Tarih: 15.10.2020 07:41

Yeni anayasa ihtiyacı

Facebook Twitter Linked-in

 

 

Ergun Özbudun: Güçlendirilmiş parlâmenter sisteminin tesisi ve yargının gerçek anlamda bağımsızlığa kavuşturulması gibi değişiklikler gerçekleştirilebildiği takdirde, Anayasanın diğer birçok hükmünde önemli değişiklikler yapmak da zorunlu hale gelecek

Yürürlükteki hükûmet sistemini eleştiren bütün muhalefet partilerinin, güçlendirilmiş (iyileştirilmiş, akılcılaştırılmış) parlâmenter sisteminin tesisi ve yargının gerçek anlamda bağımsızlığa kavuşturulması konularında fikir birliği içinde oldukları görülmektedir. Bu kavramların içeriği ve ne gibi yöntemlerle gerçekleştirilebileceği konularında da ihtilâf olduğu söylenemez.

Ben de Perspektif’te 1 Ekim 2020’de yayımlanan yazılarımda bu konulardaki önerilerimi dile getirmiştim. Ancak bu değişiklikler gerçekleştirilebildiği takdirde, Anayasanın diğer birçok hükmünde önemli değişiklikler yapmak da zorunlu hale gelecektir. Bu yazımda bunlar üzerinde durmak istiyorum.

CUMHURBAŞKANININ ATAMA YETKİLERİ

Yürürlükteki Anayasa Cumhurbaşkanına, dar anlamda hükûmet sistemi kavramıyla ilişkili olmayan çok önemli bazı atama yetkileri vermektedir. Bunlar arasında HSK’ye, Anayasa Mahkemesi’ne ve YÖK’e yapılan atamalar özellikle dikkati çekmektedir. HSK’nin yeniden yapılandırılması ile ilgili görüşlerimi daha önce açıklamış olduğumdan, burada tekrarlayacak değilim. Ancak yargı bağımsızlığı açısından kilit önem taşıyan bu Kurula Cumhurbaşkanınca üye atanmasına kesinlikle son verilmelidir.

Yürürlükteki Anayasa, Cumhurbaşkanına, Anayasa Mahkemesinin oluşumunda da geniş bir yetki tanımaktadır. Anayasanın 146’ncı maddesine göre, Anayasa Mahkemesinin on beş üyesinden ikisi Sayıştay Genel Kurulunun göstereceği üçer aday arasından, biri de baro başkanlarının göstereceği üç aday arasından TBMM tarafından seçilmektedir. Cumhurbaşkanı tamamen kendi takdiri ile dört üye seçmektedir. Keza Cumhurbaşkanı, Yükseköğretim Kurulunun göstereceği üçer aday içinden üç üye seçmektedir. Oysa aşağıda açıklanacağı gibi, Yükseköğretim Kurulu, son yıllarda tamamen siyasal iktidara bağımlı hale gelmiştir. Nihayet Cumhurbaşkanı, üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi de Danıştay Genel Kurullarınca gösterilecek üçer aday içinden seçmektedir.

Görülüyor ki, bugünkü sistemde Cumhurbaşkanı, on beş üyeden on ikisinin seçiminde dolaylı veya dolaysız olarak belirleyici etkiye sahiptir. Böylece çağdaş demokrasilerin en önemli kilit kurumlarından biri olan Anayasa Mahkemesi de siyasal iktidarın etkisine tamamen açık bir duruma gelmiştir. Buna rağmen son günlerde iktidar sözcülerinin Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılması ihtiyacından söz etmeleri, en ufak bir denetim mekanizmasına karşı duyulan tahammülsüzlüğünün ironik bir ifadesi olarak kabul edilebilir.

Güçlendirilmiş parlâmenter sisteme geçiş gerçekleştirilebildiği takdirde, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimine ilişkin yetkilerinin de tümüyle kaldırılması gerektiği açıktır. Bu durumda yeni Anayasanın önemli görevlerinden biri, Anayasa Mahkemesinin demokratik ilkeler doğrultusunda yeniden yapılandırılması olacaktır. Bu konuda elbette çeşitli formüller önerilebilir ve tartışılabilir. Ancak akla yakın gelen bir formül, üyelerin çoğunluğunun, TBMM tarafından üçte iki veya en azından beşte üç gibi yüksek bir nitelikli çoğunlukla, bir bölümünün de iki yüksek mahkemenin kendi başkan ve üyeleri arasından seçtikleri üyelerden oluşmasıdır.

Baroların temsilcileri de Mahkemede yer alabilir. Üyelerin çoğunluğunun TBMM tarafından seçilmesinin Mahkemenin siyasallaşmasına yol açacağı veya seçimlerin uzun süre sonuçlanmayabileceği gibi endişeler yersizdir. Nitelikli çoğunluk şartı, farklı siyasal partileri, üzerlerinde uzlaşabilecekleri, tarafsızlıklarından emin oldukları adaylar üzerinde anlaşmaya sevk edecek, böylece Türkiye’de çok ihtiyaç duyduğumuz uzlaşma kültürünün gelişmesine katkıda bulunacaktır.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümünün veya çoğunluğunun parlâmentolar tarafından seçilmesi, Avrupa demokrasilerinde genellikle benimsenen yöntemdir. Mesela Almanya’da Mahkemenin on altı üyesinden sekizi birinci meclis (Bundestag), sekizi de ikinci meclis (Bundesrat) tarafından seçilmekte ve bu, Mahkemenin itibarına hiçbir şekilde halel getirmemektedir.

YÜKSEK ÖĞRETİMİN DÜZENLENMESİ

1982 Anayasası, yüksek öğretim düzenlenmesinde Cumhurbaşkanına geniş yetkiler tanımıştır. Bu Anayasanın 130’uncu maddesine göre, “rektörler Cumhurbaşkanınca, dekanlar ise Yükseköğretim Kurulunca seçilir ve atanır.” 131’inci maddeye göre de Yükseköğretim Kurulu, üniversiteler tarafından belirlenen adaylar arasından “Cumhurbaşkanınca atanan üyeler ve Cumhurbaşkanınca doğrudan doğruya seçilen üyelerden kurulur.”

Yüksek öğretimin niteliğinin bir ülke için taşıdığı hayatî önem, izahı gerektirmeyecek kadar açıktır. Bugün Türkiye’de yüksek öğretimin içinde bulunduğu esef verici durum da herkesin malumudur. Prof. Dr. Kemal Gözler’in ifadesi ile “Türkiye’de üniversitelerin ürettiği bilimsel, kültürel ve eğitsel değerler fevkalade düşüktür ve maalesef bu değerler gün geçtikçe değerlerini daha da yitirmektedirler. Türkiye’de adeta bir akademik devalüasyon var. Türk akademisi çok ciddi bir ‘değersizleşme süreci’nden veya daha doğru bir terimle ‘değersizleştirme süreci’nden geçiyor.” [1]

Güçlendirilmiş parlâmenter rejimin temel unsurlarından biri, sorumsuz ve yetkisiz cumhurbaşkanı olduğuna göre, böyle bir sistem değişikliği gerçekleştirildiği takdirde, yeni Anayasanın yapması gereken işlerden biri de Cumhurbaşkanının bu alandaki yetkilerini tümüyle kaldırmak ve yüksek öğretim hayatını demokratik ilkelere uygun olarak tamamen yeniden düzenlemek olacaktır.

Bu konuda da elbette çeşitli ve farklı formüller önerilebilir ve tartışılabilir. Ancak demokratik bir rejimin ruhuna uygun olarak, dekanların ve rektörlerin seçiminde üniversite öğretim üyelerinin belirleyici bir rol oynamaları, üniversitelerin YÖK karşısındaki özerkliklerinin güçlendirilmesi, YÖK’ün yetkilerinin genel bir kanunîlik denetimi ve kalite kontrolü ile sınırlandırılması ve nihayet YÖK’ün oluşumunda üniversitelerin rolünün güçlendirilmesi gibi ilkeler savunulabilir. [2]

CUMHURBAŞKANININ DİĞER ANAYASAL YETKİLERİ

1982 Anayasasının 2017 değişikliğinden önceki 104’üncü maddesi, Cumhurbaşkanının yetkileri arasında “kararnameleri imzalamak” yetkisini de saymıştır. Bununla kastedilenin, Bakanlar Kurulu kararnameleri ve üçlü kararnameler olduğu açıktır. Bu yolda hükümler, Avrupa parlâmenter rejimlerinde de görülmekle birlikte, o ülkelerde bu yetki, tamamen sembolik bir formalite olarak anlaşılmaktadır. Oysa Türkiye’de geçmiş dönemlerde bazı Cumhurbaşkanlarının bu yetkiyi bir yerindelik denetimi aracı olarak kullandıkları ve seçilmiş hükûmetlerin meşru takdir alanlarına müdahale ettikleri görülmüştür. Bu nedenle yeni Anayasada böyle bir yetkiye yer verilmemesi isabetli olacaktır.

Benzer şekilde 1982 Anayasasının 2017 değişikliğinden önceki metninde yer alan ve cumhurbaşkanına belli şartların varlığı halinde TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi tanıyan hüküm de, yeni Anayasada kesinlikle yer almamalıdır. Bu konudaki inisiyatif, yürütme organının gerçek lideri konumunda olması gereken Başbakana bırakılmalıdır. Aynı gerekçe ile 1982 Anayasasının yaratmış olduğu “Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler” kategorisine yer verilmemelidir. Sorumsuz ve yetkisiz bir Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler olması, büyük bir çelişkidir. Buna karşılık, Cumhurbaşkanına sembolik bir mevki tanımış olan 1924 ve 1961 Anayasalarında da mevcut olan, kanunları bir kere daha görüşülmek üzere Meclise iade yetkisinin muhafazasında sakınca yoktur. Ancak elbette, Meclisin yeniden kabulü, bugün olduğu gibi, güçleştirici bir nitelikli çoğunluk şartına bağlanmamalıdır.

Yeni ve demokratik bir anayasanın yapması gereken şeyler, elbette bunlardan ibaret de değildir. Çağdaş demokrasilerin önemli bir boyutu, yerel demokrasi, yani yerel yönetimlerin merkezî yönetim karşısındaki yetkilerinin güçlendirilmesidir. Türkiye’nin bu konuda da ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğu açıktır. Nihayet bir anayasa değişikliğine ihtiyaç dahi olmaksızın, Seçim ve Siyasi Partiler Kanunlarında demokratik yönde yapılabilecek değişiklikler, Türkiye’de gerçek bir demokratik rejimin kurulmasına katkıda bulunacaktır. Bu konulardaki düşüncelerimi başka bir yazımda açıklamayı umuyorum.

ERGUN ÖZBUDUN KİMDİR? 

Doktorasını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Kamu Hukuku alanında tamamladı. Chicago, Harvard, Princeton, Columbia, Georgetown ve Paris Sorbonne üniversitelerinde dersler verdi. Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komisyonu (1989-93) ve Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu/1990-2014) üyeliklerinde bulundu. Özbudun’un anayasa hukuku ve Türkiye’nin siyasal hayatı üzerinde çok sayıda Türkçe ve İngilizce eserleri bulunuyor.

 

İLGİLİ HABERLER

Ötekiyle diyalog geliştir

"Işık" polemiğine DEVA Partisi'nden anlamlı tepki: Herkesi ciddiyete davet ediyoruz

Pergamon kütüphânesi

Dijital minimalizm

Kurtuluş, kuruluş kucaklaşma ve kalkınma yolunda yeni bir yüzyıl

Türkiye için yeniden demokratikleşme sahiden mümkün mü?

Üç silahşörler jeopolitik dengesini nasıl değiştirecek?

Türkiye ve Azerbaycan: İki devlet bir askerî akıl

YORUMLAR




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —