Yemen´de sürdürülebilir ateşkes mümkün mü?

Suudiler liderliğindeki koalisyonun Hudeyde´deki hava saldırılarını askıya alması olumlu bir gelişme olsa da bu adım, Yemen´deki savaşı sona erdirme konusunda başlangıç noktası olmaktan ziyade, bir "yalancı şafak" olabilir.

Yemen´de sürdürülebilir ateşkes mümkün mü?

SAMUEL RAMANI(*)

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 15 Kasım´da Yemen´in Kızıldeniz sahilinde liman şehri olan Hudeyde´de koalisyon tarafından gerçekleştirilen hava saldırılarının geçici olarak durdurulduğunu duyurdu. Birkaç Yemenli güvenlik yetkilisinin, isyancı Husilerin kendi askeri personellerine saldırması durumunda Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) koalisyonunun Hudeyde´deki saldırıları sürdürebileceğini açıklamasına rağmen hava saldırılarının beklenmeyen bir şekilde durdurulması, can çekişiyor görünen Yemen barış sürecine yeni bir ivme getirdi. Arap koalisyonunun Hudeyde duyurusunu izleyen günlerde, Yemen´in uluslararası kabul gören hükümetinin temsilcileri, İsveç´teki barış görüşmelerine katılmayı kabul ettiler ve Suudi Arabistan Kralı Selman da Yemen´de bir siyasi çözüme destek verdiklerini belirtti.

Suudilerin değişen Yemen politikası Batı´nın etkisiyle

Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyonun Yemen´e yönelik politikasını sürpriz bir şekilde değiştirmiş olması, Batı´nın, gazeteci Cemal Kaşıkçı´nın Ekim başlarında öldürülmesinden bu yana Riyad´ın üstündeki artan baskısının etkilerini yansıtıyor. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Savunma Bakanı James Mattis gibi üst düzey ABD´li yetkililerin Yemen´de siyasi bir çözümün uygulanması konusunda yaptığı baskıya kafa tutarcasına Suudi Arabistan, Kasım başlarında Hudeyde´deki sivil nüfusa karşı 100 hava saldırısı gerçekleştirdi. Askeri faaliyetlerdeki bu tırmanma, ABD´nin Yemen´deki koalisyon uçaklarına yakıt ikmali desteğini askıya almasına sebep olmakla kalmadı, ayrıca Washington´ın birkaç Avrupalı müttefikine ABD´nin Suudi Arabistan´a silah satışını kınama cesareti verdi.

Suudi Arabistan´ın Yemen politikasını Batılı eleştirmenleri yatıştırmak için değiştirdiği anlaşılıyor olsa da, Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman´ın Yemen´deki isyancı Husileri askeri yollarla ortadan kaldırma niyetinden dönüp dönmeyeceği belirsizliğini koruyor. Muhammed bin Selman´ın tercih edeceği yolu büyük ölçüde belirleyecek olan şey, Batı´nın Suudi Arabistan´ın askeri harekatına yönelik eleştirilerini gerçek anlamda zorlayıcı bir baskıya dönüştürmeye yönelik isteğinin gerçeklik derecesine dair bizzat kendi değerlendirmeleri olacak.

Geçtiğimiz 18 ay boyunca, Muhammed bin Selman´ın, Katar´a yönelik abluka, Lübnan Başbakanı Saad Hariri´nin alıkonulması ve Kanada´nın Suudi Arabistan büyükelçisinin sınır dışı edilmesi gibi hamleleri, hep, Batı´dan varla yok arası tepkiler geleceği varsayımına dayanarak uygulamaya konulmuş kritik kararlardı. Suudi Arabistan´ın dokunulmaz olduğuna dair bu inanış, Kaşıkçı cinayetinden sonra ABD ve İngiliz makamlarının Muhammed bin Selman´ın olaydan sonraki süreci yönetmesiyle ilgili eleştirilerinin Riyad´ı çok zayıf bir pozisyona sokmasıyla aniden sona erdi.

Sadece geçen hafta içinde, CIA, Muhammed bin Selman´ın Kaşıkçı cinayetinde parmağı olduğu suçlamasında bulundu, ABD Hazine Bakanlığı, 17 tanınmış Suudi yetkilisine yönelik nokta vuruş yaptırımlar yürürlüğe koydu ve Washington´ın Suudi Arabistan´a silah satışlarını askıya alması için ABD Senatosu´na her iki parti tarafından bir yasa tasarısı sunuldu. Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok da, Suudi Arabistan aleyhine bir BM silah ambargosu uygulanmasına destek verdiğini duyurdu, ki bu da Riyad´ın Yemen´deki askeri harekâtına yönelik Avrupa başkentlerindeki desteğin giderek azalmakta olduğunu yansıtan bir gelişme.

Paradigma değişimi mi demogogluk mu?

Her ne kadar bu gelişmeler, Batı´nın Suudi Arabistan´la ilişkilerinde bir paradigma değişimi gerçekleştiğine işaret ediyor olsa da ABD ve Avrupa´nın Suudi Arabistan´ın ekmeğine yağ süren tutumunun da varlığını sürdürdüğüne dair belirtiler var. ABD Başkanı Donald Trump´ın geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan´ı, Yemen´deki ABD silahlarını suiistimal ettiği için eleştirirken bir yandan da Suudi Arabistan´a yapılacak silah satışından ABD şirketlerine gelecek faydaları vurgulamaya devam etmesi, Muhammed bin Selman´a karşı durmaya gerçekte ne kadar istekli olduğuna dair soru işaretleri doğurdu. Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da Suudi Arabistan´a yönelik cezai tedbirler alınmasına, benzer şekilde ihtiyatlı yaklaşıyor; Fransa´nın Riyad´a silah satışlarının askıya alınmasına yönelik çağrılarla ilgili olarak geçtiğimiz günlerde "bunlar demagogluktan başka bir şey değil." dedi.

Muhammed bin Selman´ın geçmişteki davranışlarından yola çıkacak olursak, Batılı liderlerden gelen bu karışık sinyaller, Suudi veliaht prensini, Riyad´ın en yakın müttefiklerinin kararlılık derecesini Yemen´deki askeri harekatın şiddetini artırmak suretiyle test etmeye teşvik edebilir. Böyle bir neticenin olasılığı, Yemen´de elde edilecek bir zaferin, Muhammed bin Selman´ın Suudi Arabistan´daki itibarı için ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle izah edilebilir. Muhammed bin Selman veliaht prens makamına tayin edileli henüz sadece bir buçuk sene olmasına rağmen çoğunluk tarafından Riyad´ın Yemen´deki müdahalesinin ardındaki esas itici güç olarak kabul ediliyor, zira Suudi Arabistan´ın Yemen müdahalesi Muhammed bin Selman´ın Ocak 2015´te savunma bakanı olarak tayin edilmesinin üstünden daha iki ay geçmeden başlamıştı.

Hanedan içindeki reformcu kanat Yemen Savaşı´nın arkasında

Yemen harekatının Muhammed bin Selman´ın yurt içindeki itibar seviyesi açısından taşıdığı önemin, veliaht prensinin, bu çatışmanın İran destekli terörist güçlerine karşı bir vekalet savaşı olduğuna yönelik açıklamalarını son zamanlarda sıklaştırmasıyla birlikte daha da artmış olduğu anlaşılıyor. Suudi önderliğindeki koalisyonun, Aden´in, Cumhurbaşkanı Abd Rabbuh Mansur Hadi´nin güçlerine Temmuz 2015´te teslim olmasından bu yana Husilere karşı hiçbir kati zafer kazanamamış olmasına rağmen Yemen savaşı Suudi siyasi nizamında hâlâ geniş bir destek görüyor. Bu destek, aralarında Prens Türki bin Faysal es-Suud´un da bulunduğu reformcu kanatta dahi açıkça görülüyor; Prens Türki, Muhammed bin Selman´ın Yemen´e müdahil olmakla Suudi Arabistan´ın kapasitesini zorlamadığını ve bu savaşın, Yemen´in Şii aşırıcılığın bir merkezi haline gelmesinin önlenmesi için gerekli olduğunu savunmuştu.

Yemen savaşının hâlâ kazanılabilir olduğuna dair görüşlerin Suudi liderliğindeki koalisyonun üst düzey üyelerinin nezdinde sürüyor olması, Muhammed bin Selman´ı Suudi Arabistan´ın askeri harekatını yeniden alevlendirmeye teşvik edebilir. Washington Post´ta 12 Eylül tarihinde çıkan makalesinde BAE´nin ABD Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe, koalisyonun Yemen´deki aşırılık yanlılarına karşı kaydettiği ilerlemelerden övgüyle bahsetti. Yemen savaşının Suudi yanlısı yorumcuları da batı Hudeyde´deki isyancı Husilerin geri çekilmesini, koalisyonun zafere doğru gerçekten yürüdüğünün kanıtı olarak öne çıkardılar, zira birçok kişi Hudeyde´nin düşmesini Arap koalisyonunun Husilerin elindeki Sana´a´yı tamamen çevrelemesi yolunda bir köprü olarak görüyor.

Yemen çatışmasının içinden çıkılmaz bir bataklık olmadığı, bilakis, kazanılabilir bir savaş olduğu inancı, uygun bir bahane ortaya çıktığında, Suudi Arabistan´ı ülkedeki askeri çabalarını yeniden artırmaya itebilir. Suudilerin çatışmayı tırmandırmasının en muhtemel gerekçesi, bir barış anlaşmasının Husiler tarafından reddi olacaktır. Husiler, Suudi önderliğindeki koalisyonun Hudeyde´deki hava saldırılarını askıya alma kararına, Suudi topraklarına gelecekte balistik füze saldırısında bulunmayacaklarını açıklayarak mukabelede bulunmuş olsa da Husi milisleri Hadi´yi gayrimeşru bir lider olarak görmeye devam ediyorlar; zira Hadi´yi Mart 2017´de ihanetten ölüme mahkum etmişlerdi.

Bu uzlaşmaz tutum, Husilerin, tıpkı Eylül ayı başlarında BM tarafından yürütülen müzakerelerden uzak durdukları gibi, gelecekteki barış görüşmelerini reddetmesine de neden olabilir. Suudi Arabistan da Husilerin bu uzak durma tavrını, Husilerin elindeki bölgelere yeniden saldırıda bulunmanın gerekçesi olarak kullanabilir. Suudi önderliğindeki koalisyon, Hudeyde´deki hava saldırılarını askıya aldığından beri gerçekleşmekte olan zaten bu senaryo; Husi milislerinin 19 Kasım´da Suudi Arabistan´a balistik füze gönderdiği iddiaları üzerine bu liman kentinde çatışmalar yeniden alevlendi.

BAE güdümündeki Güney Hareketi masadan kaldırıldı

Güney Yemen´in bağımsızlığını destekleyen BAE destekli bir örgüt olan Güney Hareketi´nin genişlemeye yönelik emelleri de, Suudilerin Yemen´deki harekatı tırmandırması için bir imkan sağlayabilir. Güney Hareketi´nin Aden´i Eylül 2017´de ele geçirmesi ve Hadi yanlısı Islah üyelerine yönelik sergilediği düşmanca tavır, Yemen´in siyasi geleceğine dair Arap koalisyonunda fiili bir çatlağa yol açtı.BM destekli müzakereciler, Güney Hareketi´nin temsilcilerini pazarlık masasına davet etmeyi reddettikleri ve Yemen´in toprak bütünlüğüne desteklerini ifade ettikleri için bu anlaşmazlıkta Suudi Arabistan´ın tarafını tuttular. Bu diplomatik tecrit, Güney Hareketi´nin, pazarlık masasında bir yer edinmeyi amaçladığı için, askeri faaliyetlerini artırmasına sebep olabilir. BAE destekli Güney Hareketi güçlerinden şiddetini artırmış çatışmacı bir tutumun gelmesi, neredeyse kesin bir şekilde hem Husiler hem de Suudi destekli Islah güçlerinden bir misilleme gelmesine sebep olacaktır, zira bu milisler Güney Geçiş Konseyi (STC)´nin Aden´in üstündeki hegemonyasına meydan okudular.

Suudi önderliğindeki koalisyonun Hudeyde´deki hava saldırılarını askıya alması olumlu bir gelişme olsa da bu adım, Yemen´de üç buçuk yıldır süren savaşı sona erdirme konusunda gerçek bir başlangıç noktası olmaktan ziyade, bir ´yalancı şafak´ olabilir. Muhammed bin Selman, Batılı güçlerin Suudi Arabistan´ın Yemen´deki savaşından kaynaklanan sivil zayiatlara ciddi şekilde karşı çıkmayacağına inandığı ve Husi ve Güney Hareketi temsilcilerinin Hadi´nin meşruiyetini tanımadığını düşündüğü sürece çatışmanın daha da şiddetlenme potansiyeli, yaklaşmakta olan Yemen barış müzakerelerinin üstünde kapkara bir bulut olarak duracaktır.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

_____________________________

(*) Oxford Üniversitesi St. Antony´s College Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktora çalışmasına devam eden Samuel Ramani, düzenli olarak The Washington Post ve The Diplomat´ta Ortadoğu ve Rusya politikası odaklı yazılar kaleme almaktadır.