklıyor, C:5, s.125-127

2- Suçlular ve Güçlüler, Uğur Mumcu, s.277-278

3- Madanoğlu Cuntası/İddianame, s.76-77-79

4- 12 Mart ve Nihat Erim olayı,  Kurtul Altuğ,   s. 24

5- Kurtul Altuğ’un  “Genelkurmay’ın Işıkları Yanıyordu, s. 394


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —