Yoldan çıkmanın yolu (1--2)

Mustafa Kutlu; yürünen “yol” insanlığı nereye getirdiğini söylemiştik.

Yoldan çıkmanın yolu (1--2)

Yoldan çıkmanın yolu – 1

 Âmentü’ye inananlar için dünya hayatı ahıretteki akıbetimiz (hesap günü) düşünülerek tanzim edilir. Bu sebeple fert ve toplum olarak “Ahlâk Nizamı”na uygun bir hayatımız olmalıdır. Hâlihazırda dünyada bir “Ahlâk Nizamı” yok ise onu var kılmak hedefimizdir. Peki bu nasıl olacak?

Önce şunu tesbit edelim: Şu an dünyada ve ülkemizde “Ahlâk Nizamı”na uygun bir düzen yoktur.

Bütün dünya tek bir sistemin sultası altındadır. Bu sistem ahıretin varlığına inanmaz. Cenneti bu dünyada bulmak için kurgulanmıştır.

Bu düzenin adı “Kapitalizm”dir.

“Tek yol”u budur. İnsanlık bile-isteye veya cebrî olarak bu yolda yürümektedir. Bu yolun tek çıkar yol olduğu âdeta “itikadî” hale gelmiştir. “Hayat tarzı”nı o belirler, âdeta yeni bir “kilise” olmuştur. Kilisenin direklerini “bilim” diker, karşı çıkan “aforoz” edilir.

Sistemin kurucusu “Küresel Sermaye”dir. Kim olduğu, ne olduğu hakkında “efsaneler” söylenir. Koyduğu “kanun”ların hakimiyet ağı o derece geniştir ki; âdeta hangi taşı kaldırsanız altından o çıkar.

Paralar, bankalar, çarşılar, ulaşım-iletişim, silahlar, ordular, adı-sanı olan meşhur üniversiteler, laboratuvarlar, kütüphaneler, projeler, ar-ge’ler, araştırmalar, arşivler, kayıtlar, kongreler, dergiler, makaleler, ödüller-ünvanlar, deneyler, yer ve gök, hatta uzay ondan sorulur.

Hâşâ Tanrı’nın yerini almıştır ve “Kanun benim” der. Bazan mafya, bazan mahkeme olur. Melek midir, şeytan mıdır bilinmez lakin “güç” ondadır, inkar edilemez. İşte burada duralım ve bu seküler tapınaktan çıkalım.

Demek bu abartılı tasvirden sıkıldınız. Bir korku tüneline girmiş gibi oldunuz. “Yol”dan çıkıp nefes almak istiyorsunuz.

Pekâla! Hadi sizi ferahlandıralım. “Yol”un faziletlerinden dem vuralım.

Önce insan haklarından başlayalım. Ardından evrensel hukukaözgürlüklere ve demokrasiye geçelim. Çevreciliğiinsan sevgisini unutmayalım. Barıştan dem vuralım. Kalkınmacı, ilerlemeci olalım. Madem bu zenginlik, bu konfor, bu refah bizim. Eh! Daha ne istenir ki.

“Güç temerküzü” işin başıdır.

Maddî-manevî, ilmî-fikrî, siyasî-iktisadî, askerî-mülkî her alanı inhisarında tutan bu gücün adı “sermaye”dir. Batı’da vücut bulması, kimlik kazanması uzun sürmüştür. Ne zaman ki hakimiyet gökten yere indirildi hayatın bildik mânası, büyüsü, şiiri kayboldu. Kaba güç, nefs-i emmare tüm vahşeti ile hem hemcinsini hem tabiatı yağmaladı. Kan dökerek, kandırarak, esir alarak, altını ve gümüşü biriktirdi.

Ardısıra gücüne güç katacak olan “sanayi”yi kurdu, tarım toplumunu bitirdi, insanoğlunu topraktan kopardı fabrikaya kul yaptı. Endüstri ile üretim ve tüketim dünyanın görmediği rakamlara ulaştı. Hele bir de teknolojik gelişme vukubuldu ki, zenginliğin parıltısı, medeniyetin ışığı gözler kamaştırdı. Batı’daki bu yolculuk felsefe-bilim-sanat-siyaset sahnesine sayısız isim kazandırdı. Çağdaş Küresel Medeniyet denilen dinsiz gelişimin binlerce cilt tutan macerası ünlü kütüphanelerde ve artık dijital ortamda bulunuyor.

Tüm dünyada eğitim-öğrenim bu “Tek yol”dan başkasını kabul etmez. Bu yola tabi olacak, bu kulvarda koşacaksınız. Hayatta kalmak istiyorsanız “Küresel Güç”e inanın.

Sebep?

Çünkü “En büyük o, başka büyük yok”. Bu yolda yürüyen insanlık nereye vardı? Ulaşılan menzili “Kalbin Sesi” kitabımda anlattım. Ama burada da bir iki cümle söylemeliyim.

Cumhurbaşkanımız BM’de yaptığı konuşmada dünyanın servetine 62 kişinin el koyduğunu söyledi. Bu söz artık meşhur olan “Dünya beşten büyüktür”den daha önemli idi ama kimse üzerinde durmadı. Son aylarda yayımlanan “Dünyada gelir dağılımı” raporlarına bir bakın.

Düpedüz “zulüm” göreceksiniz. Dünyadaki servetin %99’una %1 nüfus el koyuyor. Küresel güç dünyanın kanını emiyor.

Bu yolda yürüyerek dünyanın en güçlü beş ekonomisinin arasında yer almayı makbul ve meşru göremeyiz.

Yoldan çıkmak” kendi düşünce zeminimizde imal-i fikr ve tartışma ile vücut bulabilir. “Kendimiz olmak” ne kadar mümkündür?

Aman dikkat!

Nasıl bir slogan attığımın farkındayım. Eğer bana uyar “yoldan çıkarsanız” gayr-ı ilmî, gayr-ı ciddî, ütopist, romantik, hayalci, kayda değmez benzeri sıfatlarla anılabilirsiniz.

“Yoldan çıkış”ın yol haritası haftaya.

Yoldan çıkmanın yolu-2

Geçen haftaki yazımızda tüm dünya gibi bizim de tâbi olduğumuz Çağdaş Küresel Medeniyet’in kanunlarından, hayat tarzından bahsetmiş; yürünen “yol”un insanlığı nereye getirdiğini söylemiştik.

Tekrar edelim: Bu bir “zulüm” düzenidir. Kapitalizmin kanunları içinde kalarak “Başka bir dünya (hayat) mümkün” demek muhaldir.

Âmentü’ye inananlar paradigmayı değiştirip “Kendi zeminleri”nde imal-i fikr etmek zorundadırlar. Açıkçası mevcut ve mer’î olan “yol”un sanayiini-endüstrisini-teknolojisini, ticaretini, siyasetini, eğitimini, sanatını kullanarak “hak yol”a varılamayacağını bilmelidirler.

Ne demiş atalarımız: “Elden gelen övün olmaz, o da vaktinde bulunmaz”.

“Kendimiz olmak” için sürekli mevcut düzene reddiye yazıp, ağlayıp sızlanmak bize yakışmaz. Saksıyı çalıştırıp, ‘Yaradan’a sığınıp, kalben-zihnen-ilmen-fikren bir hareketi başlatacak çalışmaya soyunmak icap ediyor. Bu nedir?

Bu şudur: Çağdaş Küresel Medeniyet’in mevcut şartlarını göz önünde tutarak, ham hayal olan radikalizme düşmeden (ki bu seraba sosyalistler yakalandı ve ömürleri ancak yetmiş yıl sürdü. O da zaten aynı yolun bir başka versiyonu idi). Öyle bir nizam teklif etmeliyiz ki, duyanlar “Evet işte bu” diye ikna olarak gönülden kabule yanaşmalıdırlar. (Teorinin bir de uygulaması olmalı, olacak.

Süreç ancak o zaman tamamlanacak. Bir takım akıldaneler bu fikrin uygulanması nâkâbildir derlerse aldırmayın).

O sebepten, “Bize bir iktidar değil bir fikir lazım” diyorum. Çabamız politik değil ahlakî olmalıdır. “Kalbin Sesi” kitabında anlattığım gibi Hududullah içinde takip edeceğimiz yol bizi asırlar önce terkettiğimiz toprağa döndürecek.

Bu bir “ricat” değildir.

Tarım toplumu bitmiştir. O topluma özgü içtihatlar, gelenekler, âdet ve alışkanlıklar, hasılı “hayat tarzı” tarihe gömülmüş, arkeoloji-antropoloji-etnoğrafya-sosyoloji vb. olmuştur.

Ama toprak aynı toprak. Su aynı su. Hava aynı hava. Ahlâk Nizamı’nı kurmak için bir kıvılcım gerekiyor.

“Kendi zeminimiz” olarak üzerinde imal-i fikr edilecek teklifimi sunuyorum.

Yolumuzun temeli anasır-ı erbaa, özellikle topraktır. Sermayemiz budur. Sanayi ve endüstrinin sonsuz üretim-sonsuz kâr fikrine karşı “insan ölçeğinde”, ihtiyaca göre üretim ve tüketim esastır, bunun adı “Kanaat ekonomisi”dir. El emeği, alın teri ve göz nuruna dayanır. Makina dediğimiz su değirmeni ile harman makinasıdır. Yani tabiatla ortaklaşa-dostça kurulan bir ilişki. Yelkenli kayık ile rüzgârın arkadaşlığı.

Buhar makinasının bu dostluğu çiğneyip geçmesine izin veremeyiz. Verirsek işin ucu kimyasal silahlara, varil bombalarına, gıda ve ilaç terörüne uzanır; öteki yola geçer ve tüketim toplumunun bir ferdi oluruz. Yani kapitalizmin kölesi.

Şemada gördüğünüz daire Hududullah’tır, Cenab-ı Hakk’ın kanunudur. Ulemamız bunu tıpkı imanın şartları İslâm’ın şartları gibi maddeler (ilkeler) hâlinde sıralayabilir.

Siyaset-iktisat ve hukuk. Tüm devletler bu üç sütun üstünde yükselir, lakin çok çeşitli devlet tarifleri vardır. Yeri gelmişken ben de devlet anlayışımı bir cümle ile ifade edeyim:

Devlet yeryüzünde adaleti tesis için “Hududullah” çerçevesinde kurulan; insanın varoluş sebebi saydığımız “Cenab-ı Hakk’a ibadet ve kulluk” etmesi için gereken barış, emniyet, istiklâl ve iaşeyi temin gayesi taşıyan bir teşkilattır.

Şurası unutulmamalı bütün bölümler (alanlar) birbiri ile irtibatlı; hepsi daireyi teşkil eden ilkelere uygun olmalıdır.

Yani hukuk siyasetten, siyaset iktisattan, iktisat hukuktan, eğitim sanattan, bunların hepsi ahlâktan bağımsız olamaz. Hepsinin birbiri ile irtibatını adalet sağlar.

Adaletin-ahlâkın mercii Hududullah’tır.

Şimdi “Ne yapmak lazım?” sorusunun cevabını verelim.

Hukukçular, İslâm hukuku, Osmanlı hukuku, Evrensel hukuk, Çağdaş hukuk, Hukuk felsefesi vb. çalışanlar biraraya gelip “Toprağa dönüş” hareketinin hukukunu (fıkhını) çalışabilirler.

Siyaset bilimciler, siyaset tarihçileri, siyaset felsefecileri, İslâm’da siyaset çalışanlar, biraraya gelip “Toprağa dönüş” hareketinin “yönetim” meselesini çözebilirler.

İktisatçılar yukarıda söylenen çabayı gösterebilir.

Ben vaktiyle kapitalizme karşı “Kanaat Ekonomisi”ni gündeme getirmiştim. Ama on yıl sonra anladım ki, tek başına ekonomi bir şey ifade etmiyor. Öteki alanlarla irtibatını sağlamak lazım.

Geçmişten ilham alabiliriz, ancak bütün bunları ülkemizin ve dünya şartlarının bugün için ifade ettiği çerçevede ele almamız lazımdır.

Ayrıca tüm sahaların âlimleri birbirleri ile irtibat hâlinde olmalıdır. Ortaya koyulacak fikir, hem ülkemiz, hem İslâm âlemi hem tüm dünyaya hitap edecek bir bütünlük gösterecektir. Bunun adı “Ahlâk Nizamı”dır.

Bunu bir enstitü mü yapar; bir vakıf, bir üniversite mi yapar bilemiyorum.

Devlet “Toprağa dönüş” hareketine kısmen veya tamamen iştirak edebilir. Etmez ise bu çabayı bir bölük takva ehli üstlenebilir. (Meselenin kuvveden fiile çıkışı için bk. “Kalbin Sesi” kitabımın son yazıları.)